“C. Kargonun İnsan Kaynakları Müdürü Hale Hanım’la görüşmek üzere ofisin kapısından girdim. Sekreteri selamladıktan sonra sandalyesine kurulup bacak bacak üstüne atmış, kısa saçlı, kumral ve kırmızı renkli uzun bir etek giymiş kadının gösterdiği yere oturdum. Yakın gözlüğünü takıp, elindeki dosyadan CV’me bakan Hale Hanım, ‘Kargomuzda çalışmak üzere iş başvurusu yapmışsınız. Bizim işlerde tecrübeniz var mı?’ diye sordu. Tecrübem yoktu. Nereye iş başvurusu yapsam aynı soruyla karşılaşıyordum. Ben de bu soruya çoğunlukla deneyimim olmadığını söyleyerek cevap verdiğim için iş başvurumun geri çevrileceğinden neredeyse emindim. Fısıltıyla konuşup, ‘Yok.’ diyebildim. Patronlar benim gibileri işe almadığı sürece nasıl deneyim kazanacaktık anlamakta güçlük çekiyordum. Üniversitenin Basın- Yayın bölümünden mezun olduğumdan bu yana alanımda iş bulamadığım için farklı dallarda iş arıyordum ama sürekli aynı soruyla karşılaşıyordum. ‘Deneyiminiz var mı Muzaffer Bey?’
Hale Hanım, gözlerini bütün vücudumda gezdirerek tepeden tırnağa süzdü. Size söylemeyi unuttum ufak tefek bir boyum vardır, ama her iş gelir elimden, görünüşüme bakmayın, daha önceden inşaatta demir de bağladım, boyacılık da yaptım, kereste fabrikasında tomruk da yükledim. Ancak gelin görün ki Hale Hanım’ın bakışlarından beni işe almayacağını hissediyordum. Korktuğum gibi olmadı. ‘İşe alındınız Muzaffer Bey, anladığım kadarıyla üniversite mezunusunuz. Bizim işte konuşmasını bilen, aklı başında çalışanlara ihtiyacımız var. Müşterilerimizle ilişkilerimiz iyi olduğu sürece biz de kalıcı oluruz. Müşteri memnuniyeti öncelikli ilkelerimizdendir. Biraz ufak tefek birisiniz ama bizim işler kolaydır, siz dışarıdan işin nasıl göründüğüne bakmayın. Kargoları, dağıtım merkezimize geldiği zaman bilgisayara kaydedeceksiniz. Size verilecek cihazda her türlü bilgi olacak. Bir aylık deneme süreniz var. Bu süreçte sigortanızı yapmayacağız. Eğer deneme sürecini geçerseniz işe kesin olarak alındınız demektir. O zaman sigortanız yapılacak. Hadi hayırlı olsun’ dedikten sonra sekreterini arayıp, beni Mustafa Bey’le görüştürmesi için talimat verdi.
Sekreteriyle birlikte Mustafa Bey’in odasına gittik. Kalın çerçeveli gözlükleri ve üzerinde eğreti duran ceketiyle yaklaşık bir seksen boylarında şişman bir adam olan Mustafa Bey bizi kapıda karşıladı. İşle ilgili yapmam gerekenleri detaylarıyla anlattı. Son olarak şunları söyledi: ‘Deneme sürecini geçerseniz maaşınız ….. olacak. Yalnız bizim kargonun şöyle bir prensibi vardır. İlk iki aylık maaşınızı veremeyeceğiz. Şubelerimize çok değerli kargolar gelir, kaybolduğu da olur, maazallah işi beğenmez haber vermeden çekip giderseniz biz de şirketimizin çıkarlarını düşünmek zorundayız. Ya da ne bileyim canınız sıkılır işten ayrılmak istersiniz, biz ciddi bir müesseseyiz, bu tür şeylere gelemeyiz. Tedbir olarak düşünün yani.’
Aylardır iş bulamadığım için evdeki huzursuzluk giderek artmış, babamın emekli maaşıyla geçinememeye başlamıştık. Çaresizdim. Onlarca iş başvurusundan geri çevrilmiş, yaptığım iş başvurularının çoğunda da CV’mi bıraktıktan sonra ‘Sizi en kısa zamanda arayacağız Muzaffer Bey’ denildikten sonra bir daha hiç aranmamış biri olarak işi kabul ettim. Akşam eve gidince C. Kargosunda iş bulduğumu annemle babama anlattım. İş koşullarını da kısaca özetledim. Babam, ‘Bu tür iş yerlerinde, buna benzer uygulamalar olur. Dişini sıkarsan üç ay sonra maaşa geçersin. Kendine güven yeter ki. Endişelenme. Ben senin kısa zamanda işi öğrenip, uyum sağlayacağına eminim.’ dedikten sonra ‘Hadi sofraya’ diyen anneme de gülümseyip, ‘Hadi oğlum, geç olmadan yemeğimizi yiyelim’ diyerek omzuma dokundu.
