Doğu yeli esiyor karşıdan
Kirpiklerim tozlu
Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan
Sensiz
Çorak tarlada geçkin bir at çakalı
Bir telli kavak bir zeytin bir kuş
Sensiz
Yusuf Atılgan
1970’lerde Ankara çevresindeki köyleri anımsıyorum, tarlalarda boy boy başaklar, kerpiç evler, tezek kokusu, yolumuzu kesen arabanın önüne oturup kalkmayan telaşsız inekler, şaşkın bakışlı mandalar, köy kahvesinin erkek kalabalığı, tandır başında ekmek yapan çiçekli şalvarlı kadınlar, uçuşan yemeniler ve köy sokaklarındaki çocuk curcunası geliyor aklıma. Halkın çoğu köyde yaşıyor o zamanlar ve okulda Türkiye kendi kendine yeten yedi ülkeden biri bilgisini okuyoruz. Yerli malı haftasında evden getirdiğimiz ütülü masa örtülerinin üstüne fındık, fıstık, mandalina, elma diziyoruz. İhraç ürünlerimiz de incir, buğday, fındık…
Köy romanları 1950 ve 60’lardaki popülerliğini yitirmiş olsa da Ferit Edgü, “Hakkari’de Bir Mevsim”i yazmıştı ve köy gerçeği gündemdeydi. Çetin Altan’ın “tenis kortlu köyler” yazısı hafif bıyık altından bir gülüşle, inanmayarak okunurdu. Bülent Ecevit’in köykent projeleri başlamıştı.
Cumhuriyet kurulduğundan beri kırsal kalkınma projeleri üzerine tezler geliştirilmiş. En önemlileri Atatürk’ün düşündüğü Cumhuriyet Köyleri ve Ecevit’in Köykent projesiydi. 1970’lerde Bülent Ecevit, köylerin değil, hizmetlerin, okulların ve sağlık ocaklarının birleştirileceğini, birbirine yakın konumda olan ve emekleri, bilgileri ve maddi olanakları birleşen köykentler sayesinde, köylülerin, verimli tarım işletmelerinin yanı sıra, ortaklaşa sanayi işletmeleri de kurabileceklerini, kültür ve spor tesislerinden ortaklaşa yararlanabileceklerini, öylelikle kentlerin tüm olanaklarının köylere de ulaşacağını savunuyordu.
Bu proje 1970’lerde ve tekrar denendiği 2000’lerde çeşitli nedenlerle uygulamaya konulamadı.
Yanlış kentleşme, tarım politikaları ve günümüzün sanayi sonrası, neo-liberalizm ve globalleşmenin de etkisiyle Türkiye’de köy git gide nüfus ve önem kaybetti. Türkiye kendi kendine yeten ülkeden tarım ürünlerini ithal eden ülkeye dönüştü. Yerli Malı haftası da uzun süredir kutlanmıyor.
2020’lerde yok olan, azalan, eksilen yerler köyler. Bunu geçtiğimiz hafta yaptığımız köy gezisinde de gözlemledim.

Gölpazarı’nda verimli tarım arazisine yapılması düşünülen Organize Gıda Sanayi Sitesinin yapımını protesto etmek için İstanbul’dan Bilecik Gölpazarı’na Neyya olarak Ekim ayında bir gezi düzenledik. OSB arazisi önünde yaptığımız şiirli protestonun ardından, ekolojik turizm yapılan Kurşunlu köyünde kaldık. Civarı gezdik, bağbozumuna katıldık.
İki günlük köy gezimizde kerpiç evlerin çoğunun boş olduğunu ya da yaşlı insanların oturduğunu, onların da kışın şehirdeki yakınlarının yanına gittiğini öğrendim. Hiç çocuk sesi yok köylerde. Küçük bir kırmızı top, yuvarlanıp giden komşu bahçeye… göğü şenlendiren bir uçurtma…yok…
Kalanlarında hayatı gün geçtikçe çetrefilleşmekte,yavaşlayan ekonomi, yetersiz planlama, yanlış tarım politikaları kırsal hayatı yok etmekte. Geçen yaz kiraz ağaçta 3 liraya alıcı bulmamış oysa biz İstanbul’da 15-20 liradan aşağıya bu meyveyi bulamamışız.. Yılların emeği güzelim kiraz ağaçları sökülüyor, yerine ceviz ağaçları dikiliyor. Bağlar azalmış. İpek böceği yetiştiriciliği Özal’ın ithalatı serbest bırakmasıyla seneler önce ölmüş.
