“Sıra dışı okur” olarak ödüllü bir kadın Bedriye Berber Engin. Kendisiyle Bilecik-Kurşunlu köyünde tanıştığım andan itibaren “yabanıl bir tohum” olduğunu hemen fark ettim. Köyünde, önce kendi alanında serpilmiş, ardından da köyünün herbir hanesinin bahçesine, damına, odalarına, sokaklarına en önemlisi de kadınlarının zihinlerine süzülmüştü.

Köy hayatı ve köylü kadın, soyu tükenmekle yüz yüze olan kavramlardan sadece ikisi. Bedriye Hanım, bu iki kavramın kemikleri üzerine ağıtlar yakan bir kadın olmaktansa; üremek, üretmek, çoğalmak için kitaplarla dans eden ve bir kadın hikayesiyle köyüne yeni bir hikâye yazmayı tercih etti. Evine girdiğim andan itibaren kitaplarının kokusu tarhana kokusunu bastırıyordu. Yaptığı çalışmalarla resmi-özel pek çok kurumdan aldığı ödüller ve plaketler kitaplığının koynunda yer bulmuştu. Bugüne kadar 3.000’in üzerinde kitap okudu. Yaşadığı köyü eko turizm ile tanıştırarak Sakıp Sabancı VAKFI’nın toplumsal gelişmeye katkıda bulunanların öykülerinin anlatıldığı “Fark Yaratanlar” programına konuk oldu. 2018 yılında Yves Rocher Vakfı – Institut de France’da “Toprağın Kadınları Türkiye Birinciliği” ödülünü aldı. TED-x konuşmalarına, üniversite panellerine, televizyon kanallarında pek çok kadın programına katıldı. Kendisiyle yaptığım söyleşiyle Bedriye Berber Engin’i sadece okur kimliğiyle değil, yaşadığı köyün kaderini değiştiren kadın kimliğiyle de tanıtmayı amaçlıyorum.

Bedriye Hanım, Bilecik’te Kütüphane Haftası etkinlikleri kapsamında birçok kez okuma ödülü aldınız. 2013 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü tarafından “Sıra dışı okur” unvanıyla ödüllendirildiniz. Okuma merakınız nasıl başladı? Kitaplarla tanışma ve bu ödülü alma hikayenizi anlatır mısınız?

Okuma merakımı; hayal kurmaya borçluyum. Okuma yazmayı öğrenmekle beraber kitap merakım da başladı. Annem ölmüş, babaannem ölmüş, yapayalnız kaldığım sırada ufak ufak hikâye kitapları üzerinde hayal kurarken mutlu olduğumu farkettiğimde; kitap, hayatımın odak noktası oluverdi. Sonra bütün hayatım kitabın ekseninde dönmeye başladı. Herkesten saklı gizli okurken, bir gün ödül alacağım hiç aklıma gelmezdi. Sizin de belirttiğiniz gibi bu süreç beni 2012 de Kültür Bakanlığı’nın “Sıra Dışı Okur” ödülüne kadar götürdü.

Kitap teminini nasıl yapıyordunuz? Ulaşamadığınız kitaplarla ilgili ne hissederdiniz?

Köyde kitaba çok zor ulaşırdım. Aynı kitabı defalarca okuduğum olmuştur. Parayla hiç kitap alma lüksüm olmadı. Kütüphanelerden okudum. İşimle bağlantılı olmadığı için bazen isyan ederdim. “Pardayanlar”ı okuyorum. “Sana ne kızım Fransız ihtilâlinden sen hayvanlarına bak” derlerdi ama asla vazgeçemezdim kitaptan. Şimdi kocaman bir kütüphanem var.

Kitaplarla bu kadar haşır neşir bir çocukluk geçirmenize rağmen, tahsil hayatınıza ilkokuldan sonra devam etmemişsiniz. Bu noktada da hikayeniz sizi, diğer kız çocukları ve kadınlardan ayrı bir noktaya taşıyor. Neden eğitim-öğretim hayatına devam etmediniz?

Ortaokuldan sonra liseye gitmedim. Babam kaydımı yaptırdığı halde okumadım. Doğanın içinde, hayvanlarla ve okula gidemeyen arkadaşlarla mutluydum. Geleceğimi gören bir çocuk değildim. Tuhaf bi şeydim. Salak gibi. Oysa arkadaşlarımdan okula gidemediği için on beş gün hasta olup yatanlar vardı.

Okuduğunu paylaşmak, bir okur için en kıymetli aşamalardan biri. Yazarını, kitabın içeriğini, belleğe alınan yeni bilgilerin heyecanını siz kimlerle paylaşıyordunuz?