Ertesi gün, kargo dağıtım merkezinin Eskişehir Yolu’ndaki binasına gittim. Merkezin müdürü, kendisine işe başlayacağım bildirildiği için beni kargoların toplandığı büyükçe bir alana götürdü. ‘Hasan, arkadaş bugün işe başlıyor. Yardımcı olun. İşi öğretin.’ dedikten sonra ortadan kaybolan müdürün arkasından bakakaldım. Hasan, ‘Hoş geldin arkadaş, hayırlı olsun.’ dedi. ‘Sağ olun’ dedim fısıltıyla. Hasan göz ucuyla beni süzüp, ‘Biraz daha gür sesle konuş Muzaffer, burada pısırık çalışanlara ihtiyacımız yok. Kararlı olacak sesin her zaman’ dedi. ‘Olur abi, denerim diyebildim.’
Hasan benden yaklaşık on yaş büyük olmalıydı. Yirmi yedi yıllık hayatımda büyüklerime saygılı davranma konusundaki özenim nedeniyle abi dediğim Hasan’ın peşinden büroya doğru ilerledim. Sandalyelere karşılıklı oturduk. ‘Bizim işimiz zordur Muzaffer, gelen kargoları bilgisayara barkod numaralarıyla birlikte kaydedeceksin. Bilgisayar biliyorsun değil mi? Sonra kargoları tasnif edip, türüne göre ayıracaksın. Yaklaşık otuz iki şubenin kargolarını şurada gördüğün demir raflara düzenli olarak yerleştireceksin. İsim ve adresleri bilgisayara kaydettikten sonra kargoları araçla şubelere dağıtacak arkadaşlara teslim edeceksin. Bu iş hata kabul etmez. İşlerimiz genellikle yoğundur. Pratik düşünmen lazım yoksa burada işler yığılır, müdür bey de bizi hemen uyarır. Onun için işte dikkatli olman lazım. Ben 12 yıldır burada çalışıyorum daha bir tane kargonun yanlış yere gittiğini görmedim. Mehmet’le birlikte işimizi disiplinli yaptığımız için müşterilerden ve müdürden bir tane bile şikayet gelmedi bize. Senden de aynı özen ve dikkati bekliyorum.’ dedi. Kafamda onlarca soru oluşmaya başladıysa da işe yeni başladığım için sormamayı tercih ettim. Hiçbir şeyden anlamadığımı düşünmelerini istemezdim. ‘Tabii ki Hasan abi, dikkatli ve özenli çalışacağımdan emin olabilirsin’ dedim. Hasan abi, ‘Mehmet, Muzaffer’e bilgisayar kayıtlarını nasıl gireceğimizi uygulamalı olarak göster’ dedikten sonra yüzlerce kargonun bulunduğu rafların arasında gözden kayboldu. Mehmet, kayıtları nasıl tutacağımı bütün detaylarıyla gösterdi. Daha önceden bilgisayar kursuna gidip, klavyeye de hakim olduğum için programı kullanmak bana o kadar zor gelmemişti. Mehmet, birkaç kaydı da benim yapmama izin verdi, ‘Bunları iyi öğren’ demeyi de ihmal etmeden. ‘Ben burada olmadan da bu işleri yapabilmelisin’ dedikten sonra ‘Hadi geç bilgisayarın başına. İçeriden getireceğim paketlerin kayıtlarını girmeye başla’ dedi. Gün boyunca dağıtım merkezine gelen bütün kargoları bitiremesem de birçoğunun kaydını girdim. Mehmet, ‘Çabuk öğrendin Muzaffer, biraz daha hızlı yapabilirsen çok daha iyi olur. İşi yaptıkça yatkınlığın artacak, acele etme’ dedi. Akşam altıda mesaimiz bitince evin yolunu tuttum.
