-Canım neden çocuklara müdahale edip duruyorsun? Bırak ne isterlerse onu giysinler.
-Hadi üst baş neyse de davranışları birbirine benzemeye başladı. Yok Hollanda’dakiler böyle giyinip, şöyle davranıyorlarmış, yok Japonya’dakilerin yedikleri içtikleri aynı olmuş. Biz de aynısını yapsak ne olurmuş. Yahu ne oldu bize? Neden başkasına benzemek zorundayız, onu anlamıyorum!
-Canım, korkutuyorsun beni. Biraz sabırlı olsan diyorum. Bak yeniden kalp krizi geçireceksin diye çok korkuyorum.
-İnanamıyorum ya! Bir de karşı çıkıyorlar. Yok bizler lahmacun yerine hamburger yenilmiyor muymuş yıllardır, ayran ya da limonata yerine kola içilmiyormuş falan. Ya cep telefonu üzerine söylediklerine ne dersin? Karşıymıştık da şimdi elimizden düşürmüyormuşuz. Kullanma tarzımızla bile dalga geçmeye başladılar.
-Sorma canım. Geçen feysbuk mudur nedir onu sordum da nasıl güldüler.
-Ee sen de hep onları savunuyordun. Ne oldu? Bak seninle de dalga geçmişler işte.
Öfkesini dindiremeyen Lütfi Bey, serzenişlerini sürdürmeye kaldığı yerden devam etti. ‘Starbaks’da kahve içince aynılaşmış olmuyor muymuşuz dünyanın diğer insanlarıyla? Sınırların kalkmasını biz istememiş miymişiz? Bak bak. Söylediklerine bak! Kaçıncı yüzyılda yaşıyor muşuz da bilmem ne. Çıldırıyorum ya. Biz daha önce başlamışmışız benzemeye. Daha da neler? Hepsi bu sosyal medyanın yüzünden valla. Kapatacağım bu interneti.
O anda duyduğu sinyal sesiyle telefonuna sarılan Lütfi Bey, uzunca bir süre gelen mesajlara baktı. “E sen de internetten yararlanıyorsun bak.” Suçüstü yakalanmışçasına eşinin araya girmesine öfkelenmişti.
Latife Hanım toparlanıp konuyu yeniden can alıcı noktaya getirdi. “Hem zum var biliyorsun! Nasıl eğitim görecekler. Sakin ol canım. Kola vereyim mi?”
Latife hanım son söylediğinden pişmanlık duymuştu ama olan olmuştu artık. Lütfi beyin suratı iyice asılmıştı. “Ah şu virüs. Bu kadar benzerlik yetmezmiş gibi şimdi davranışlarımız aynılaştı neredeyse. Ne olacak sonumuz böyle bilmiyorum.” Durumu düzeltmeye yetmeyen cümleler olduğunu biliyordu elbette.
-Kola mı dedin?
Latife Hanım konuyu geçiştirmek istedi. “Televizyonu kapatayım mı Lütfi’ciğim. Herkes maskeli baksana. Kim kimdir ayırmak ne kadar zor.”
-Doğru söylüyorsun valla. İnsan var olduğundan beri yüzleri bu kadar birbirine benzer hale gelmemiştir. Bizi birbirimizden ayıran en önemli unsur yüzdeki ifadelerdi. Suratlara takılan tek tip maskeler neredeyse bunu da yok etti. En akıllı olduğumuzu söyleyen bizleri birbirimize benzetti.
-Sorma canım ya. Aslında yıllardır yaşananlar, uygulanan politikalar, sosyal medya, tek tipleştirmede çok önemli adımlar atmıştı ama şimdiki yangına benzinle gitmeye benzemedi mi Allah aşkına. Sanki canlı organizmaların teknolojiyi de alt edebileceğini yeniden kanıtlarmış gibi. Bu sayede birçok trajikomik şeyler de yaşandı hatta yaşanmakta.
