Sabahın erken saatlerinde yola çıktık. Önceden kararlaştırdığımız gibi kara yolundan gidiyoruz. Geçtiğimiz yerlerde doğanın sonbahar renklerini bu kadar cömertçe tuvaline nasıl yaydığına bakakalıyoruz. Renkler göz alabildiğine ağaçların, dağların, ovaların, derelerin üzerinde eyleşiyorlar. Yolculuk heyecanımız mola yerindeki temiz havayla sarıp sarmalanınca bir dinginlik, kaygıları arkamızda bırakıvermişiz gibi.

3-4 saatlik yolculuğun ardından vardığımız Kurşunlu Köyü’nde Bedriye Hanım bizi karşılıyor. İlk anda güler yüzü ve dikkatli bakışlarıyla hepimizi aurasına buyur ediyor. Tek tek hoş geldiniz diyor ve hepimizle tek tek gözleri ve sözleriyle bağlar kuruyor. Dış görünüşüyle yaşadığı kırsalın bir parçası, konuştuğunda ise kullandığı sözcüklerin çesitliliği ve düzgün diksiyonu ile tam bir kentli. Şehirlerarası yola çıkan caddenin üzerindeki kapıdan içeri girdiğimizde avlu-bahçeyle karşılaşıyoruz. Sağ taraftaki yapının merdivenlerinden çıkıp büyük bir salona giriyoruz. Yorgunluk kahvelerimizi içerken sohbet başlıyor. Bize anlattıklarından farklı bir yaşam biçimini, düşlerini hayata uygulama anlamında aldığı mesafeyi, kararlılığını öğrenmek şaşırtıyor. Başta eşi, yakın çevresindeki hiç kimse hayallerini gerçekleştirebileceğine ihtimal vermedikleri için yapmak istediklerini kendisi gizlice uygulamaya koyulmuş. Okuduklarını yaşama geçirme konusundaki iradesi hayranlık uyandırıyor. Yıllar önce henüz çocukken meraklı ve ayıplayan gözlerden kaçıp gönlünce okuyabilsin diye “hayvanları yaymaya ben gidicem baba” diyerek babasını ikna ettikten sonra şalvarına sakladığı kitapları nasıl heyecanla ağacın altında okuduğunu anlatıyor. Salonun iki duvarına yaslanmış raflardaki kitapların çeşitliliği ve çokluğu mudur, güç aldığı beslendiği kaynağın bereketini paylaşmayı “iş güç ” edinerek yaşamayı öğretmiş olan? Tanıdığım köylerde yaşayan diğer insanları düşünüyorum. Her ne kadar reklamda olduğu gibi “yeyin gari” nidalarıyla paketlenmiş patates cipsini keyifle yiyenler olsa da toprakla iç içe olmaktan üretmekten ve onları aileleri ve sevdikleriyle paylaşmaktan büyük keyif alanlar da var.  Burada ise ürünleri tüm köyü ile üretip bunları ilgilenen herkesle paylaşmak isteyen ve bunun için de uzun yıllardır uzmanlarla akademisyenlerle ortak “Kiraz Ağacı Edindirme” “Keçi Edindirme” gibi sıra dışı ekolojik çalışmalar yürüten çok farklı var olma biçimi, yaşam sevinci var.

Bahçeyi merak ediyorum. Salondaki sohbete biraz ara verip temiz hava almak istiyorum. Ya da böyle farklı bir yaşamı özendiren toprağın izini sürme isteği olabilir mi?. Evet, işte ağaç diplerindeki kocaman eflatun kasımpatıları ipucu sayılır mı? Kaygısızca üzümlerin üzerinde vızıldayan arılar, bezlerin üzerine serilmiş cevizler…Üç faklı noktada yer alan ahşap masalardan birileri az önce kalkmış gibi ya da az sonra oturacak. Bir gevşeklik bir dinginlik var bu bahçede. Ütü yüzü görmemiş bir düzen, ahenk. Peyzajla ilgisi olmayan. Bana daha önce tanıdığım, yarı toprak yarı beton bahçeyi çiçeklerle nasıl bambaşka bir hale dönüştüren tanıdıklarımı çağrıştırıyor. Onlar da farklı bir ülkeden gelmişlerdi, Bulgaristan’dan. Bedriye gibi. Kendi topraklarını terk etmeye zorlanmış insanlar gittikleri topraklara nasıl da kendi ahenklerini bulaştırıyorlar. Alışıldık köylerde yaşayanlar için bahçe sebze meyve yetiştirilecek, toprak tarım yapılacak, evler “kafa sokulup oturulacak” basitlikte.

