”Neden hala o tepenin ardındasın?” Güneşin bu sorusunu Ay duymazlıktan geldi. “Sana söylüyorum. Şimdi sıra sende. Dünyaya ışık vermen gerektiğini unuttun mu? Bak biraz daha beklersen geç olacak ve benim ışığımı da alamayacaksın.” “İyi ama şimdi o kadar çok şey var ki benimle yarışan. Nasıl baş edebilirim ben onlarla.” “Neden söz ediyorsun sen?” “Aşağı bir baksana.” “Ne güzel işte. Çiçek açan badem ağaçları beyaza, pembeye bürünmüş. Gelinliğin doğanın eseri olduğunu kanıtlar gibi. Sen de pırıl pırılsın. Birlikte ak renkte bir deniz oluşturacaksınız.” “Öyle mi düşünüyorsun? Bir arada olmamız zor gibi geliyor bana.” “Yapma şimdi. Onları besleyen, büyüten biz değil miyiz? Sen, ben ve ortak sevgilimiz olan toprak değil mi?” “Öyle olmasına öyle. Tabi bu arada sana daha fazla zaman ayırdığını unuttuğumu sanma.”
İkisi de toprağı seviyordu. O da bu durumdan hoşnuttu, her ikisine de yetiyordu. Güneş hiç yanıt vermedi bu serzenişe. Duyguyla bilginin birleştirilmesi gerektiğine inananlardandı ne de olsa. Kısa süren sessizliğin ardından Ay yeniden konuşmaya başladı. “Neyse! Beni geçtiler gibi geliyor bana.” “Bu düşünme tarzını sevmedim. Bak seninle buluşmazsa toprağın üzüleceğini biliyorsun. Daha öncede yaşamıştık buna benzer bir şeyi. Gecelerin size ait olduğunu unutma.” “Ona da kızgınım zaten. Tüm renklerini veriyor herkese.” “Nasıl? Ne diyorsun? Karıştırdın şimdi!” “İyice bak görürsün. Yerde papatyalar, margaritalar ile ağaçlardaki çiçekler dünyayı aydınlığa boyamada benimle yarışa kalkmışlar sanki.” “İyi işte. Beyaz, okyanusların mavisine taş çıkartan saflığın sembolü gibi değil mi?” “Hiçbir şey anlamıyorsun. Anlasan beni zorlamazsın.” Güneş bu dirençle karşılaşmayı beklememişti. Yeryüzünde yaşanan bütün sıkıntıların, başkalarının doğayı olduğu gibi kabul etmeyip ona şekil vermek, kendilerine uydurmak istemelerinden kaynaklandığını biliyordu. “Canım ne olmuş yani. Sardunyaların beyazlığı, pembeliği fena mı olmuş? Geçen günlerde yükselen nergislerin kokusuna tanık oldun mu? Şimdi olsalardı badem çiçeklerinin yaydığıyla yarıştırmaktan hiç çekinmezlerdi.” “Onlar portakal ve limon çiçekleriyle yarışmadılar mı?” “Evet. Doğru söylüyorsun. Bak Aşkın Gözyaşları da damlalarını kırmızıya bürümüş. Daha fazla üzme toprağı. En azından onu düşün.” “Aloe veraları da unutmayalım. Bize doğru tırmanmak isteyenlere basamak oluşturuyorlar değil mi?” Ay bir an için olumsuz duygularını bir kenara bırakarak Güneş’in çizdiği tabloya birkaç fırça dokunuşu yapar. “Evet haklısın. Yeşille turuncu ne güzel de yakışıyor birbirlerine.” “Öylesi de güzel ama. Ya bize doğru çıkmak isteyen kötüler de olursa? Onlara da yardım etmiş olmayacak mı?” Dostu Ay’ın bu kaygısını anlayışla karşılamıştı. “O onun zarif boynu. Hiç öyle bir niyeti yok. Sadece hepsinden daha uzun olmak istemiş. Bilirsin normalde toprağa yakın durur ama arada bir boynunu yükseltir. Hem bize teşekkür etmek hem de herkese selam vermek ister.” Öfkesinin dinmekte olduğunu anlayan Ay konuşmasını sürdürür. “Şu Bodrum papatyalarıyla koyun gözlerini de anlayamıyorum. Bir türlü karar veremiyorlar hangi renkte olmaları gerektiğine.”