Kocasının yumuşadığın fark edince konuşmayı sürdürdü.
-İkiz çocuklarını karıştırmayan anneler bile bu yetilerinin kaybolmakta olduğunu sanınca telaşa düşmüş, hemen ek önlemler almak zorunda kalmış diye yazıyor gazeteler. Maskelerin kenarlarına takılan işaretler yardımcı oluyormuş ebeveynlere. Çocuklara kızıp durma artık. Her evde benzer şeyler yaşanıyor inan. Sahi sizin şu memur, neydi adı, ha hatırladım, Şükrü. Evlenecekti hani?
“Tüh ya! Saat kaç?” Her ikisi de cep telefonlarına sarılır hemen. ”Ferdiyle beni bekliyorlardı kahvede. Kahve dedim de. Ona bile laf etti çocuklar ya. Kahveye gidilir miymiş? Dışarıdan bakanlar bizi “maçolar ya da eşcinsel buluşması” olarak görüyormuş. Öyle olsak neyseymiş de bilmem ne. Artık Cafe’lere gitmeliymişiz. Hatta en son ne desinler beğenirsin. Evden kaçan erkeklerin buluşma yeri gibiymiş de dedikodu alıp başını gidiyormuş da bilmem neler.
-Cafe değil hayatım Kafe!
Latife hanım kıs kıs gülerek söylediği söze eşinin aldırmadığını görünce rahatladı.
Kafayı yiyeceğim valla billa. Of of. Neyse neyse. Biraz gidip sohbet edeyim onlarla. Rahatlarım en azından. Hem sorduğun sorunun yanıtını da öğreniveririm.
-Tamam canım. Hem biraz takıntılarından uzaklaşırsın. Dikkat et kendine, olur mu?
“Merak etme. Geç kalmam.” Latife hanımın onunla birlikte kalktığını görünce Lütfi bey ona engel olmak istedi.
-Kalkma, kalkma ben çıkarım.
-Aaa olur mu hiç! İzlediğim dizide, evde kalan gideni kapıda öperek uğurluyor. Bizim neyimiz eksik.
-Yine mi benzerlik. Hay Allah!
-Dönüşünde beni ara olur mu? Biz de kızlarla Starbaks’da buluşacağız.
Öfkesini zorlukla bastıran Lütfi Bey ters ters baktı.
-Hayda! Aman tamam ya. Haydi eyvallah. Görüşürüz.
Lütfi Bey sokağa adımını atar atmaz çift maskeyi taktı ve söylene söylene ilerlemeye başladı.
-Selamünaleyküm Lütfi abi.
-Merhaba, merhaba Ahmetçiğim.
-Ahmet değil Mehmet, abi. Maskeden karıştırdın yine.
-Sorma ya!
Lütfi Bey daha dikkatli olmaya karar vererek kahveden içeri girer.
-Hoş geldin Lütfi abi. Biz de seni bekliyorduk.
-Hoş bulduk, hoş bulduk.
Oturur oturmaz konuya girer orta yaşlı adam. “Sahi ne oldu senin evlilik işi?”
-Sorma abi ya. Şansa bak tam evlenmeye karar verdik virüs girdi araya.
Maliye çalışanı Şükrü boğazına kadar sıktığı kravatını gevşetmeye çalışırken mırıldanmıştı bu sözleri.
“Hadi ya!” dedi Ferdi. “İşler karıştı desene. Hayatımızın akışı değişti valla. Zum mudur nedir, çocuklar oradan derse giriyorlar ya. Bizim ikizler de uyanık. İlla da iki bilgisayar diye tutturdular. Öff! Yeniden kredi çekmek zorunda kalacağım inan.”
“Tam da rahatlayacaktın, değil mi?”
-Öyle valla, Şükrücüğüm. Kahretsin. Virüsü çıkaran belasını görsün. Neyse ne zaman kızı isteyeceksiniz?
