Yazar, şair, sinema eleştirmeni ve televizyoncu Ali Safar, Şam‘da doğdu. Aynı şehirde
tiyatro eğitimi aldı. Arapça yayınlanmış şiir kitapları; Yerlerin Belagati, Sessiz, Kaçan Cümle,
Şehrin Çocuğu. Suriye‘de devlete ait iki televizyon kanalından biri olan Drama kanalında
2008 yılından, ülkeden ayrıldığı 2013‘e kadar yönetmenlik yaptı. Ürdün, Lübnan, Suriye ve
dünyanın değişik ülkelerinde okunan Arap gazete ve dergilerinde edebiyat, sinema yazıları ile
1990‘larda İngilizce çıkan Suriye Şiir Antolojisi‘nde bazı şiirleri yayınlandı. Halen İstanbul‘da
yayın yapan Sout Raya (Raya‘nın Sesi) adlı bağımsız radyo istasyonunda prodüksiyon
müdürlüğü yapıyor. 2011 yılından Şam‘dan ayrıldığı 2013 yılına kadar günlük hayata ilişkin
notlarını kapsayan kitabının adı Günlük Hayatın Mekaniği. Ali Safar kitabın hikayesini şöyle
anlattı:
Suriye Devrimi sürecinde televizyon kanalındaki görevime devam ederken rejim tarafından
sürekli uyarılar alıyordum. Ve bu uyarılar durmaksızın devam etti. Nasıl olsa bir süre sonra buradan
alınıp hapse atılacağımı düşündüğümden yaşadıklarımı yazmaya başladım. Yazdıklarımı Ürdün’deki
bir arkadaşıma iki ayda bir e-posta ile gönderiyordum. İstihbarattan korunmak için mailler şifreliydi.
Bunları açıkça yapamazdım. Çünkü ailem vardı, korkuyordum.
Exe olarak oluşturduğum dosyalar virüs taşıdığı sanılıp açılmıyordu hükümet tarafından.
Dosyanın virüslü olmadığını bilen arkadaşıma uzun süre ve rahatlıkla yazdıklarımı yolladım. Ürdün’de
yaşayan başka bir arkadaşım ise gönderdiğim tüm yazıları okumuş ve herkesin haberdar olması
gerektiğini düşünüp hepsini kitap olarak bastırmış. 2013 yılında Şam’dan Ürdün’e gidince görebildim
ancak. Kendi hayat hikayemin kitap haline geleceğini hiç düşünmemiştim. Kitaptan bir bölüm İngilizceye
çevrildi ve “Syria Speaks” (Suriye Konuşuyor) adlı kitapta yer aldı.
İngilizce olarak yayınlanan bu bölüm, Kasvetli Beyaz Gökyüzünde Siyah Bir Bulut ya da
Acı Darbeleriyle Ölüm adıyla Türkçe‘ye çevrildi, Papirüs‘ün Sürgün dosyasında yer almak
üzere yayına hazırlarken Londra‘dan çok sevindirici başka bir haber geldi; İngiliz besteci
Jonathan Dove tarafından yaylı çalgılar dörtlüsü ve bir tenor için “in Damascus“ adıyla bu
şiirsel anlatı bestelenmişti ve geçtiğimiz Temmuz ayında Londra‘da dünya prömiyeri yapılacaktı.

KASVETLİ BEYAZ GÖKYÜZÜNDE SİYAH BİR
BULUT YA DAACI DARBELERİYLE ÖLÜM
Ali Safar
1
Dün bir şiir yazdım. Yolunu kaybetmesini rica ettiğim bir mermi hakkında kısa bir şiir.
Büyük resme bakınca yaşayan bir cehennemden başkası görünmez olduğundan, artık bana da
yapacak bir şey kalmadı… Bu cehennemde bir tür yaşamı sürdürebilmek için küçük şeylerle
minik detayları konuşmanın daha yerinde olacağına karar verdim.
Mermilerle sıkı fıkı konuşmalar… En saygıdeğer biçimde ölmeyi öğrenmek… Kaybı hoş
karşılamak… Hepsi otomatik olarak yapılan gündelik işlere dönüştü. Kontrol noktalarından
geçmek için taksinin içinde beklerken bunların alıştırmasını yapıyorum. Burada geçici
ikametgâhımda zaman geçirmenin yeni yollarını öğreniyorum. Şam‘da ve Şam civarında,
halen girilebilen mahallelerde tanık oldukları şeyleri bağıra çağıra birbirlerine anlatan şoförleri
dinlemek çok zor şu an. Uzun bekleyiş sırasında zihnimde bir piramit canlanıyor; şoförlerin
anlattığı detaylar piramidin tabanında yayılıp kat kat yükseliyor, en tepedeki sivri uç
kafatasımın tepesine dayanıyor. Detaylar çoğalırken acı beynimin içinde keskinleşiyor.
