Cemal Süreya, Pülümür ilçesinden 181 aile ve 866 nüfusla birlikte, 7 yaşında Bilecik‘e
gönderilir. Dersim‘den 32 farklı şehre sürgün edilenler toplam 2.907 aile ve 14.411 kişidir.


Bir yük vagonunda açtım gözlerimi,
Bizi kamyona doldurdular,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o
havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle
besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.
(Cemal Süreya, On Üç Günün Mektupları)


Kişinin, yaşadığı evi, toprağı, coğrafyayı isteği dışında terk ettirilmesidir sürgün. Çocukluk
cümlelerini geride bırakma, gençlik hamurunu kesip atma, dil çuvalının ağzını mühürlemedir.
Ölüm gizlenmiştir arkasına, zifiri mahpusluk ya da iktidarın saldığı envai çeşit baskıyla zulüm.
40‘lı yıllarda Almanya‘nın gaz odaları, 60‘lı ve 70‘li yıllarda Latin Amerika ülkelerinin üst
üste binen diktaları ile yakın coğrafyada dalgalanan milliyetçilik, siyasallaşan din, çatışan
ideoloji yüzünden milyonların diyardan diyara sürüklenmesi. Anadolu‘da, Kafkasya‘da,
Balkanlar‘da yaşanılan büyük sürgünler kadar, sonraki yıllarda yakamızı bırakmayan askeri
darbelerin savurduğu hayatlar hala belleklere tutunuyor.
Latin Amerika‘dan söz edince akla gelen, Guatemala‘nın Nobel ödüllü şairi Asturias, onun
uzun sürgün yılları ve ünlü şiiri oluyor.

Ve sen, sürgün:
Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
ne varsa dünyada her şey ödünç,
bizim olmayan çocukları kucaklamak,
bizim olmayan bir ateşe yaklaşmak,
bizim olmayan çıngırak seslerini işitmek,
bizim olmayan ölümlere ağlamak,
bizim olmayan bu hayatı yaşamak,
(Miguel Angel Asturias, Sürgünün Yakınmaları, çev. Eray Canberk)


Sürgün sözcüğünün zorlayan, denge bozucu, şizofrenik bir sözcük olduğunu
düşünüyorum. Kendine ait olanı kaybedip varlığını sürdürmek için başkasına ait olana ilişmek,
yamanmak, sığınmak halinin patolojisini anlamaya çalışırken, 2012‘den bu yana Suriye‘deki
iç savaştan kaçmış binlerce kişiyi görüyorum İstanbul‘da ve Türkiye‘nin her yanında.
Metronun merdiveninde, AVM‘lerin önünde, caddelerin ortasında. Ege Denizi‘nde şişme
botlar üstünde, çocukların cansız bedenleri kıyıda. Edebiyatı yaşadığımız coğrafyanın
olaylarından, insanlarından ayrı düşünmemiz mümkün mü? NEYYA edebiyat grubu olarak
üzerlerine düşen bombalardan, atılan mermilerden kaçıp gelen insanlara uzak durup kayıtsız
kalamazdık. Bu nedenle Papirüs‘ün 18.sayısı Sürgün‘e uzandı. Sürgünü yaşayanların anlatıları
kadar, onların kederlerini sahiplenenlerin yazdığı öykü ve şiirlere de yer verildi. Farklı
edebiyat metinlerindeki sürgünler yeniden ele alındı. Dünyadaki karmaşa ve kargaşanın insanı
bir uçtan öteki uca savurduğu bütün zamanların, insana düşen lekelerini göstermeye çalıştık.
Sürgün dosyasının hazırlandığı günlerde ülkemiz de geniş ve derin koyuluklardan geçmekte.
Ne olursa olsun insana olan umudumuzu kaybetmeden yolumuza devam etmek istiyoruz.
Daha çok okuyarak, daha çok yazarak, daha çok özgürleşerek.

Nükhet Eren

Papirüs Edebiyat dergisinin 18. sayısında yayımlanmıştır. (Eylül- Ekim 2016)