“Hâlâ kalkmadın mı?” Babamın sesini duyunca saatime baktım. İstanbul’a gideceğim otobüsün geçmesine yarım saat vardı. Bavulumu iyi ki akşamdan toplamıştım. Kardeşim Zeynep ve babam kahvaltı etmişlerdi. Annem elindeki bez torbayı bavulun yanına koydu, “Amcanların yanında kalacaksın, boş gitmek olmaz!” dedi ve elindeki poşeti torbanın üzerine bıraktı, “bir dilim ekmekle peynir var içinde, yolda yersin.” Babam, “Mermer fabrikası işci alacak” dedi. Gitmemi istemiyordu. Cevap vermeyince cüzdanından çıkardığı parayı uzattı, “yanında bulunsun!” “Bir güvenlik şirketi, sitede görev yapacak eleman arıyor. İnternetten buldum, hemen işe başlarım,” dedim ve kuzinenin üzerinden aldığım kızarmış ekmeğe yağ sürdüm, “hem çalışıp hem okumak istiyorum baba!” Babam içinde kinaye sezdiğim gülümsemesiyle, anneme, “duyuyorsun! İnternetten iş bulmuş” dedi.

Otobüse binerken babam gelmedi. Annem, “konuşurum onunla, senin iyi olmanı istiyor oğlum” dedi. Gözyaşlarını tutamadı. Evden uzun süre hiç ayrılmamıştım. Zeynep’le vedalaştım, gözlerimin yaşardığını fark edince hızlıca otobüse bindim.

Otobüs kalktığında, ovadaki buğdayın çimlenen yeşili uğurluyordu bizi. Baharı ovanın bitiminde dağlar sürdürdü. Yükselen yamaç ve tepelerdeki taş ocakları mermer parlaklığını desenleriyle yansıtırken yaralıyordu yeşili. Ayrılmak zordu, gariplik, yalnızlık bastı bedenimi. Sevcan’ın yanımda olmasını istedim. Lise son sınıftaydık. Yol kenarındaki papatya aşkımız olmuştu. Çiçeğinin her yaprağı yenilemişti aşkımızı; ‘seviyor mu, sevmiyor mu?’

Babamın son sözlerini hatırladım. Telefon ve internet dolandırıcılarını duyunca sık sık “Dikkat et oğlum,” derdi. Sonra verdiği parayı saydım. Bin liraydı. Nereden buldu? dedim. Düşündüğümde, ineğin satıldığını hatırladım. Bazen sofrada otururken konuşurdu babam: “Gireceğin iş güvenli olsun, tarım sigortası olsaydım emekli olurdum şimdiye. Emeklilik deyip geçme. Yaşlanınca hayvana bakmak zor; yem pahalı, saman dünya para, dağda bayırda otlatmak lazım,” derdi ve düşünürdü bir şeyleri hatırlıyor gibi, “gençlikte bağ, bahçe, tarla işlerine gider yarıcılık yapardım. Pancar ekilirdi, avans, şeker, gübre, küspe verirdi Pancar Dairesi. Pekmez yapardık. Kota konunca, ekilmez oldu. Sonra ahşap evler için kerpiç yapar, çatılarını tamir ederdim, az çok ustalık gelirdi elimden. Betonarme binalarda işler ağırlaştı. Harç yapmak ve el arabasıyla taşımak zor. Kasaba ve şehre işe giderdim yine de. Makineler çıkınca işçiye gerek kalmadı. Teknoloji kolaylık sağladı ve bir daha çıkmamak üzere girdi dünyamıza. Türedi üç beş zengin, yaşarlar keyiflice! Şimdi gençler kahvede oturuyor. Anlatıyorum da oğlum umutsuz olma, oku ve iş becerini artır!”

Annemin otobüse binerken gözyaşını hatırladım. Sırlarımı hep ona açardım. Sevcan’ı sevdiğimi öğrenince sevinçten gözyaşı dökmüştü ve beni de duygulandırmıştı. Harçlıksız bırakmazdı. Yok derdi ama pazarda sattığı üç beş yumurta ve yağ parası hiç bitmezdi.

Otobüs bir kasaba içinden geçerken, yol kenarında elinde okul çantasıyla duran kızı Zeynep’e benzettim. Çocukluğu gözlerimde canlandı. Annem tarlaya gittiğinde ekmeği pekmeze banıp, şerbete ekmek doğradığımız günleri hatırladım. İlkokula yeni başladığında elinden tutup yoldan geçirdiğim anları düşündüm. Yattığı odadaki sekinin altına sakladığı günlüğü görünce, büyümüş benim kardeşim dedim. Bir sayfasında, ”Arkadaşlarım Nike marka ayakkabı almıştı. Panayırda babamdan almasını istedim, almadı ve çok üzüldüm!” Sözlerini okuyunca ben de üzüldüm fakat bütçemize göre pahalı olduğunun bilincine varmalıydı kardeşim. Ortaokulu bitirecekti, okurken ona yardım etmeliydim. İstanbul’da hep amcamın yanında kalamazdım. Evime geçtiğimde Zeyneb’in okula gideceği günleri düşündüm.