2
Kısa bir süre önce Şam‘ın El Zuhur mahallesinde tatilde ateşkes olduğuna inanan çocuklar
uykuya daldılar. Fakat bir daha Dünya‘ya geri dönmediler. Ruhlarıysa hiç huzur bulmadan
uykuya doğru yükseldikçe yükseldi. Bugünü kutlayanların üzerinde lanet var bu yüzden…
3
Gecenin sonunda yalnız başına gözyaşı döksen ne yazar? Sabahleyin çocuklar gülüşerek,
yağmur gibi çok, evlerinin yolunu bulacaklar mı ki?
4
İki kadın, biri yaşlı biri genç, göçmen ofisinin önündeydiler. Siyah giyinmişlerdi, Louay
Kayyali‘nin (*) tablolarından çıkmış gibi görünüyorlardı. Orada tuvallerin arasındaki boşlukta,
iki yüzün üzerine düşen mum ışığından başka hiçbir ışık yoktu.
Ağlıyorlardı. Hikâyelerini anlamaya çalıştık, fakat ihtiyatımız ve utancımız, muhtemelen
durumun kendisi de, bizi (yani eşim Zoya ve beni) tereddüte düşürdü. Genç olan diğerine
“Teşekkürü hak edecek bir şey yapmadım,“ diyordu. Fakat yaşlı kadın minnetini göstermekte
ısrarcıydı… dualarla…gözyaşlarıyla.
İki gün önce, ülkeyi terk etmeye çalışan Suriyelilerin oluşturduğu uzun kuyruktaydık…
Hiç bir şey olmadı, sadece güneşin yakıp kavurduğu bir halkı gördük. Zamanla hiç ışık
kalmadı, sadece solan gözlerinin ışığı…gözyaşları gibi…
5
Belki terörün yeni tarifi budur: Hayal gücü ile günlük yaşamın aşinalığı arasındaki bir
yerde aklın oyulması. Hayal gücünün yaralı uçları boyunca uzanan, ayrıntıların asla
tanınamayacak ve kavranamayacak şekilde un ufak edilip toza dönüştüğü bir yer, kurt
adamlardan başkasını göremediğimiz… uzun bir merdivenin ilk basamağı gibi…ve
canavarlarla hikayeler her basamakta gittikçe vahşileşiyor.
6
Şimdi burada Şam‘da her şeye rağmen siyah oyalı beyaz bulutlar, hafif ve serin bir meltem
ve yakındaki inşaatın gürültüsünü bastıran ezan sesi var.
Sıradan detaylar: Onları içime çekiyorum. Bir sonraki patlamanın sesini beklerken kafamın
içindeki acı geçmiyor.
7
Zaman üzerine bir şiir yazacağım.
Sabahın dördünde uyuyakalmışım. Saat onda uyandım. Bilinçaltım mermileri ve
patlamaları saydı mı acaba? Tek bildiğim zamanın geçtiği. Belki de bilmediğim şeyler birikip
bilinçaltımın toprağında kök salar, güneşin doğup batmadan hareketsiz kaldığı, geçen zamanı
selamlayacak en ufak bir esintinin bile olmadığı bilinçaltımdaki o yerde. Ben inanıyorum
patlamalar ve füzeler çiçek açacak.
Her sabah arkadaşlarımın yüzlerindeki zaman çizgilerine bakarım. Doğal bir şey
aramıyorum. İki yıldan sonra zamanın doğal akışından konuşmak anlamsız artık burada.
Hepimiz devasa zaman hapını ağzımıza attık fakat su içmeyi unuttuk, boğazımıza takıldı
kaldı. Şimdi herbirimiz kendi yöntemlerimizle yutmaya çalışıyoruz!
Bütün arkadaşlarımın yüzünde Suriye zamanının sebep olduğu bir çizgi -ya da çizgilervar. Bildiğim herkesi yazayım mı?