2020’lerde yok olan, azalan, eksilen yerler köyler…
Kaldığımız köy Kurşunlu köyü, 1926’da Balkanlardan gelen göçlerle kurulmuş nispeten yeni bir köy, dağın yamacında, yemyeşil, köy evlerinin bahçeleri çiçek dolu ama sıra dışı okur olan ve köyü kendi çabası ile bir eko-turizm mekanına çeviren Bedriye Hanım’ın çabaları bile köydeki yaşamın eksilmesine engel olamamış. Köyün nüfusu yaşlı ve kışın şehre gidenler çoğunlukta.
İkinci gün sokaklarında dolaştığımız Kasımlar köyü ise hayalet köy neredeyse, oysa çok eski bir yerleşim yeri. Köyünün Nüfusu 2020 yılında Toplam 56. Bu nüfusun 27’si Erkek, 29’si Kadın. (1) 1945 yılında: 235 erkek 240 kadın olmak üzere 475 kişilik nüfusa sahip bu köy yıllar içinde gerçekten çok kan kaybetmiş.
Ot bürümüş dar sokaklarından ilerlerken, sağlı sollu muhtemelen Ermeni ustalarca yapılmış, her biri nadide bir sanat eseri olarak niteleyeceğim, terk edilmiş, bomboş kerpiç evler görüyorum Bazıların tozlu pencerelerinde solmuş ipek perdeler var.
Restore edilen ahşap camiyi geziyoruz, Dikdörtgen bir yapı cami, turuncu renkli kalem işi süslemeleri, canlı minyatürleri ile gözümüzü alıyor. Tarihçesini merak ediyoruz. Eskiden kilise olabilir mi? Her zaman camiiydi diyor kahvehane sahibi. Kahvede bizim gruptan başka kimsenin olmamasına üzülüyorum. Restorasyonun kötü olduğunu söylüyor ama fazla da bir bilgisi yok, caminin eski cemaati hakkında. Yaptığım araştırmalarda camiinin 17. Yüzyılda yapıldığını ve bu köyün Manav köyü olduğunu öğreniyorum. Manav terimini de ilk kez duyuyorum. Manav aslında yerleşik hayata geçen Karakeçili Türkmenlerine verilen bir ad. Manav kelimesinin meyve sebze satan olarak düşünülse de Türkistan’daki Kazaklar, Kırgızlar ve Yakut Türklerinde görülen, “koruyucu kişi ve boy beyi” anlamında kullanılan “manap”tan geldiği düşünülmekte. Yerleşik Türkmenleri 20. asrın başında bile hâlen yerleşik hayata geçmemiş Yörüklerden ve Türk dilli Rumeli muhacirlerinden ayırmak için yaygın kullanılmaya kullanılan bir kelime manav.
19. yüzyılda, 20. yüzyılın başında henüz tehcir, göçler, savaşlar olmadan önce okuduğum kaynaklara göre Gölpazarı civarındaki köyler cıvıl cıvılmış.

Akşam konakladığımız Kurşunlu köyü daha kurulmamış o zamanlar, köyün sınırları içinde daha sonra kuruyan bir göl varmış, o gölün yakınında da Göldağı köyü.
Ermeni, Rum ve Manavların birlikte yaşadığı aktif, önemli bir köy Göldağı. Gölün kıyısında çok sayıda dut ağacı ve böceklik denilen yapılar yer alırmış.
Bilecik, Osmanlı’da önemli bir ipek üretim merkezi. 1.Dünya Savaşına kadarki süreçte ortaya çıkardığı mamul bakımından Bursa’dan sonra ikinci sırada. Bilecik’te 11, Aşağıköy’de 3, Pelitözü Köyü’nde 2, Vezirhan Köyü’nde 1, Küplü Nahiyesi’nde 10, Lefke Nahiyesi’nde 3 ipek fabrikası varmış o dönemde. En önemli İpek üreticileri Bilecik’te Rupen Tilkiyan, Küplü’de Hacı Sava ve Komsa ile A.Surlas fabrikalarıydı. Bu fabrikaların gayrimüslimlere ait olması sektörün onların elinde olduğunun bir göstergesi.
Şarapçılık ve üzümden mamul ürünler de köylerin önemli geçim kaynakları arasında sayılıyor.
Evleri genelde Ermeni ustalar inşa etmekteydi ayrıca zanaatkar bir millet olduklarından demircilik, bakırcılık, marangozluk, altın ve gümüş işçiliği yapmaktaydılar. Göldağı köyü, kurşun madeninin de çıkarıldığı Kurşunlu dağına yakın olması, coğrafi konumu ve zanaatkarlarıyla yörenin en önemli zanaat ve üretim merkezlerinden biriydi.