Birçokları için bir şeyin adı yoksa kabullenilmesi de zor oluyor. Senin böyle düşündüğünü sanmıyorum. Aslında onlar bizden aldıkları ışığa hiç müdahale etmeden yaşıyorlar. Yukarıda söylediğim cümlemi hatırlıyorsundur. Başkalarının yaptığı gibi yok etmiyorlar aydınlıklarımızı.” “Asıl sen orkidelerle vargit çiçeklerine ne diyeceksin bakalım.” Güneş arkadaşının bu aşamaya gelmiş olmasına sevindiğini belli etmemeye çalışıyordu. “Onlara da mı kızıyorsun yoksa. Kayaların üzerini renkleriyle süsleyen çıtkırıldım vargitlerle burada ben de varım diyen orkidelere bayılıyorum.” “Daha çoktular aslında değil mi? Ne oldu onlara? Mor renkleri zarafetin sembolü olmuş. Bazılarından elde edilen salep ayrı bir tat bırakıyormuş insanların damağında.” “Haklısın. Çok azaldılar ne yazık ki. Mor dedin de anemonları anmadan geçmek olmaz. Birçok renkte oluyorlar ama en çok bu renkte olanlarla buluşmak beni ayrı sevindiriyor.” “Ah ah sorma şu yapılanlar. Kimileri koleksiyon yapma derdinde. Oysa doğa yaşanacak bir şey, yok edilmesi gereken değil.” “Geçmişi bırak istersen. Geçmişin anılarıyla gelecek kaygısı bize anı yaşatmıyor biliyorsun. Şu an oluşturduğumuz tabloyu süslemiş olmalarına bakalım. Hele bir de derin nefes al da gör.” “Derin nefes mi? Portakal ve limon çiçekleri meyveye dönmediler mi daha? Aslında onların çiçeklerinin kokusuna hiçbir şeyi değişmem.” “Yapma şimdi. Her şey zamanında güzel. Her koku, her renk yaşamın güzel parçaları. Ayrımcılık bizi güzel bir yere ulaştırmaz. Onlar yolunup atılınca, ayaklar altında ezilince toprak çoraklaşan yaşama dönüşüyor. Oysa güzel güzel birbirlerini kolluyor, zamanı paylaşıyorlar. İnsanların, onlara bakarak gıpta etmesi gerekmez mi?”
“Gerekir elbette. Yaşamın yorgunluğunu atmak için sık sık bizlere ve onlara sarılmalarına rağmen yine de yapmak istedikleri kötülüklerden vazgeçmiyorlar.” “Bazıları öyle hepsi değil.” “Bazıları demek gerekir. Katılıyorum.” Her ikisi de kimilerinin yaşanan güzel duyguları ölü bilgiyle yok etmek için uğraştıklarını biliyordu. “Limon çiçekleri yerini badem çiçeklerine, orkidelere bıraktı ya. Şimdi onların kokuları var. Portakal ve limonlar, kayaların arasından başlarını uzatıp bize el sallayan nergislerle birlikte gelecek yıla kadar uykuya çekildiler.” “Nasıl da dans eder nergisler değil mi? Kokusuyla sarar herkesi. Tüm kötülükleri yok etmek istercesine dik durur.” “Yapraklarını görebiliyorum. Yok oluşa inat hala yeşiller.” “Ha, onlar mı? E tabi daha tamamen uyumadılar. Biraz daha enerji biriktirmeleri gerekiyor biliyorsun. Sen de zaman zaman güç toplamak için saklanmıyor musun?” “Canım yerine göre değişiyor benim durumum.” “Onlar için de öyle inan. Şimdi burada toprağın altına çekilirken, yarın başka yerde başkalarına sunacaklar güzelliklerini. Yaşamın güzel tadını almak için illa başka yere göç etmelerine gerek kalmıyor. Bulundukları yer onlara yetiyor. Zamanı gelince toprağı öperek başlarını uzatıyorlar.” “Toprağı öperek mi?” “Tabi. Hem kendilerini koruduğu hem de beslediği için.” “Hım. İhanet etmiyor, nankörlüğü reddediyorlar yani.” “Aynen öyle. Şımarmıyorlar da. Birbirlerine yönelik davranışlarını görsen bayılırsın.”