-İsteyeceğiz de abi. İşler sakat. Şimdi kiralar bile ne kadar arttı. Pandemi zenginleri oluşuyor sanki. “Savaş zenginleri, şimdi de bu.” Sözün sahibi bakışların kendisine yöneldiğini görünce konuşmasını kesti.
“Geçen bir arkadaşım nikah masasında bayılmış ya. Hâlâ hastanede kendine getirmeye uğraşıyorlar. Kalp miymiş neymiş. Yoğun bakımdan çıkamadı bir türlü.”
-Kim ya? Kimden söz ediyorsun?
-Tanımazsın Lütfi abi. Belki Ferdi tanır. Bizim köyden saf bir çocukcağız. Remzi, saf Remzi.
-Ne oldu ki. Tam mutlu olacağı anda kalp krizi mi geçirilirmiş.
-Öyle de. Ferdiciğim hatırlamadın onu sanırım. Ne oyunlar oynar, kızdırırdık onu. “Anlatsana Şükrü ya! Ne oldu, nasıl oldu? Yanlış gelin mi yoksa?” deyince üçü de kahkahayı patlattı. “Sen de ondan mı korktun len?”
-Şu çaylar gelsin de anlatayım. Sonra birer duble bir şeyler içeriz. Bugün bendensiniz.
Ferdi hiç kaçırır mı? “Oo Damat Bey, gömüt buldun sanırım.” “Boş ver karıştırma orayı!” “Eee hadi ama. Çatladım ha!” “Tamam Lütfi abi. Aman çatlama yenge bizi keser valla.”
“Pandemi öncesinde gözüne kestirdiği Zahide’yi oğluna istemeye kararlıydı zaten Hatice anası. Ceketinin önü hep ilikli, kravatını ancak yatağa girerken çıkaran Remzi de Zahide’yi bir düğünde görmüş ve beğenmişti söylenilenlere göre. Kızın dikkatini çekmek için tuhaf hareketler yapmış, herkesi kendine güldürmüştü zavallım. Zahide’nin düğün süresince oturdukları tarafa bakarak gülücük atıyor olmasını bir işaret saymış ve annesinden onu kendisine istemesi için yalvarmış. Hemen ardından birbirlerinin telefonunu almalar, feysbuk, whatsap da görüntülü konuşmalar falan.
-Oo. Saf Remziye bak. Teknolojiyi de kullanıyor. Ne kadar da hızlıymış. Helal valla.
“Pandemi önlemleri gevşetilince ellerinde şekerlemeleriyle müstakbel gelinin yolunu tutmuşlar. Herkes sıkı bir şekilde maskelenmiş hatta bazıları siperlik bile eklemişlerdi yüzdeki katmanlarına. Biliyorsunuz maskeler ifadeleri saklıyor ama açıkta kalan yerlerdeki renklenmelerin önüne geçemiyor. Kızın babası ise Zahide’nin büyüğü olan Ahide’yi vermek için can atıyormuş aslında. Neyse damat adayı kız evine gelince kapıyı evin beyi açmış, aileye ağır bir görüntü vermek amaçlı. Yoksa kızlar çoktan kapıdaki yerlerini alırlarmış. Aslında iki kız kardeş anasının gözüymüş. Görüntülü konuşmalarda bile oyunlar oynamışlar ama Remzi hiç farkında değilmiş.
“Oyunlar mı? Ne oyunu?” Bu defa soruyu Lütfi Bey sormuştu. Çocuklarının ardından kendisi de bir iki oyun oynamaya başlamıştı. Yakalanmaktan korktu şimdi. Çünkü herkes onu bu gibi şeylere yüz vermeyecek kadar ciddi biri olarak biliyordu.
-Karşısındaki maskelinin Ahide mi Zahide mi olduğunu anlayamıyormuş bir türlü. Kızlar da Zahide diye Ahide’yi oturtmuşlar ekran karşısına. Ne yapmışsa bir türlü maskesiz görüşmeyi kabul ettirememiş zavallı Remzi.