Lefke, Nor-Küğ, Höldağ, Decir Han ve Terkmal köylerinde çok sayıda Ermeninin yaşadığı Rumların ise Özellikle Aşağı, Vezirhan ve Pelitözü’nde yoğun olduğu belirtilmektedir. Ermeni ve Rum’un yaşadığı, köylerde birden fazla okul, kilise, demirci, marangoz, kuyumcu olduğu, sosyal hayatın da zengin olduğu görülmektedir, bazı köylerde bandoların olduğu kaynaklarda belirtiliyor.
1915 başı Nüfus verileri şöyledir :
Yarhisar ve Pazarcık nahiyelerinde hem Rum hem de Ermeni nüfusa rastlanılmamaktadır. Gölpazarı nahiyesinin köylerinin bazılarında önemli miktarda Ermeni nüfus bulunmaktadır. 1915 yılında bu nahiyenin köylerle birlikte toplam nüfusu 21.639’a yükselmiştir. Nahiyenin 583 olan merkez nüfusunun tamamı Müslümanlardan oluşmaktadır. Nahiyeye bağlı köy sayısı 71’dir. Köylerin ekseriyetini Müslüman nüfusun teşkil etmesine rağmen, bazı köylerde nüfus etnik bakımdan çeşitlilik göstermektedir. En kalabalık nüfuslu köy konumunda bulunan Türkmen köyünün nüfusu 2.600’dür. Bunun sadece 118’i Müslüman nüfusa aittir. Geri kalan 2.460 kişi, Ermeni ve 22 kişi de Katolik’tir. 1.804 nüfusa sahip olan Göldağı köyünde ise 695 Ermeni ve 109 Protestan yaşamaktadır. Temurhanlar (270) ve Yeni köylerinin (235) nüfuslarının tamamını Ermeniler oluşturmaktaydı.
20.yy başlarında Bilecik merkezinde Rum cemaatine mahsus 2 Rüştiye mektebi bulunuyordu. Bu yıllarda kazada Ermeni cemaatinin de 250 erkek ve 150 kız öğrencisi olan 1837’de kurulmuş bir rüştiye mektebi bulunuyordu. 1903 yılında Ermeni cemaati için yeni bir mektep daha açılmıştır.


1913-1914 yıllarında Refik Halit, Bilecik’e sürgün gelmiş. Medeni ve sıcak karşılamadan çok memnun olmuş, Bilecik’e gelişini söyle anlatıyor
“O gün cumaya denk geldiği için resmi daireler tatildi. Yolda yürüdüm. Temiz, ferah bir sokakta, kapısı açık duran ve eşiğinde jandarma bekleyen evi kolayca buldum. Kılık kıyafetim düzgündü. Belki de düzgünden de üstün. Zayıf olmakla birlikte halim biraz çalımlı da! Jandarma hemen koştu. Selam verdim. Girdiğim antrenin sol tarafına rastlayan odanın da kapısı açıktı; içeride iki kişi oturuyordu, epeyce genç iki zat. Ben girince ayağa kalktılar. Mutasarrıf olduğunu tahmin ettiğim yakışıklısı –buyurunuz, safa getirdiniz Refik Halit Bey! Dedi. Cebimden tezkereyi çıkarmakla meşgulüm, oturamıyorum. Mutasarrıf: Bırakalım şimdi onu! Şöyle teşrif ediniz. Buraya gelişinize çok memnun oldum. Otelde kalamazsınız, rahat edemezsiniz, hemen bir pansiyona taşınmanız lazım. Karşısındakine döndü emir veriyor: -Muhasebeci Bey! Beyefendiye hemen bir yer bulmalısınız. Hani ya şu Protestan kadının pansiyonu yok mu? En muvafığı orası olacak. Acaba boş mu? Jandarma bakıversin…” (Karay, 1990:23–25)
1915 Tehciri ile ilgili okuduklarım çok üzücü…Radikal gazetesinde yayınlanan yazıya göre 8 Ağustos 1915’te papaz herkesi son ayin için çağırıyor. Bilecik’teki okullara haber salınmış. Ermenilerden kalan evler ve kiliselerin kapı pencereleri sökülecek! Bir günde 13 bin 600 Ermeni, Eskişehir’e sevk ediliyor. (Bilecik o zamanlar Ertuğrul Vilayetinin kazası, İnegöl ve Söğüt’le birlikte ,o nedenle bu rakam tüm Ertuğrul Vilayetinden göç ettirilen Ermeni sayısı, sadece Bilecik değil…)
Rumlar da yavaş yavaş azalmış, mübadele sonrası da hiç kalmamış. Gayrimüslimlerin gitmesi ticaret, zanaat, kültürel yönden köyleri çok zayıflatmış.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Rumeli’den göçenler bu coğrafyaya yerleşmiş. Kurşunlu köyüne 1926’da Yugoslavya’nın Tikveş kasabası Bolle köyünden göç eden 18 kişilik Hasan Ağa aile ile başlayan göç, 1927’de Bulgaristan’ın Kalaycı, Kınalı, Düşdübak, Karagöz, Ağmaç, Topal, Razgart ve Şumnu’dan gelen göçmenlerle devam etmiş. Uzun süre canlı bir tarım merkezi olan Kurşunlu da sanayileşme sonrası göç vermeye başlamış, sürekli nüfusu özellikle genç nüfusu azalmış.