Ay bir an için başının dönmekte olduğu hissine kapılır. “Öf tamam ya. Senin rüzgarına kapılıp neler saçmalıyorum.” “Bir şey demene gerek yok aslında. Ortağımız senin ışınlarına ihtiyaç duyuyor şimdi. Diğerleri de sevgisiz büyüyen çocuklar gibi olur bizsiz. Sevgini esirgeme onlardan artık. Haydi şu tepeyi de geç bak hiçbir kıskançlık yaşamadan seni nasıl kucaklayacaklar.”
“Tabi sen diğer güzellikleri yaşıyor, bana da geceyi bırakıp başka tarafa kaçıyorsun.” “Hangi güzelliklerden söz ediyorsun?” “Bilmiyormuş gibi davranma! Arada bir senin ışınlarını yenerek aynı anda bakıyoruz ya dünyaya. İşte o zaman görüyor ve duyuyorum.” “Bak şimdi. Öyle gizemli konuşmasan daha çok sevinirim.” “Ne oldu senin engin anlayışına. Olayları kavrayışına. Onu da köreltiyorlar mı yoksa.” Arkadaşının bu sorusu üzmüştü Güneşi. Bunun için uğraşanların olduğunu biliyordu. Yine de umudunu yitirmiyordu. “Pek sanmıyorum. Neyse ki henüz onu başaramıyorlar. Boş ver bunu da ne demek istiyorsan onu açık açık söyle.” “Sabahın erken saatinde sen daha yerini tam almadan, uyanmaya çalışırken yani, hatta beni gecenin derinliklerine kadar kovalamadan, durduğum yerden ötüşen kuşları duymadığımı mı sanıyorsun. Ardından dansa başlayan arıları görmüyor muyum?” Ay, arkadaşının son sözlerine aldırmadığını görmüş ama bu defa öfkelenmemişti. “Ne bitmez enerjileri var değil mi? Orkestranın tüm aletlerinden yükselen melodi gibi.” “Ne orkestrası, orkestralar onlardan çalıyor bütün güzellikleri. Yapmacık aletler mi daha güzel ses çıkaracak. Ya da eften püften baletle balerinlerin dansı mı onları geride bırakacak. Teessüf ederim sana.” “Pardon, pardon. Çok özür dilerim. Doğa herkese sunuyor şovunu değil mi? Ne kadar adilmiş. Orkestralar ya da dansçılar gibi değil. Onların da ayrı güzellikleri var ama neyse. Bu arada gecenin sessizliğini de ben özlüyorum zaman zaman. Sessizliğinin yanı sıra, bazen de geceyi paylaşanların hışırtısını, birbiriyle atışan bilge kuşları da kıskanmıyorum desem yalan olur hani.”
“Hah şimdi oldu işte. O halde daha fazla bekletmeyeyim onları.”
HAMİT ERGÜVEN
Masal ve sen uyum içindesin guzel bir yolculuk doğaya.. Masallar msj verir insanlara ..Ben aldım… Kalemine sağlık…
Selamlar
BeğenBeğen
Yüreğine sağlık gene bir solukta okudum, yürekten akan sözcüklerini. Ancak şunu söylemek isterim ki yazında; “…Birlikte ak renkte bir deniz oluşturacaksınız…” diyorsun. Ancak güneş o güneş değil, toprak o toprak değil ve oluşturulacak deniz o deniz olmadığı için kuramıyorsun sanki. Anlayacağın yeniden başlamak gerekir her şeye… o zaman o denizi oluşturmak pek sorun olmaz kanımca.
BeğenLiked by 1 kişi