Yervant Odyan’ın 1911 tarihli, klasik sayılabilecek “Abdülhamid ve Sherlock Holmes” romanında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin “Osmanlı’dan ayrı olamaz” diye tanımladığı Makedonya’dayız. Struga Şiir Akşamları için Struga’ya geçmeden önce bir günü Üsküp’ü gezmeye ayırıyoruz. Meşrutiyet’in ilan edilme sürecini mektuplar, telgraflar vb. gibi malzemeleri de romanın içine katarak oldukça gerçekçi bir şekilde, neredeyse belgesel niteliği ile okuruna sunan Odyan, ilk isyanların başladığı Makedonya vilayetine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir bildirisinde şöyle yer veriyor. “… Hâlbuki belli başlı bir Makedonya Hükümeti bundan iki bin sene mütecaviz bir zamandan beri mahvolmuş ve eski Makedonyalıların bu kere bir eseri bile kalmamıştır. Makedonya’nın mazisinden bugün isminden başka bir şey yoktur. Makedonya bir hatıra-i tarifiyeden başka bir şey değildir. … Makedonya elyevm Osmanlı İmparatorluğu’nun eczasından biridir ve ondan tefrik edilemez. Hayatı ancak İmparatorluğun hayatıyla kaimdir. Ve mematı da son nefse gelirse yine onunla beraberdir…”(2) Günümüz Makedonya hükümeti de böyle düşünüyor olmalı ki, Üsküp’ün merkezinde hummalı bir tarih yaratma faaliyetine girişmiş. Şehir merkezine 180 tane yeni heykel yapılmış. Vardar nehri kıyısında kimi Bakanlık, kimi müze, kimi tiyatro olan görkemli yapılar inşa edilmiş, inşaatı hala sürenler var. Sanki Makedonya yüz yıl önce yukarıdaki satırları yazan Odyan ile bugün inatlaşıyor. Yazılı kelimelerin zamanı yine dümdüz ilerlemiyor, okuyucuyu, döngüsel zamanın içinde kurgunun ortasına -ya da gerçeğin- atıveriyor. Konuştuğumuz Üsküplülerin çoğunun 200 milyon avroluk bu projeyi saçma ve gereksiz bulduğunu ve hükümetin müsrifliğine kızdığını da belirtmeliyim.

Tüm projelerden bağımsız, nehrin karşı yakasında Anadolu’daki herhangi bir kasabanın çarşısından farkı olmayan mahalle, hemen herkesten duyduğumuz güler yüzlü “merhaba”, yemekten sonra içtiğimiz az şekerli kahve, tarihin inşaatla oluşmadığının sesli, nefesli heykeli gibi yükseliyor.
Karayolu ile Üsküp’ten 3 saatte ulaştığımız Struga bambaşka bir dünya. Ohri Gölü kıyısında bir sahil kenti. Yerlileri çoğunlukla gurbetçi, Avusturya’da, İsviçre’de çalışırlarmış. Kaldığımız apart otelin yepyeni binası da böyle bir gurbetçi tarafından iki yıl önce yaptırılmış. Önünden Drin nehri akıyor. Gençler nehrin üzerindeki küçük köprülerden suya atlıyorlar gülüşüp, bağrışarak. Biraz ileride sudan çıkıp, tekrar köprüye gidip yeniden atlıyorlar. Meğer nehirdeki güçlü akıntı yüzünden böyle yapıyorlarmış. Denize girer gibi kendimizi nehre bırakıp, akıntıya kapıldığımızda durumu geç de olsa anladık. Suyla akıp giderken İngilizce yardım çağrımıza “Help! Help!”, nehir kenarındaki duvardan Türkçe karşılık geldi; “Duvardaki demirlere tutunun!” Daha şiir akşamları başlamadan diller, kelimeler buluştu, akıntıya karşı durdu.
