Kürenin içindeki küreye düşmüşsün. Milyonlarca yarışmacının önünde göğüslemişsin ipi. Seni tutan kordonu kesmeleri içine cız düşürmüş. Daha sonra sık sık duyacağın ‘cız’lardan biri. “Ya içerde kalmak istiyorsam”ı soramamışsın bile. Tekli bir içeriden çoklu bir içeriye açmışsın gözünü. “Belki de iyi olacak.” diyerek atmışsın daha sonrakilerin ilki olacak çığlığını. Artık bu çığlık karşındakileri gördüğün için mi, denizinden dışarı çıkıp içine düştüğün bir bilinmezliğe adım attığın için mi kestiremiyorsun. İp seni fırlatıp atmış boşluğa, olmasan hep boş kalacak olan, doldurman gereken boşluğa. Sonradan öfkeleneceğin, ipe sıraladığın küfürlerle dolu cümleler saracak her bir yanını. Odanın sessizliğini yırtan bir böceğin çıkardığı tırık tırık sesler, sırım sırım sessizliğe sığınmış iç çekişlerin, ısırılan el, sessizliğin çığlığı, şap şap döşemeyle buluşan gözyaşları, çatır çatır haykırışların gömdüğü uyku, korkun içeri girmesin diye sarmalandığın yorganın, seni saran emirler, emirlerin şekillendirici yüzü.
Emiyorsun. Annenle başlamışsın emmeye, sonra plastiği, ardından çakıl taşlarını. Annenin memesini hatırlattığı için mi, o hazdan ayrılmanın verdiği pişmanlıktan mı olduğuna karar veremiyorsun. Emiyorsun. Kurgulanman için var olduğunu düşündüğün, önceleri sana kimin yüklediğini bilmediğin, sonradan kusup atmak istediğin sözcüklerle dolusun. Hepsi sen dillenmeden önce, habersizce kaydedilmiş belleğine. Senden önce var edilmiş, işleyen bir mekanizmadasın artık. Boşaltmak, kopartıp atmak isteyeceksin yer açılsın diye kendindeki sana. Senden öncekilerin birbirine dolanmış “sen” olmana izin vermeyen ayak izlerine basmak istemeyeceksin. Kendi sözcüklerin, kendi kahkahaların, acıların olsun isteyeceksin. Olmayacak. Senin olsun diye açmaya çalıştığın, ama boş kalmasını istedikleri kısmını mühürlediklerini öğreneceksin. Sen kaldırıp atmak, kırıp parçalamak isteyeceksin mührü. Zorlanacaksın. Şırak inecek suratına acının bin bir tonu. Şırak, şırak kamçı. Şıraklar elektrik şokuna dönüşecek sonradan.
Parçalanmışlığını yakalamak istediğin aynan, tuz buz olmuş hayallerin yarattığı ahlar vahlar, ödevinde silemediğin hataların gibi yüzüne dik dik bakan zaman, zamanın zamansızlığına duyduğun sitem, sitemin yersiz yurtsuzluğu, kucaklayamadığın yersiz yurtsuzluğun, yersiz yurtsuzluğu hayatın, akıp giden, tutamadığın, durduramadığın, dönüp baktığında sana el sallayan, el sallayan, kıramadığın el, bükemediğin zaman, zamansızlığının büyümesi, büyümenin doldurmaya çalıştığı boşluk, kendi boşluğunda büyüttüğün hayallerin, gerçekleştiremediğin, dönüştüremediğin hayallerin, rüyalarda gezinen âlemler, rüyalar, ah o seni yattığın yerden ter içinde fırlatıp atan rüyalar. Ayaklarını koyacak yer bulmadığın renksizlik, renkler içinde bulduğun renksizlik.
Sonradan kullanmayı reddedeceğin, istemeyeceğin kelimeler yağacak üzerine yine. “Çatalı doğru elle tutuyor, doğru oturuyor, sessizce onaylıyor, ha bire teşekkür ediyor.” Teşekkür, teşekkür aman çok önemli. “Aaa ne kibar biri!” diyor sorgular gibi baktığın suratlar. “Aha işte oldu!” diyecekler senin için “ne olduğunu, neyin olduğunu” kavramadan sen. Kavrayamayan sen. Yığılacak üstüne parmakların yarattığı parmaklıklar, 60’ında ki köpekler 80’nine basacak. Dişlerinde et parçaları korkunun. Korkunun çığlıkları yırtacak fırlatıldığın boşluğu. İlk çığlığın gibi. “Aha oldu!” diyecekler. “Bıçağı da doğru elle tutuyor, ayağa kalkıyor saygıdan, sessizce onaylıyor, ha bire teşekkür ediyor. Teşekkürler efendim, teşekkürü unutma. Aman sakın ha!” “Aaa ne adaplı biri!” diyorlar öfkeni göstermeden, gösteremeden bakarken duvarlara. “İşte şimdi tamam oldu. Yanlış yere bakıyor ama olsun.”u ekleyecekler ardından. “Tamam”ın ya da “eksikliğin” ne demek olduğunu sonradan öğreneceksin. Sessizliğin sesini duyar gibi olacaksın onların haykırışlarında, sevinç çığlıklarında. Neden attıklarını bilemediğin bilemeyeceğin çığlıklarında. Bırakmak isteyeceksin bırakamayacaksın, gitmek isteyip de gidemeyenler gibi. “Aha yine başladı” diyecekler. Tükenmeyen, tüketemedikleri, tüketemeyecekleri seni kapatacaklar çevrelenmiş başka bir boşluğa. Çocukluğunda olduğu gibi duyacaksın duymak istemediğin sesleri, seni içine kaçıran, içine kaçtıkça korunacağını sandığın içine. “Aha diyecekler.” Yine “Şimdi tamam. Yürümesi biraz farklı ama olsun! Artık bizden bu kadar. Bekamızı devam ettireceklere de yer bırakalım, hatasız olması, yürümeye hep ‘doğru!’ ayakla başlamasını bilmesi, düğmelerini etlerine, boğazına düğümlemesi için. Düğümlensin ki kusması engellensin.” İçin için içleneceksin, savrulacaksın düz yolda yürüdüğünü sanarak. Başını kaldırdığında gördüğün berraklığı görmeyesin diye öğretilmiş olduğunu unutacaksın, ya da unutur gibi yapacaksın zaman zaman.