Bir yıldan az zaman önce bana “Ali! Bir gecede on yıl yaşlanmışsın!“ denmesi yetmedi
mi? Şimdi de, iki yıl sonra bilgelikten payıma düşeni alamadan altmışıma girdim. Hatta belki
eskisinden bile daha çılgınım.
Arkadaşlarımın yüzleri gözlerimi yaşartıyor!
Önce onların zamana karşı durmalarını ve güzel kalmalarını istiyorum.Sonra bu
düşüncemden vazgeçiyorum. Onun yerine detayların aralıksız geçidine göre zamanı yeniden
tanzim etmeye uğraşıyorum. Yakın bir yerden gelen çatışma seslerini duyuyorum. Daha
yakında bir patlama oldu. Başımıza mermiler yağıyor…
Zaman üzerine bir şiir yazacağım, hala kalırsa.
8
Şam‘ın değişik yüzleri. Yorgun, neredeyse ağlayacak gibi duran yüzüne rağmen bana
gülümseyen bir adam. Ucuz çikolata satan çocuk, yüzünde yeni günlerin hayali… Yüzler
yüzler, kimi acıyla karışmış, kimi umutla sıvanmış.
Çok yüzlü Şam gözlerini bir süre kapatabilir. Bitkin, tükenmiş fakat henüz ölmemiş…
Şam‘ın değişik yüzleri de tıpkı kendisine benziyor…
9
Çok yakında biz Suriyeliler özgür olacağız. Ruhlarımızdan ve yüzlerimizden özgür
olacağız. Ya da yüzlerimiz ve ruhlarımız bizden özgür olacak. Ve mutlu dünya bizim
yaygaramızı daha fazla duymak zorunda kalmayacak. Biz yeryüzünün bu küçük parçasının
huzurunu bozup bir neşe denizini hiddetlendirdik. İnsanoğlu, pek yakında tekrar sakinliğine
kavuşacaksın. Ve söz veriyoruz sizi bir daha rahatsız etmeyeceğiz…Çünkü bizim için
gökyüzüne çıkan bir patika açıldı, bakın işte! Hazırlanıyoruz.
10
Kalbin tam ortasındaki bu kraterler – onları bilir misiniz? Bir türlü yerlerinde duramaz ve
başın en tepesine çıkıp ortalık yerde hıçkıra hıçkıra ağlama arzusunu tetikler!
Bu durum, Suriyelilerin kendi trajedileri ve kayıpları konusunda yazdıklarını okuduğumda
tam da başıma gelen şey işte.
Acılarını ifade etmede ve kederlerini açığa çıkarmada hiçbir halk Suriyeliler gibi olamaz.
11
Bütün seyahatlerimde -çok fazla değil- yolculuğun tatsızlığından kurtulmak için yanıma
bir kitap alırdım. Sonra kitabı gittiğim ülkede bir arkadaşıma ya da karşılaştığım birine
verirdim. Ne zaman bir arkadaşım yolculuğa çıksa, ona “Yol Kitapları“ adını verdiğim bu
kitaplardan hediye ederdim. Tek bir istisna var: Yirmi yıl önce bir arkadaşıma zaten az buçuk
olan parasını Avrupa sokaklarında kaptırmaması için küçük bir çanta vermiştim.
Mart 2011‘de bu kitap ritüelinden vazgeçtim. Eğer devam etseydim herhalde şimdiye dek
kitaplığımın bütün ruhunu talan etmiş olurdum. Şu anki meselem bizi bırakıp giden kişilere,
geri döner umuduyla verdiğimiz kitaplar değil, asla dönemeyecek kişilerle giden kitaplar…
Bunlara “Ölüler Kitapları“ denebilir, ama firavunsal anlamda söylemiyorum bunu…
Bizden ayrılan herkes bir kitaptır, kendi içinde bir kitap. Ve dönmemiz uzun sürmeyecek…tıpkı eskiden olduğumuz gibi, kitapları olmayan bir halk olarak.
12
Zaman geçecek. Bakırdan dev bir çana vurarak olanları belgelendirebiliriz belki. Pekin‘de
Tiananmen Meydanı katliamı öncesinde davullara vurmuşlardı, sonrasında da sokaklar
sessizliğe bürünmüştü.
Demir ve barutun davulları susmayacak bu gece. Kalbim çarpıyor ve Çehov‘un Martı‘sını
tekrar okuyorum. Fakat Treplev gibi kendimi öldürmeyi düşünmüyorum!