Okuduğunu paylaşmak çok önemli. Bunları okuyan kimse olmadığı için kimseyle paylaşamıyordum. Zaman zaman özetleyerek hayvanlarımla paylaşırdım. En çok ineklerimle…Tarlada dinlenirken kitap okurdum. Kimi zamanlarda da eltimle paylaşırdım. Yabancı yazarların kitaplarında kahramanlara Türkçe isimler vererek anlatırdım. Elbette anlatması ve anlaması kolay olsun diye. Çok itinayla dinlerdi o da. Arkası Yarın gibi.

Bir de kitabınız var: “İşim Gücüm Yaşamak” Öncelikle kitabın isminin sizi tamamen yansıttığını belirtmek isterim. Kitabınızda neleri anlatmaya çalıştınız? Biraz bundan bahseder misiniz?

Okudukça yazma isteğim de arttı ve evet, dolu dolu yaşamayı çok seviyorum. Bunu becerebildiğime de inanıyorum. Kitabımın ismini düşünürken yaşamdan aldığım feyzden etkinlendim. Çocukluk ve gençlik anılarımdan oluşan bir anı deneme kitabı oldu. Bir yandan yaşadıklarımı tarihe not düşmek diğer taraftan da yaşanılan her anın ne kadar kıymetli olduğunu tekrar hatırlamak adına güzel bir tecrübeydi. Hali hazırda yazmayı düşündüğüm yeni bir kitap var. Daha çok roman düşünüyorum.

Kitaplarınızdan biri size bir fikir verdi ve ekolojik turizmle, ekolojik tarımla tanışmanıza vesile oldu. Yaşamınızın bu bölümü nasıl başladı? Süreç nasıl ilerledi?

Bütün hayatıma kitaplar yön verdi. Turizmi de okuduğum bir kitaptan esinlendim. Kitabın ismini ya da yazarını hatırlamıyorum. Aklımda kalan tek şey kitabın kahramanı ve yaptıkları oldu. Gaime isimli bir kadın kahraman, çocuklarının karnını doyurmak için bölgede bulunan manastıra gelen turistlere, bir ağaçtan elde ettiği şekerli suyu sattı. Çocuklarının karnını doyurması ve önce kendi, ilerleyen süreçte de tüm köylünün geçim parası kazanmasını sağlaması beni çok etkiledi. Uzun süre hep onu düşündüm ve eko turizm üzerinde kafa yormaya başladım. Pek çok kitap ve yazı okudum. Yurtdışında bu işi nasıl yapıyorlar diye araştırmalar yaptım. Bir kadın olarak bunu başarmak en zoru. Bunu anlatırken masal gibi anlatıyorum ama hiç de öyle olmadı. “Etraf ne der!” duvarını aşmak oldukça güç oldu. Özellikle de bir kadın için, hele hele de köyde bir kadın için bu duvar oldukça büyük. En yakınlarımla bile savaşmak zorunda kaldım. Sancılı bir süreçti ama yola çıkmıştım. Geri adım atmadım. Önümde tek bir örnek yoktu. Kitabın ortasından karanlık bir yolda yürüdüm. Bunu yapabilmek için bile yolumdaki taşları, dikenleri temizlemekten en çok da bana yardım edermiş gibi ama aşağıya çekmeye çalışanlarla boğuşurken yoruldum. Bilecik’te bir ödül almıştım. Bilecik’e Değer Veren Yıldızlar. Rıfat Hisarcıklıoğlu vermişti ödülü. Katılımcılar sanayi iş adamlarından oluşuyordu. Orada çektirdiğimiz toplu fotoğrafta tek kadın bendim. Ayşe yengeme gösterdim fotoğrafı. Kendi şivemizle şöyle demişti: “Amaar! Sen nasıl duruyon onca adamın içinde! Kaynatan iyi ki ölmüş de görmemiş.” Aslında farkında olmadan ülkede böyle düşünen milyonların sesi olmuştu. Hiç geri adım atmadım. Böyle düşünenlerin sayısını azaltmak en büyük motivasyonum oldu. Cesur oldum her zaman, çocukken de cesurdum, girişimcilikte de ilk kural cesaretmiş. Bu tarafım her zaman çok işime yaradı. Hayal kurmak başka bir şey, hayata geçirmek başka… Hayal kurmaya başladığımda hemen kiminle yapabilirim, nerden başlarım diye çok düşünürüm. Eski usul düğün derneklerimizi, adetleri, manileri, türküleri vs. bir deftere not düşmüştüm. Eko turizm ile ilgili saha çalışması yapmaya gelen uzmanlar, Kurşunlu’da eko turizm yapılabilir dediklerinde benim her şeyim hazırdı. Süreç ilerledikçe bana ilk desteği verenler köyün hanımları oldu. Gönüllülük esasına kadınlarla geçtim.