Bilgisayarının tuşlarında ki tak tak’lar dönüşecek seni durduracak olan rap raplara. Rap rapların titrettiği hayatlar dolduracak etrafını. “Aha yine olmamış” diyecekler. Çığlıklar uyutmayacak seni, yabancısı olmadığın çığlıkların duvarlardaki yankıları. Eli sopalı tanrıcıkların, ağzı salyalı kralların, kraliçelerin kaşlarındaki askılıklara asılacaksın yeniden. Artı 20’sindeki köpeklerin gözlerinin içinde dolaşacak görüntün. Parçalayıp yeniden yapmaya can attığın aynayı göreceksin onun gözlerinde. Nereye baksan, nereye gitsen doldurduğun o boşluğu yok edip kendi boşluğuna yerleşmek istemeyi sürdüreceksin. “Boşluk hiç yok edilir mi evladım?” diyecek kahkahayla kralcık. Kralcık, kralcıklar, kraliçe, kraliçecikler saracak etrafı.
“Eyvah yine başlıyor. Bir parçasını koparmış bu ya” diyecekler hayıflanarak. Hayır öfkelenerek. Ya da her ikisi de. “Yerine takın o parçayı!” Diyecekler başka sözcük bilmediklerinden. Yok o değil, sözcükleri bile sınırladıkları için. Ya da öğretilmişliğin dışına taşamadıkları için. “Takamıyoruz!” “O halde bırakın eksik kalsın! Ya da durun verin beynini eline! Onu yesin dursun. Sisifos’a benzesin.” “Ah Sisifos! Neden almadın yanına beni, bizi.” diye sen hayıflanacaksın bu defa. “Renkli renksiz, dilli dilsiz, etek giymiş, giymemiş ya da çıplak, adı şu, bu, şunlar, bunlar eyvahlar eyvahlar. Kaya hep düşecek geriye bu yüzden, bilemedin mi?”
2
Şimdi sana beşiğinden daha büyük gelen bir kutudasın. Gözlerini göğe dikmiş gibisin, etrafındakileri sadece gözlerinin bebeğiyle gördüğünü sanıyorsun. Gitmeyi başarmış olmanın hem huzuru, hem de şaşkınlığı sana eşlik ediyor. Oysa başka gitmeler vardı hayalinde. “Bu gitmek” değildi aklında ki. Henüz erkendi ellerini nereye koyman gerektiğini bilemeden uzanman için. “Çek elini oradan!” ı , “Kes sesini!” “Saygı duy!”ları hatırlamıştın yeniden. Etrafındakileri tanıyor gibisin.
1.Konuşmacı: Adı neydi?
2.Konuşmacı: Süha
Kıs kıs gülüyorsun.
3.Konuşmacı: Hayır, Süheyda.
Neredeyse kahkahayı patlatacaksın. Hâlâ çeki düzen vermek istiyorlar kendilerince. “Bu ‘Süheyda’ diyen benim en çok güvendiğim değil mi ya. Aynı onun sesi. Yüzünü neden seçemiyorum acaba.”
4.Konuşmacı: İkisi de değil. Kimse bilmiyordu ki.
Bilseniz ne olacak artık. Yüzlerinizi sıyırıp gelmişsiniz sanki. Nereye bıraktınız sıyırdıklarınızı. Tabi ki gerektiğinde kullanılmak üzere bir duvara asmışsınızdır. Masumiyetin yüzleri miydi taşıdıklarınız yoksa?
2.Konuşmacı: En çok ne isterdi biliyor musunuz zavallı?
Zavallı sensin.
1.Konuşmacı: Tuhaf ya. Altında odunlar da var. Yakılacak mı yoksa?
3.Konuşmacı: ……………..
Kafamın içinde davullar çalıyor sanki. Artık anlamıyorum onları. Giderek sesler kayboluyor. Dudakları oynuyor ama bir şey duymuyorum. Oh ne iyi oldu! Yeterince kirletmişlerdi beni zaten.
1.Konuşmacı: ……………..
Görüntüler de bulanıklaşıyor. Akşam saati mi yaklaştı yoksa. Zaten hep karışıktı insan yüzleri bana. İyi oldu bu da.
Hamit Ergüven
23/03/2021