Drin Nehri Struga’daki iki önemli sudan bir tanesi. Diğeri temizliği ile ünlü Ohri Gölü. Ay ışığı Ohri Gölü’nü aydınlatırken dinledik dünyanın şiirini. Art arda dizilen anlamını bilmediğimiz kelimelerin ritimlerine kulak vermek, seslerinden duygulanmak ne güzeldi. Kuzey dillerinin kelimeleri, bir kar kızağını çeken sıra sıra köpekler gibi dizilmişler, beyaz sessizliğin içinde koşuyorlardı. Buzun inceldiği sınıra gelmiş gibi aniden duruverdiler. Saçının bir tutamını yeşile boyamış Fransız şairin ağzından dökülen sözcükler ise telaşlı ve sinirliydiler. Paris’te, sonunda Eyfel kulesinin bir parçasının göründüğü dar bir ara sokakta sevgiliye arkalarını dönüp gittiler. Genelde buyurgan Alman kelimeleri ay ışığında biraz yumuşamış gibiydi sanki. Hintçenin müziği, Çincenin tınıları ve her şiirin arkasından çevirisini dinlediğimiz için ahbap olduğumuz Makedonca. Türkçe kelimeler de vardı tabi, bildiğimiz anlamlarının dışına çıkmakta zorlandığımız. Nehrin göle değil, gölün nehre döküldüğü Struga’da sesler kulağımıza, duygular gönlümüze doluştu.
Bir sonraki akşam şairler ve şiirleri Ohri kasabasının meydanındaydı ve ardından tepedeki kilisede ödül töreni. 1974 yılında Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın boynuna asılan Altın Çelenk, bu yıl (2015) Çinli şair Bei Dao’ya takdim edildi. Çin’de Kültür Devrimi sırasındaki kısıtlamalara isyan eden Sisli Şairler (Misty Poets) akımının öncüsü olan Bei Dao, 1989’dan beri, önce zorunlu sonra gönüllü bir sürgün ülkesinden uzakta.
“Göğün mavi olduğuna inanmıyorum.
Gök gürültüsünün söylediklerine de.
Düşlerin gerçek olmadığına ve ölümden sonra
bir hesaplaşma olmayacağına inanmıyorum,
Dalgalar çarpıp aşacaksa rıhtımı
varsın kalbime dolsun o tuzlu sular.
Yeniden dağlar yükselecekse denizden,
biz de kalkar yükseklerde yaşarız yeniden.” (3)
Son gecesine kalamadık Struga Şiir Akşamları’nın. Struga’da, gölün nehre karıştığı yerdeki köprüde dökülecekti kelimeler suya, biz duyamadık. Sabah erken, bizi önce Üsküp’e, oradan havaalanına ve en sonunda evimize ulaştıracak yolculuğa başlarken köprünün üzerinde son akşamın dekorunu, ışıklarını hazırlıyordu işçiler. Onlardan ve yolculardan başka kimse uyanmamıştı daha. Bugüne kadar Altın Çelenk’i almış olan şairlerin şiirlerinden oluşan korulukta kelimeler de güne başlıyordu. (4)
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan dallarla, budaklarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken? (5)
Ayşegül Ayman
Notlar:
(1) Papirüs dergisi Kasım-Aralık 2015 tarihli 14. sayısında yayımlanmıştır.
(2) Abdülhamit ve Sherlock Holmes, Yervant Odyan, Everest Yayınları, 2014
(3) Bei Dao, Yanıt adlı şiirinden, Şiir Çevir Denize At, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitapları, 2008
(4) Struga Şiir Akşamları organizasyonunun bu yıl 25-30 Ağustos 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilmesi planlanıyor. Altın Çelenk’in bu yıl, Machester Metropolitan Üniversitesi Yazma Okulu yaratıcı direktörü Prof. Carol Ann Duffy’e verileceği 21.03.2021’de Paris’te UNESCO merkezinde açıklandı.
(5) Fazıl Hüsnü Dağlarca, Söyle Sevda İçinde Türkümüzü şiiri, Bütün Şiirleri, YKY, 2008