Otobüs mola verdikten sonra geçtiği köy, kasaba, ova, nehir ve dağların yamaçlarını seyrettim bir zaman. Amcamları düşündüm. Kuzenlerim Hasan ağabeyim ve Harun’la gezeceğim günleri hayal ettim.

İstanbul’da karşıladılar beni. Dünyalar benim oldu. Yalnız kalmayacaktım. Hasan ağabey iş için başvurduğu yerleri anlattı. Konuştuğu kızdan bahsetti. “Avukat ve staj görüyor”dedi. Harun ise Zeynep gibi ortaokul sona gidiyordu. Ders çalışırken yardım edeceğimi söyleyince çok sevindi.

Amcam “Köyden ne haber getirdin, epey oldu gidemedim, gözümde tütüyor” dedi. İş için geldiğimi öğrenince heyecanlandı. “İstanbul’a geldiğim günleri hatırlattın,” rahat oturmam için yer gösterdi “günlük işlerde çalıştım, zaman zaman büyük inşaat şirketlerine girdim. Hatta Cezayir’e gittiğim şirket, ‘kriz var, zarar ettik!’ dedi, paramızı ödemedi. Baban geçen yıl doktora geldiğinde, kalmıştı birkaç gün. Bir gün beraber çıktık iş aramaya. Gecekonduları görmüştü önceden. Şaşırdı koca koca binalara bakınca. İnşaat halinde olan birini göstermiştim ona. ‘Bir iki yıl önce müteahhit yapıyordu bu binaları. Kriz var diye bakan yok şimdi. Arsa sahibi, yirmi kişi çalışacak binayı kendi gücüyle yapmaya çalışıyor.’ demiştim. Sonra iş arayanların toplandığı kahveye oturmuştuk. Dönem dönem değişiyor iş durumum. Çalışıyorum şimdi bir şirkette. Hasan mimar oldu ama iş yok, bulursa rahatlarız biraz! Harun’u okul servisine veremedim, çocuk yürüyerek gidip geliyor okula. Bisiklet istedi ancak yol mu var ki, caddeler can pazarı.” Hasan ağabeyim ‘sofraya’ diye seslenmişti fakat amcam İstanbul’a geldiği ilk günleri konuşmaya devam ediyordu: “O zaman derme çatma barakalar yapıldı. Perişanlıktı. Tapu desen yok! Aile dedim, okul dedim, öyle değilmiş yeğenim!’ İstanbul’da herkes kendini kurtarma peşinde, babanla telefonda konuştuk, ‘Şimdi kasaba ve köyde de öyle oldu’ dedi. Etrafta çok bilgi var konuşamazsın, yer var gezemezsin. Hatta televizyon, telefon ve internet var ama yine de yalnızsın. Böyle konuşurum da yeğenim, çocuklara telefon aldım, arkadaşlarının yanında mahçup olmasınlar diye, yoksa onlara verecek paramız yok bizim,” dedi.

İş için güvenlik şirketine gittim. Yetkili, siteye güvenlik görevlisi alındığını ve iş olduğunda haber vereceklerini söyledi. ‘İşe nasıl başkasını alırsınız! kesin olduğunu düşündüğüm için köyden geldim’ demek istedim. Dilim tutuldu sanki, konuşamadım. Hayal kırıklığına uğradım. Eve dönünce, “Ne yaparım? Hasan Ağabey” dedim.

İstanbul’da bir ayımı doldurmak üzereydim. Amcam eve geldiğinde işden çıkarıldığından ve alacağının ödenmediğinden bahsetti. Çok sinirliydi. “Tutturmuşlar bir kriz, biz ne yapalım” diyordu ve pencere önüne  gitti, bana, “şu karşıki villaları görüyor musun? bize paramızı vermeyenler orada yaşıyor” dedi. Ertesi sabah amcam günlük iş için caddeye çıkacağını ve oradan kahveye geçeceğini söyledi. Evden çıkarken babam için söylediklerini hatırladım ve peşine takıldım. Yolda bakınarak yürürken amcama seslendiler. Önünden geçtiğimiz inşaatta bir günlük iş vardı. Şansım döndü ve ilk işimi buldum.

Muhsin Başaldı