13
Kalbim kara bir kömür yumrusu…
Ailesine ve sevdiklerine soluğunda korkuyla veda ettikten sonra bir asker vücudunu
siyahlaştırıyor…
Gönülsüzce kapandıktan sonra, keskin nişancının hedefinin gördüğü şey…
Kalbim, bir sayfadaki nokta. Hayatın öğrencileri umut mektuplarını buraya yazacak.
14
İki gün süren karanlık ve yağmurdan sonra küçük bir tanrı uyanıyor ve bilgeliğini benimle
paylaşmaya başlıyor. Acının tutsak ettiği bir yaratığım. Onun yokluğunda ağlamaya, çığlık
atmaya çalıştım. Şimdiyse, bu sabah ürkek güneş ışığında günlük işlerini yapmak için dışarı
çıkan insanların kalpleri gibi gülümseyerek bana geri dönüyor.
Sokaklarımızdaki insanlar…her biri kendi ayaklarıyla yürüyen bir tanrı… hiçbiri tütsü ve
duanın sihirli halısında uçmuyor…
15
Yolunu kaybetmiş kuşlar geceyi balkonda geçirdi… Ama uzun ve kurşuni gün doğar
doğmaz, yollarını hatırlayıp ayrıldılar.
16
Arapçada kılıcın üç yüz adı varmış…
Ama bugün Suriyelilerin dilinde ölümün binbir tane adı var.
Şehitlerin resimlerini artık saymıyorum… Ama onların dünyasına geçtiğimde her birinin
yüzünü göreceğim.
Onlar bir halkın yaşam kayıtlarını benden önce dosyalamış olacaklar, bir zamanlar cennete
benzeyen ancak cehenneme dönen bir yaşam.
17
İki karanlık arasında haberleşmenin, kimlerin gittiğini bildirmek dışında bir anlamı yok…
Kahrolsun bu hayat…
18
Bitirdim. “Söyleyecek başka sözüm kalmadı…“
19
Bugün iki mahalle arasında futbol maçı var: Kale direkleri, üzerlerine yağan mermilerden
oluşuyor.
20
Bugün kamptan dönen bir çocuk bize hediye getirdi. Onlar yokken evlerine giren mermi
şarapneli. Şarapnel parçalarının en büyüğü bilgisayar ekranına gelmiş. Her gün önünde oturup
hayali düşmanlara karşı savaş oyunlarını oynadığı yere.
Hey mermi, damganı vurduğun için sağ ol.
21
Bir arkadaşınızla bir yerde oturduğunuzda şehrin öte yanında bir katliam olur. Durumu
görmek için gidersiniz, “Allaha şükür herkes iyi“ diye bir haber gelir. Ülkenin başka yerlerinde
başka katliamlar olurken eve varırsınız.
Günün birinde, o gün ne yaptınız diye sorarlarsa doğal olarak şöyle cevaplayacağım:
Katliamın eşiğinde yaşadım.
22
O kalp krizinden ya da kanserden ölmedi: Üzüntünün hançeriyle öldü.
23
Titreyen duvarlar ve sallanan camlar aşamasına geldik. Demek ki bir iki bardak kadar
daha fazla terleyeceğiz.
24
Günlerimiz: Kara bir kutu, hiç açılmayacak…
25
Yazmak bile kör kurşuna döndü…
26
Katile bir mektup: İşini yapmadan önce, hatırla…
27
Dostum Rimbaud, seni yaşlı avare: “Cehennemde Bir Mevsim“ kitabına nasıl inanmamı
beklersin, seni ahmak!!
28
Kararsızlığından dolayı seni affedeceğiz Hamlet, Faust‘u da bağışlıyoruz. İmru‘ al-Qays‘a yardım edip,
Al Mutanabbi‘den geri kalanı arayıp onu layık olduğu biçimde gömeceğiz. Kalan günlerimizi gidenlerin dileklerini arşivleyerek geçireceğiz – tabii karartılmış bir sokakta cahil bir katil veya azgın bir suçluyla karşılaşmadan önce, ülke bize yeterli zaman verirse. Ülkem lütfen birazcık daha bekle. Daha yeni doğduk. Kısa bir süre sonra da gideceğiz… Üstelik tarlalarda, dağlarda, şehirlerde, köylerde hala bizi bekliyor kadınlar…
Analar ve sevilenler…
Papirüs Edebiyat dergisinin 18. sayısında yayımlanmıştır. (Eylül- Ekim 2016)