Çekirdek kadroyu kadınlardan kurdunuz yani. Kadınlar evini yabancılara açma fikrine ilk olarak nasıl tepki verdi? Evin erkekleri bu noktada nasıl bir tutum gösterdi?

Turizme, bir çadır kampıyla başladım. Eşim de bir gün önce öğrendi. Ona söylediğimde “Saçmalama” demişti, ben de hiç saçmalamadım… Onun muhalefeti beni yorardı, ben de onsuz yürüdüm. Sonra kadınları ikna ettim. Önce o zamanki şartlarda köyümüzün kadınlarını organize ettim ve birlikte bir TV kanalına kına gecesi düzenledik. Sandık ki programı izleyenler ertesi sabah akın akın köye gelecekler. Öyle bir şey olmadı tabii. Aradan yıllar yıllar geçti. Ve ne zamanki “Sıra dışı okur” seçildim 2012’de ve bu nedenle başka televizyon kanallarına çıkıp kendimi, köyümü, kadınlarını anlatmaya başladım, ondan sonra turizm başladı. Biz burada 63 acente, 45 rehber ağırladık ve sahalara profesyonel eko turizmci olarak çıkmayı başardık. Köy hayatını deneyimlemeye gelen yerli ve yabancı misafirlerimizden kazanç elde ettikçe, köyümüzdeki kadınlar da ek gelir sağlamaya başladı. Daha fazla üretip ürünler ilgi gördükçe, satabilir hale geldikçe daha da bir şevkle çalışmaya devam ettiler. Genel olarak doğa aşığı ve köy hayatını yaşamak için gelen gruplarımızın sayısı her geçen gün arttı ve sonunda kadınlar evlerini de açtı. Belli bir sayının üzerinde gelen misafirlerimizi onların evlerinde ağırlar olduk. Kadınları ikna ettik, yola çıktık ama beyler yok arkamızda. Benim kocam da yok. Öyle izliyorlar. Destek de vermiyorlar. Ne zamanki gönüllülük esasını, en zor aşamayı yaparak yüzlerce insana yöresel yemeklerimizi tattırdık, o zaman destek oldular. Mesela bir ailemiz ilk misafirlerini ağırladıklarında kapının arkasına balta koyup uyumuşlar. Ya gelenler bize saldırırlarsa diye. Şu an da ise en büyük desteğimiz erkekler. Sobaların yakılması, organizasyonlarda pek çok taşıma-yerleştirme işleri, erkek misafirlerimizle sohbet etmeleri vs. İşin en ağırını üstlenmiş durumdalar. Onlarla iş paylaşımı yapıyorum ama para paylaşımı yapmıyorum. İşin o kısmını hanımlarla yürütüyorum.

Projenizde gönüllü öğrencilere de yer veriyorsunuz. Özellikle üniversite öğrencilerine. Onların çalışmaları ve projeye katkıları neler?

Ben hala pek çok şeyi gönüllü olarak yapıyorum zaten. Başarı da gönüllülük esasıyla geliyor. Gölpazarı’ndan Bilecik’ten okullardan gönüllü öğrenciler istedim. Maddi durumları iyi olmayan öğrencilerden. Onlardan işgücü desteği alalım biz de onlara maddi destek verelim diye başladım. 3-4 yıldır buralardan ve ülkenin iyi üniversitelerinden gençler geliyor, biz de grup başkanlarından onlara destek topluyoruz, biraz da ben destekliyorum. Ayrıca yurtiçi ve yurt dışından da destek istiyorum. Hatta bazen bana taleple geliyorlar. ABD’den dahi bizden haberdar olan, toprak, tohum seven gençler sırt çantasını alıp geliyor. Burada çalışmak zorunluluğu var. Ben ne iş verirsem yapmak zorundalar ve yapıyorlar da zaten. Geçtiğimiz yaz ODTÜ’den gönüllü gelen öğrencilerimiz mimarlık fakültesindeydi. Burada kaldıkları süre içerisinde sadece misafirlerimi ağırlayabileceğim, kerpiçten yapılabilecek evler hayalimden bahsettim. Çok güzel bir proje hazırladılar ve üniversite onların projesini onayladı. Şu anda burada projeyi gerçekleştirmek için sponsor bekliyorlar. Onlarla ben de çok şey öğreniyorum. Bu bir takas. Birlikte bu süreci geçirmek iki taraf için de farklı bir deneyim.  