İşteki ilk günümün iyi geçtiğini ve iş yerinde yaptıklarımı annemle babama anlatırken, ‘İşi kolay söktüm. Çok fazla bir zorluğu yok’ dedim. Babam, gözleri parlayarak ‘Hadi hayırlı olsun oğlum. Zor günlerimiz geride kaldı artık’ dedi.
Ertesi gün yeniden işe gittim. Kargo dağıtım merkezinde binlerce paketi dağınık bir şekilde görünce umutsuzluğa kapılmadım dersem yalan söylemiş olurum. Hasan abi ile Mehmet’e belli etmemeye çalışmıştım ama hemen anlamışlardı. Bakışlarıyla bu durumu belli etseler de bir şey söylemediler. Kendileri de bu psikolojiyi yaşamış olmalıydı. Hemen işe koyulduk. Bilgisayar kayıtlarını girerken kargoların kaydının bir türlü bitmemesi nedeniyle öğle yemeğini bir saat geç yemek zorunda kaldık. Annemin evde hazırlayıp sefer tasıyla gönderdiği yemeği yerken arkadaşlara da ikram ettim. Kibarca geri çevirip, yemekhanenin yolunu tuttular. Öğleden sonra da aynı hızla çalışmaya başladık ama yaklaşık on kişinin çalışması gereken bu yerde bulunan üç kişi olarak, gelen kargoları yetiştirmek için debelenip duruyorduk. Dağıtım merkezinin müdürü bir ara gelip, ‘Acele edin, işler yığılmaya başladı. Bugün yine kargo kamyonu gelecek’ diyerek ortadan kayboldu. Gelecek kamyonu düşünmemeye çalışıyordum ama ne mümkün. Önümüzde yüzlerce tasnif edilmesi ve kaydı girilmesi gereken kargo varken gel de düşünme. İşteki ikinci günümü de bitirdim bitirmesine ama eve gidince yorgunluktan akşam yemeğini yiyemeden uyuyakalmışım. Annemin üzerime battaniye örttüğünü uyur uyanık hatırlıyorum ama sabah saat 06.30’da çalan saatin ziliyle birlikte uyandım. Kollarımı hareket ettirmekte zorlanıyordum. Hamlamıştım. Yine de fazla kafaya takmadan sessizce giyinip annemin hazırladığı kahvaltıyı yaptıktan sonra Kızılay’dan bindiğim dolmuşla iş yerine gittim.
Artık her biri birbirinden farksız iş günlerinde giderek artan kargoların arasında debelenerek geçirdiğim günlerin ardından işteki üç ayımı doldurmuş, işe alınmam kesinleştiği için moralim biraz daha düzelmişti. Üç aylık çalışmada bana tek kuruş ödenmemişti ama yine de kendimi iyi hissediyordum. Artık zor günlerin geride kaldığını, bir işim olduğunu ve ayaklarımın üzerinde durabildiğimi düşündüğüm için pozitif enerjiyle dopdoluydum.
Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Artık işin yoğunluğu ve müdürün baskılarından iyice yılmış, işi yetiştirmeye çalışmaktan iyice bitkin düşmüş bir şekilde çoğu zaman öğle yemeği bile yiyemeden eve gidip, gelmekten iyice yorulmuştum. Hasan abiyle Mehmet de çok yoruluyordu ama sanki hiçbir şey olmamış gibi yoğun çalışmalarına devam ediyorlardı. Çaresizlik hepimizi esir almıştı. Hasan abinin eşi ve iki çocuğunu geçindirmek gibi bir yükümlülüğü vardı. Mehmet ise altı ay önce nişanlanmış, yazın düğününü yapmak için para biriktirmeye çalışıyordu. İş arkadaşlarımla birlikte müdürün baskılarına sessizce boyun eğip, daha fazla emek ve çabayla çalışmaya devam ediyorduk. Kollarımızda ve ayaklarımızda yaralar oluşmasını da sükunetle karşılayıp, işteki mesailerimizi doldurmaya çalışıyorduk.
Bir gün işe on dakika geç kalmıştım. Müdür kapıda karşıladı. Suratı bir karış, kaşları çatılmış, yüzündeki tik nedeniyle sürekli kırpıştırdığı kirpikleriyle ‘Hoş geldiniz Muzaffer Bey, bu ne rahatlık, burada işler iyice birikmiş sen işe geç kalıyorsun. Bir daha görmeyeceğim. Yoksa yarım günlük yevmiyeni kestiririm’ dedi. ‘Trafiğe takıldım müdür bey, biliyorsunuz sabahları Eskişehir Yolu’nda yoğun trafik olur, ancak gelebildim’ dediysem de müdür, ‘Olmaz efendim, olmaz! Erkenden çıkacaksın o zaman. Bizden maaşını tıkır tıkır alıyorsun. Bir gün aksaktık mı maaşını. O zaman sen de işe geç kalmayacaksın. Gerekirse yarım saat önce çıkacaksın. Hadi oyalanma da işinin başına’ dedikten sonra ellerini beline dolayıp uzaklaştı.