 Köyü gezerken bizi buralarla tanıştıran, çocukluğu yukarı köyde geçmiş arkadaşımın bu köy için söylediklerini düşünüyorum. “Bizim evlerin hepsi birbirinden farklı, yukarıdan bakınca buradaki evlerin hepsi beyaz badanalı, bahçeler bakımlı. Neden bizim köy böyle değil diye düşünürdüm.” Boşnak köyü olduğunu öğrenmiş sonra. Türkmenler de var. Gezerken yürüyerek geldiğimiz Aktaş Ovasında bir yıl önce var olan ayçiçeklerini tahayyül ediyorum. Dağın yarım ay şeklinde doğal bir kale duvarı gibi çerçevelediği bu ovada neden Ayçiçeği ve Şeker Pancarı ekilmesi yerine Organize Sanayi Bölgesi yapılmak isteniyor? Neden verimli ova yerine kale gibi kuşatan dağdan örnek alınarak “çorak verimsiz toprak” raporu -düzmece- hazırlatılıyor? Oysa tüm Gölpazarı bölgesinin mermer ve taş ocakları kazılarıyla delik deşik edildiği toprağın kullanılamaz hale getirildiği bilgisi Vikipediada bile yer alıyor. Köylülerden, Türkmen bir genç kadın şiirini okuyor tabelanın önünde, Aktaş ovası organize sanayi bölgesi olmasın diye. Esen rüzgarın ve arada yoldan geçen araçların sesleri karışıyor seslerimize.

 Burada köylerin arasında yürüyüş mesafesiyle üç- beş dakika var.  Bir sonraki köye gezmeye gittiğimizde yol kenarındaki çöplere gözümüz takılınca Bedriye Hanım şöyle diyor: “Biz kendi köyümüzde hiç çöpleri temizlemeyiz, çünkü kirletmeyiz.”  Arkadaşlarla konuşuyoruz işte sihirli formül bu! Her alanda böyle olmalı özellikle sağlıkta koruyucu hekimlik uygulamasını hatırlıyoruz. Oysa yıllardır yaşanan; kirli hava- su , paketlenmiş yiyecekler ve  stres  kaynaklı “kötü” hastalıklara önce yakalanıp, ardından çok pahalı tedavi yöntemleriyle “iyi” olmaya çalışmak. 

Akşam yemekte Gönül Hanım’ın lezzetli yemeklerini ve Bedriye Hanım’ın adını bilmediğim gelininin yaptığı harika tatlıları yedikten sonra üç öğünlük yediğimi fark edip eyvah diyorum. Kuzine ateşinde demlenmiş çaylarımızı yudumlayarak sohbeti hararetlendirmişken salona kemanıyla giren ufak tefek adama bakıyorum. Köyü gezerken tanıştıklarımızdan çoğu buraya bizimle sohbete geliyorlar birer ikişer. Kocaman salonun üç duvarına yaslanmış sedirlerin yastıklarındaki kanaviçe işli bembeyaz örtülerin ve perdelerin güzelliğini ertesi sabah kahvaltıda fark ediyorum. Sohbetler, ustalıkla konuşturulan kemanın ezgileriyle seyreliyor gözler ortada çıtır çıtır yanan odunların alevlendirdiği kuzine etrafında dönen virtüöze çevriliyor. İşte bir sıra dışılık daha; köyün akşamında gene o köyden bir keman üstadından harika ezgiler dinlemek. O ezgilere eşlik etmek sesle, dansla. Yörenin üzümlerinden mamul nefis şarabı yudumlayarak.  Kadınlı erkekli eğlenebilen bir grup olduk köyün birinde. Birlikte çalışıp yetiştirdikleri üzümlerin, elmaların, cevizlerin ve yemekte kullandıkları tüm diğer malzemelerin lezzetinin sırrı birlikte eğlenmeyi de bilmeleri olsa gerek.

 Dönüşte sanki başka bir gezegene ışınlanmış gibi hissettiren bu yolculuğu düşünüyorum, başka bir yaşamın mümkün olduğu mutlu bir gezegene. Yaşadığımız coğrafyada zaman içinde çok farklı kültürün yeşerdiğini okuyarak bilmek evet, ama burada onun bir parçası olarak yaşayarak hissetmek umutlandırıyor. Keşke tüm dünyadaki köylerde yaşayan insanlar böyle birlikte düşünerek çalışarak üretmenin ve bunların hepsini diğer insanlarla eğlenerek paylaşmanın sırrını bilseler, öğrenseler diye düşünüyorum.

“İşimiz gücümüz yaşamak” olsa. 

Işık DEMİRTAŞ

28.10.2021