“Etrafımda mutlu kadınlar görmek istiyorum, verdiği emeğin karşılığını alan, kendi gücünü fark eden kadınlar olmasını arzuladığınızı belirtiyorsunuz. Mutlu kıldığınız kadınlar ve onlar için yakın zamanda düşündüğünüz konular neler?

Evet, “Ben mutlu kadın istiyorum” diyerek yola çıktım ve artık köyümüzün kadınları çok mutlu. Özgürler. Koca, kayınvalide ve çocuklarının yanında statüleri eskisinden çok farklı artık. Kadın nasıl mutlu olur? Kendi gücünü fark eden kadın mutludur. Ürettiğini paraya çevirebilen kadın mutlu olur. Gücünü fark etmeyenler ise tıpkı Duygu Asena’nın dediği gibi adı bile yoktur. Yakın köy gezilerini koyuyorum programlarıma. Hem oraların tarihini tanıtmayı hem de kadınların yaptıkları, ürettikleri ürünlerinin satışına katkı sağlamak istiyorum. Yılda bir kere yapılan panayırlara zorla katılabilen kadınlar çok var, özellikle onlara ulaşmaya çalışıyorum. Kadınlarımıza bir şekilde ulaşıyorum, mutlaka bir yolunu buluyorum ki, onlar da mutlu kadınlar dan olsunlar.

Kentte yaşayanların keçi sahipliği, meyve veren kiraz ağacı olması uygulamaları nereden aklınıza geldi? Neyi hedeflediniz, nasıl başladınız?

Yüz ağaç vişnemiz vardı. Biz onları eltimle birlikte büyüttük. Besledik, suladık, diplerini çapaladık ve hayal kurardık. Mahsülü satarak kazanacaklarımızla neler yapacağımızı konuşurduk. Ama bir iki sene para alabildik ama sonra bir daha hiç para kazanamadık. İşçi, mazot parasını düşünce kendi emeğimizi karşılayacak para kazanamadık. Sonra bıraktık, ilgilenmedik ağaçlarla, bıraktık. Kurudu birçoğu, çok üzüldük o kadar emek ve hayal boşunaydı. Bir gün yine eko turizmle ilgili uzmanlardan biri ağaç sahiplendirme olarak bir fikir verdi. Ben de onu köyümde kiraz bahçeleri üzerinde denedim. Üç yıl oldu başlayalı ve bu kadar yoğun talep olacağını hiç düşünmemiştim. İnsanlar doğal gıdaya, dalından bir şey yemeye çok hasret artık. 374 Kiraz ağacı ve yarısı kadar da vişne ağacı sahiplendirmeyi başardık. Seneye 500 kiraz ağacını daha büyük bir ekiple gerçekleştirmeyi hedefliyorum.  Keçi sayısı o kadar azaldı ki Türkiye’de biz de “Herkesin bir keçisi olsun” dedik. Çok daha güzel bir proje olduğunu düşünüyorum. Hiç keçi edinemeyecek olan köyden arkadaşlarımız bu proje sayesinde keçi edindiler, kimileri gelen talepler doğrultusunda sayısını arttırdı. Keçileri sahiplenenler, dağlarda gezip beslenen kendi hayvanlarının sütünden yapılmış çok sağlıklı peynirlerini yerken, burada arkadaşlarımız güzel bir geçim kaynağına sahip oldular ve dediğim gibi keçi sayılarınızda artmasına vesile oldular. Çok güzel bir proje benim için.

Başarılı ve ilham veren biri olarak; kız çocuklarının eğitim hayatlarına devam etmesi, okuma oranlarının artması konusunda, köyünüzde ve civar köylerde bir fark yarattığınızı düşünüyor musunuz?