Her günkü rutinim devam ederken, patron çalıştığımız alana yaklaşık dört tane yeni kamera taktırdı. İlerleyen günlerde müdür, Hasan abi, Mehmet ve beni değişik nedenlerle odasına çağırmaya başladı. İşi hakkını vererek yapmıyormuşuz sözde, aramızda çok konuşuyormuşuz, telefonla konuşmamalıymışız, paketleri niye düzgün yerleştirmiyormuşuz, çay ve ihtiyaç molalarında niye hemen işin başına dönmüyormuşuz gibi sudan bahanelerle bizleri suçlamaya başladı. Biz ne mi yaptık? Hiçbir şey. Aynı tempoda çalışmaya devam ettik ama üçümüz de hayatımızdan iyice bezmiştik. Yanımıza birkaç çalışan daha gerekli olduğunu anlatmaya çalıştıysak da müdür bize karşı kayıtsız tavrının sürdürüp, ‘Siz bu işe karışmayın, patron karar verir bütün bunlara. Hadi oyalanmayın da işinizin başına dönün’ diyerek isteklerimizi geçiştirmeyi tercih etti.”
Dört arkadaş her ay gittikleri meyhanede oturmuş bir yandan sohbet ediyor bir yandan da içiyor. Muzaffer rakısından bir yudum daha alıp, arkadaşlarına “Hadi şerefe arkadaşlar, sizin de başınızı çok ağrıttım ama siz benim dostlarımsınız” dedi. İlhami, “Olur böyle şeyler oğlum. Biz de seninle az dertleşmedik. Dostluk bu günlerde lazım bize. Hadi kadehleri kaldıralım. Hepimizin mutluluğuna.” derken, Mustafa ve Aydın’la birlikte kadehini tokuşturdu. Aydın, ağzına biraz haydari ile bir parça et attıktan sonra, “Madem iş koşulların bu kadar kötü, abi ayrılsana işten, çalışılmaz böyle bir ortamda” dedi. “Çalışmayıp da ne yapacağım Aydın, annem iyice yaşlandı artık, babamın emekli maaşıyla da geçinemeyiz ki. Mecburum çalışmaya, çok işsiz kaldım. Çok yerden geri çevrildim. Birçok işte benzer koşullar var. Biz işçilerin kanıyla besleniyor bütün patronlar. Ancak yine de devam etmekten başka çarem yok.” diyen Muzaffer, rakısını yudumlarken koltuğunda büzülüp düşüncelere daldı.
Mustafa havayı yumuşatmak için boş kadehlere yeni rakıları doldurup, elindeki kadehi havaya kaldırdıktan sonra, “Hadi şerefe arkadaşlar, en kötü günümüz böyle olsun.” dedi. Muzaffer, rakısını yudumlarken salatadan sessizce atıştırmaya başladı. Aydın, “Bırakalım şimdi işin zorluklarını da aşk hayatınız nasıl gidiyor, var mı yeni birileri?” derken Muzaffer’e baktı. “Nerede abi bende sevgili yapmak, aç karnımızı doyuralım önce” diyen Muzaffer’in söyledikleri masadan yeni bir hüzün bulutu geçmesine neden oldu. “Ben aşığım arkadaş, hem de deliler gibi. Sevda’sız bir hayatı düşünemiyorum. Haftaya istemeye gideceğiz. Vermezlerse kaçırırım alimallah” diyen Mustafa’ya “ Hadi hayırlısı, darısı hepimizin başına” dedikten sonra yeniden kadehleri tokuşturdular. Saat epeyce ilerlemişti. Hesabı hep birlikte ödeyip, evlerinin yolunu tuttular.
Muzaffer pazar gününü evde dinlenerek geçirdikten sonra pazartesi saat 06.00’da çalan telefonumun ziliyle birlikte uyanıp, kahvaltısını yaptıktan sonra evden çıktı. Kendisini bekleyen belirsiz geleceğe doğru sessizce ilerledi.
HAKAN KİZİR