2007’de 229 kişinin yaşadığı bu köyde 2020’de eko turizm faaliyetlerine rağmen yaşayan sayısı 149’a düşmüştür.
Türkiye genelinde köylerin nüfusu günümüzde toplam nüfusun %7’si ve ekonomik sorunlar dışında, sağlık eğitim hizmetlerinin ve sosyal yaşamın yetersizliği de gençleri köyden koparıyor.
Dönüş yolunda köyler nasıl canlanır diye düşünüyorum, Çetin Altan’ın hayalini kurduğu tenis kortlu köyler aslında keşke yapılabilseydi, 1970’lerde fantezi olarak görülmeseydi. Ecevit’in kentköy projesinde uygulanmamış olması da üzücü. Ama sanayi ve köyü birleştirmek ne kadar iyi olurdu o konuda da çekincelerim var.
Felsefe profesörü Robert Rosenthal:“İnsan yaşamını sürdürülebilir kılmanın yegâne yolu geleneksel ortak yaşam şekillerimize önce bir ince ayar çektikten sonra onu yeniden canlandırmaktır.” ifadesini kullanmıştır.
Belki biz de köyleri ıssızlaştırdıktan sonra bir ince ayar çekip tekrar köyleri canlandırabiliriz. Köyü canlandırmak için belirli çalışmalar var, örneğin eğitimli genç çiftçilere hibe programları ancak uygulamada sıkıntılar çok. Okumuş çiftçilere verilen teşvikle köyüne dönen ve tarlasını eken bir genç kendisi ile röportaj yapan gazeteciye, “kentte arkadaşlar İnstagram’da cafelerde paylaşımlar yapıyorlar, görüp özeniyorum” diyor. Başka bir genç köye geldiğini ama evlenecek kız bulamadığını, kızların asgari ücret de kazansa şehirde yaşayan erkeklerle evlenmeye çalıştığını söylüyor. Köyü yeniden canlandırma için sosyal hayatı da canlandırmak gerekiyor bence.
Kovid sürecinde birçok eğitimli, kentli kırsala göçtü. Bireysel ve küçük ölçekte de olsa farklı projeler yapıyorlar. İleri de daha çok kentli köye göç ederse belirli bir canlılık sağlanabilir. Sürdürülebilir ve alternatif bir yaşam biçimi olarak Eko köyler oluşmaya başladı. Toprağa bakışı, enerji kullanımı, para ile ilgili mesafeli görüşleri ile bu köyler şimdilik geleneksel köy yapısı ile entegre olmamış ütopik çevreci oluşumlar gibi görülse de uzun vade de sayılarının artacağı ve kentlerin de tekrar doğa ile barışmasını sağlayacak bir çözüm olduğunu düşünüyorum.
Organik ürünlerin alındığı, çocuk kahkahalı köyleri tekrar canlandırmamız umuduyla…
Işın Güner Tuzcular
Kaynakça: II. Meşrutiyet Döneminde Bilecik Doktora Tezi- Bilecik Üniversitesi Halim Demiryürek
XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX. Yüzyılın Başlarında Bilecik’te (Ertuğrul Sancağı) Ermeni Nüfus Hareketleri Yrd. Doç. Dr. Halim DEMİRYÜRE Bilecik Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Elemanı, Bilecik Yrd. Doç. Dr. Taner BİLGİ Bilecik Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü Öğretim Elemanı, Bilecik
Independent Türkçe online haber sitesi
Garbi Anadolu köy monografileri – Bilecik – Kasımlar Köyü Nedim Köknil
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/04/16/sehirden-koye-tasinmak-kolay-sananlara
https://www.sozcu.com.tr/2021/gunun-icinden/koylerde-tarim-ve-hayvancilik-yaslilara-kaldi-6265239/
http://www.yarin11.com/bilecik/300-yillik-minare-yillara-meydan-okuyor-h1334.html
Organik ürünlerin alındığı, çocuk kahkahalı köyleri tekrar canlandırmamız umuduyla…
BeğenLiked by 1 kişi