Okurken kitabın gücünü fark etmediğim gibi kendi gücümü de ilk zamanlar fark etmedim. Şu an da ilham verdiğime, örnek olduğuma inanıyorum. Anadolu’da kendi köyünü turizme açan ilk Anadolu kadını benmişim. Bu yüzden Nebil Özgentürk hazırladığı “Kadınımızın Hatıra Defteri” belgeselinde bana da yer vermişti. Ben hiç oya, örgü, işleme gibi el işleri hiç yapmadım, hiç keyif de almadım. Koştura koştura iş yapıyordum kitap okuyabilmek için. Saatlerce kalkmadan okuyordum. Bütün zamanımı ona ayırıyordum. Hiç dizi izlemedim, uzun gereksiz sohbetlerde bulunmak istemedim örneğin. Okumak için vakit sıkıntısı yaşamadım. Tüm yaşamımı ve geldiğim noktayı gören köyümde ve civar köylerden arkadaşlarımdan “Keşke biz de zamanında senin gibi okusaydık.” diyen çok oldu. Yakın zamanlarda kitap okumaya başlayan, kütüphaneye üye olmak isteyenler oldu. Hepsini Bilecik Kütüphane’sine kaydettirdik. Kimi süreklilik sağlamakta başarısız olsa da çabalarını görmek çok kıymetli. Bu alışkanlığı erken yaşta kazanmak oldukça önemli. Sadece ben değil daha önce de söylediğim gibi annelerindeki değişimi gören ve fark eden kızlarımız okumanın insanı nereye taşıyabileceğini izleyerek büyüyorlar. Bu bile okuma oranının artmasında oldukça büyük etken diye düşünüyorum.

Her şeyden evvel çiftçiyim ve çiftçi kalacağım.” diyorsunuz. Çevrenizdeki çiftçilerle, esnafla iyi ilişkiler içindesiniz. Hiç şehirde yaşamamışsınız. Bugün 8 milyara yakın dünya nüfusu var, dünya kaynaklarının yeterli olup olamayacağı tartışılıyor. Tarım ve hayvancılıkla uğraşmış biri olarak neler söylerdiniz? Dünya için neler yapılabilir?

Ben köyümden başka bir yerde hiç yaşamadım. Tarım, hayvancılık ve arıcılık dışında başka bir iş de yapmadım. Ben çiftçiyim evet, üreticiyim. Sabah beşte kalkar nohut yolmaya giderim. Akşam gün batımını sebze bahçemde yalınayak domates, biber, fasulye çapalayarak yakalarım. Evime öyle dönerim. Topraktan çok iyi anlarım. Elime aldığım zaman benden ne istediğini iyi bilirim. Çiçekle ayırırım tohumumu alırım. Geleceğin tarımda olduğunu her zaman vurgularım. Bu ülke düzlüğe çıkacaksa, kalkınacaksa üç unsur var benim için; kadınlara, tarıma ve üretime verilecek önem. Buna inanıyorum ve yerel tohum diyorum. Turizmdeki her evi tohum takas merkezi yaptım. Kendi kendime küçük tohum bankası yapmaya çalışıyorum. Duvarların içinde tavukların yumurtlaması için koldurum dediğimiz boşluklar var. Samanlık içinde tozların çıkması için yapılmış küçük boşluklar var. Tohumları cam şişelere koyup oraya yerleştiriyorum. Önlerini kerpiçle örüyorum ve tohumları oraya hapsediyorum. Bu şekilde 200 yıl yaşarmış. Şişe kapaklarının etrafını da bal mumuyla sarıyorum. İçlerine bir tutam da kül koyuyorum. Tohum konusunda kimseye güvenmiyorum artık. Gelen misafirlerimiz de beğendiği domatesin çiçeğini talep edebiliyor. Tüm evlerimiz tohum evi.

Gölpazarı Sanayi tesisleri komşu köyünüz Beşevler’in tarım arazisine yapılacak. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Komşu köyümüzün en güzel tarım arazisine yapılmak istenen sanayi tesisi kararını oldukça yanlış buluyorum. O araziler gözünüzün alabildiği kadar ayçiçeği ve buğday denizi adeta. Bölgemizin en verimli alanlarından biri. Bu bölge eskiden bir göldü ve birinci derece tarım arazisiydi. Gölün kuruması ve suyun olmaması nedeniyle 2.derece tarım arazisi olarak değerlendiriliyor. Ancak sanayi tesislerini yapabilmek için buranın 3.derece tarım alanı olduğu iddia ediliyor. Bu oldukça şaşkınlık yaratan bir ifadedir. Hiç sanayi olacak yer mi burası? Bölgemizde sanayi yapılabilecek pek çok uygun alan varken burası için yapılan ısrarı anlamak çok da mümkün değil. Belediye başkanımız turizmi destekleyen ve hep yanımızda olan biri ancak şu an o da sanayi tesislerini destekliyor. Bu tesislerin eko turizme vereceği zarar da ayrı bir sorun. Bu konuda Neyya Edebiyat olarak biz köylülere verdiğiniz destek ve duyarlılığınız için çok çok teşekkür ediyoruz.