Kasımlar köyünün taşlı topraklı yollarının arasına serpilen otlara, rast geldiğiniz sarı, mor çiçeklere bakıp da buranın kuş uçmaz kervan geçmez olduğunu düşünmeyesiniz sakın. Ustaca yapılmış taş evlerin sessiz kapıları geniş avlulara açılırken, bir çift ayakkabı girişte sahibini beklemektedir. İpek perdeler bir mektup uçurur aniden, elinize verir, yaşanmışlarında kaybolursunuz. Sarı evin girişinde gözünüze ağaçtan yapılmış uzun sopasıyla tahta çekiçler çarpar. Duvarın kenarında yine tahtadan bir askı düzeneğine asılmış bu tokmaklar, sizi ‘Dibek Şenlikleri’ne götürüverir. Genç kızlar, erkekler toplanmış, tokmakları sırayla almaktadır. Şarkılar, türküler, eğlenceler eşliğinde tahıllar, buğdaylar dövülür, sofralar bereketlenir. Mutluluk bu kadar basit.
Düşen yaprakların kıpırtısız sarısını takip ederseniz, hayalinizin ahşap çatılı evine varırsınız. Oturanı, mektup yazan perdesi yoktur ama yapraklar her sonbahar ziyaretçisidir. Dağların önüne geçit vermez gibi dikilmiştir. Mağrur ve gururlu…
Şanslıysanız ve yüreğiniz temizse adımlarınız sizi, bir sanatçının karmaşık dünyasıyla buluşturur.
Bu ev, kapısına gelmeden bir gizemi haberdar eder. Turkuaz kapısı üstüne konmuş iki kelebek figürü kanatlarıyla size bakmaktadır. İnanmıyorsanız gidin görün.
Taşlardan dizili evin kapısı, yine aynı incelikle dallardan örülmüştür. Dallar açıl susam açılır, bir sanat evinin huzuruna çıkılır. Sanatçısı İbrahim Bey eskiyen masasını yeniden yaratırken fark eder sizi, geleceğinizi biliyor gibidir, incelikle buyur eder. Misafir “habersiz geldik” der ama asıl kendi habersizdir göreceklerinden.
Bahçeyi anlatmak kolay değil, yaşamak lazım, tabii cesaretiniz varsa!
Köyün hatırlısı çitlembik, dişbudak, kızılcık ve çam ağaçlarının aksine, bir tek bu bahçede kokusuyla başınızı döndüren bir defne ağacı sizi karşılar. Daphne; mitolojide ışık tanrısı Apollon’un peşinden koştuğu su perisi. Apollon ormanda görür görmez aşık olduğu Daphne’yi kovalamaya başlar. Oysa Daphne yalnızlığa aşıktır. Apollon onu kovaladıkça kaçar, yorgun düşer, yakalanacağını anlayınca toprak ana Gaia’dan yardım ister. “Eyy toprak ana ört üstümü.” Birden ayakları kök olur, saçları güzel kokulu yapraklarıyla ‘defne ağacına’ dönüşür. Hikayenin Antakya’nın Harbiye beldesinde geçtiği söylenir. Hatta Harbiye’nin şelalesine ‘Daphne’nin Gözyaşları’ denilmesi bunun ispatı gibidir. Yaprakları ise zaferdir.
‘Zafer, zafer benimdir diyebilenindir.’ Sırtınızı dikleştirip girebilirsiniz bahçeye.
Birkaç adım sonrası bir çıkrık ve ucuna dolanmış bir musluk, musluğun ucunda bir hortum, ve bir kuyu. İşlevi olduğuna şüphe yok, hele ki İbrahim ustanın elinden çıkmış olsun. Bu bahçede eski olan ne varsa kıymet verilmiş, her şey doğal, doğallığın özleminde.
Çitlembik ağacının yaprakları arasına en gizli özleminizin saklanması bu yüzden. Kurmuş ağaç evinden bir otağı, gökyüzüne merdiven dayamış ustası. Merdivenlere koşacak olursunuz hemen. Nerden bileceksiniz, canavarların, ejderhaların, yılanların yolunuzu keseceğini! Üstelik bu canavar bir Komodo ejderiyse!!!
Komodo ejderi; yırtıcı, vahşi, yaşadığı alana hükmeden, sanki dinozor çağından kalmış bir sürüngen. Uçamayan ama ağaca tırmanabilen, ağzında ateş püskürtmese de zehirli ısırığıyla öldüren, dünyada yaşayan en tehlikeli türlerden biri.

Bu ejder, mavi keskin gözleri, sivri dişleri ve bir kertenkeleyi andıran uzun kırmızı çatallı diliyle size bakar. Çitlembik ağacının nazara karşı geldiğine inanılan esnek dalları bu kez bir ejdere dönüşmüştür sanatkarın ellerinde.
Hepsi bu mu? Ağaç evin merdivenini “ben köy çocuğuyum” diyerek hemen çıkmaya kalkışmayın. Bu sizin çocukken ağaçtan düşüp kolunuzu kırma hikayelerinize benzemez. Dalların arasından, “seni bekliyordum” diye dilini uzatan bir yılanla göz göze geliverirsiniz! Rengi öyle canlı, gözleri cam gibidir ki düşmek evladır o an, gerçek olduğuna inanırsınız. Nasıl olmasın, canavara arkadaş yılanlar olmuştur bu kez çitlembiğin dallarından.
Derin bir “oh” çekip ağaç evin kapısız dergahına adımınızı atarsınız. Hayat da böyle değil midir? Siz merdivenleri çıkarken önünüze beklenmedik zorluklar, sürprizler çıkarır, şaşırtır. Asıl olan inanmak, hayallerinizden vazgeçmemektir. O zorlukları aştığınızda bir bakarsınız ki kapılar açılmıştır size, başarmanın sevinciyle kollarınızı iki yana açar, kucaklaşırsınız artık gerçek olan hayalinizle.
Sarı süs kabakları size kendi ışığınızı hatırlatır. Sağ köşede bir çevirmeli kırmızı telefonda mazi parmaklarınızın ucunda durmaktadır. Kırmızı tutkunun rengidir. Aşkla tutkuyla yapılan her şeyin sizi mutluluğa götüreceğini anımsatır. Haydi tutkularınızın peşinden gidin, arayın, sizi beklemektedir ahizenin ucunda.
Ağaç evini bırakmak zor, aşağıdaki çardaktan gelen kahkahaları duymazsanız! Kırmızı yaprakların ‘bir kalpler çatısı’ altında kendinize yer bulacağınıza emin olabilirsiniz. İbrahim Bey, “ bunları hiçbir yerde bulamazsınız” diyerek dalından koparılmış Çatalkara üzümlerden ikram eder. Burada gördüğümüz şeyleri başka yerde görmek, bulmak kolay mı?
Hayatı bir sanatçının yüreğiyle yaşamalı, yeniden yaratmayı bilmek gerekir. Ayrılırken arkanızdan bir garip hüzünle baktığından haberiniz olmayabilir. Bu da hayatın cilvesi. Emeklerin karşılığıdır ayrılık, giden için kolay, kalan için buruk. Yine de bilirsiniz , her ayrılığın bir dönüşü vardır, bir tepsi ‘Çatalkara’nın kırk yıllık hatırıyla.
Alev Ramiz