Lütfi Bey etrafına bakıp, çocuklarının söyledikleri aklına gelmiş, hafiften terlemeye, oflayıp puflamaya başlamış.
-İyi misiniz Lütfi Bey?
-Sağol, Ferdi. İyiyim. Ali, oğlum, şu çayları tazelesene. Eee, sonra ne oldu Şükrü?
-Sıra kahve ikramına gelince damat adayı ve ailesi heyecanla kaş göz oynatarak bekleme pozisyonuna girmişler hemencecik. Kahve kokusu özünden önce salona ulaştığında heyecan doruğa ulaşmış doğal olarak. Biraz sonra maskeli yüz elinde tepsisiyle görününce “Bu Zahide olmalı?” diye düşünmüş damat adayı. Şu maskelere de lanet olsun! Yahu gelin adayının yüzünü göremiyorum. Ütüne üstlük bir de siperlik.” Diye söylenmiş yanındaki anasına. Belli belirsiz bir “Buyurun!” sesi, ikramı kimin yaptığından emin olma beklentilerini boşuna çıkarmış elbette.
Lütfi Bey dayanamayıp araya girdi her zamanki gibi. “Nereden biliyorsun bunca bilgiyi. Adam yoğun bakımdaydı hani?” ”Abi Hatçe abla anlatmış anneme. Onlar yakın arkadaşlar ya.” “Neyse devam et bakalım.” “İsterseniz sonrasını rakı masasında devam edelim. Haydi kalkın!” İlk yudumun ardından devam etti Şükrü.
-Sonra içeriye seslenen anne, meyve servisinin yapılmasını istemiş. Damat adayı Remzi’nin kafası iyice karışmış tabi. Zahide, Ahide yav bunlar karışmasın sonra!” diyerek hırslanmış. Neredeyse servis yapanın siperliğini ve maskesini çekip yırtacakmış. Biraz korona, biraz yükselen fiyatlar, biraz da politika üzerine yapılan konuşmaların ardından, sıra kız istemeye gelmiş. Remzi’nin heyecanı tavan yapmış, elindeki su bardağını sehpaya yerleştirirken yere düşürüp parçalanmasına neden olmuş. Kahkahaların ardından tören gerçekleşince bir sükunet kaplamış ortalığı. Daha önce her şey konuşulduğu için lafı uzatmadan nikah yapılıp ardından az davetiye ile bir kır düğününde anlaşmışlar.”
Bu kez Ferdi araya girip kadehini kaldırdı.
-Haydi, haydi neredeyiz yav. Şerefe. Şükrücüğüm senin şerefine.
Lütfi Bey meyhanedekilerin hep hemcinsleri olduğunu ilk defa görüyormuş gibi hırslanıp kadehini bitirdi. “Aman abi. Yavaş ol ne olur.” Diye seslenen Ferdi’nin sesi gürültüye karıştı.
-Sağolun arkadaşlar. Nikah masasında memur her iki adayın da maskeli ve siperli olması şartını koyunca Remzi öfkelenmiş tabi. Gelini bir türlü göremeyecekti demek. En azından imzalardan önce görmek için ısrar etmiş. Memur da ısrara dayanamayıp kabul etmiş. Gelin duvağını kaldırıp maskesini indirince olan olmuş tabi. Zahide yerine Ahide’yi gören Remzi hemen oracıkta bayılıvermiş. Ambulans çağırmaktansa millet birbirine saldırdığı için ilk müdahale gecikmiş doğal olarak. Neyse ki adamcağızı ölmeden yetiştirmişler hastaneye. Birkaç güne kalmaz yoğun bakımdan çıkar diyorlar.” Herkes gülüp gülmemek arasında gidip geldi bir an için.
Masayı kaplayan sessizliği meyhanecinin çalmaya başladığı 45’likler bozunca, üç kafadar kendilerine gelip üçüncü kadeh için garsona seslenmeyi akıl ettiler.
HAMİT ERGÜVEN