Bazen artık iyice daralırsınız; kendisini tüm canlıların efendisi zanneden insanların yaptıklarından, sosyal medyada oyuncak gibi alınıp sokağa atılan bir hayvanın çektiği ıstıraptan, cayır cayır yanan ormanlardan, imara açılan güzelim yeşilliklerden, sıkış tıkış kutularda tükettiği ömrünün huzurunu bulmak için avuç avuç hap yuttuğunu anlatan kardeşinizden ya da çocuğunun her işini helikopter anne olarak yapan sonra da “neden adam olmadı” diye hayıflanan arkadaşınızdan. Sonra yıllar önce okuduğunuz bir kitap tekrar önünüze düşer, binlerce yıldan süzülen kadim bilgelik içinizdeki sıkıntıyı dağıtır, umut boynunu uzatır binaların arasından.
Küçük Ağaç annesini babasını kaybetmiş, büyükanne ve büyükbabası ile yaşayan bir küçük Kızılderili çocuktur. Otobiyografik romanını yazan, yazarımız Forrest Carter’ın da ta kendisidir. Beş yaşında bir çocuğun gözlerinden 1930’ların Amerika’sını seyretmeye çıkarız hep birlikte. Doğanın içinde, doğayla bütün olarak, doğaya saygıyla. Her iki ebeveyn de tüm doğallıklarıyla, tüm içten sevgileriyle torunlarını Kızılderili öğretisi ile sarmalarlar.
Büyükbaba “Gidişat”ı anlatır torununa. Her şeyin belli bir denge içinde yürüdüğü doğaya Büyükbaba’nın verdiği addır Gidişat. Yumuşak bir şekilde, “Gidişat böyle” dedi. “Yalnızca gereksinim duyduklarını al. Geyik alıyorsan, en iyisini alma. En küçük ve en yavaş olanını seç. O zaman geyik daha güçlü olur ve her zaman sana et verir. Pa-koh (panter) bunu bilir, sen de bilmelisin!” Kullanabileceğinden fazla depoladığı için arıların ayılar tarafından soyulduğunu söyler; payından fazlasını depolayan insanlar için de durum aynıdır. Savaşların bu yüzden çıktığını anlatır Büyükbaba.
Kendileriyle alay eden otobüs sürücüsüne hiç kafayı takmaz Büyükbaba. … Ama bu onun için taşınacak bir yük, Küçük Ağaç. Bizim kafamızı yoracak hiçbir yük yok.
Küçük Ağaç’ın eğitiminde eleştiriye hiç yer yoktur, Büyükbaba da Büyükanne de her konuda övgü dolu sözlerle yüreklendiricidirler. Öyle ki, yaşamını viski yapıp satarak kazanan Büyükbaba’nın aklı, Küçük Ağaç gelene kadar bu işle nasıl başa çıkabildiğini almaz. Torununun eğitimine yapacağı katkı, kendisi için çok pahalı olan bir yakıt tenekesinden daha önemlidir. Ben, yolda dökülmesin, diye ucu bitki kökleriyle tıkanmış bir yakıt tenekesi taşırdım. Tenekeyi doldurmak epey pahalıydı; böyle olduğu halde Büyükbaba kulübeye dönüş yolunda tenekeyi taşıtarak bana duyduğu büyük güveni gösterirdi.
Büyükbaba torununun hata yapmasına da izin verir. Buzağı konusunda Küçük Ağaç’ın aldatıldığını bile bile olaya müdahale etmez. Küçük Ağaç, öğrenmenin yapmaktan başka yolu yok. Senin buzağıyı almanı engelleseydim, her zaman bir buzağın olması gerektiğini düşünecektin. Sana satın almanı söyleseydim, öldüğü için beni suçlayacaktın. Yaşam içinde öğrenmek zorundasın.
Bilge Büyükbaba’dan, çok şey öğrenir Küçük Ağaç. Herkesin bir işi olmalıdır, bir şeyi yitirdiğin zaman yorulmak iyidir, bir insana yardım etmek istiyorsan bir şey vermek yerine bir şeyin nasıl yapıldığını öğretmek gerekir, gibi pek çok şeyi… Gidişat’ı, doğadaki canlıların bir ruhları olduğunu, onlarla konuşabileceğini, cinselliğin doğallığını kavrar.
Büyükanne de boş durmaz bu arada. Okuma yazma bilmeyen, kitapların da gerekliliğine inanmayan- ama Büyükanne’nin istediği kitapları kütüphaneden alıp getiren- Büyükbaba’nın aksine Büyükanne torununa devamlı kitap okur. Shakespeare okur, Shelley okur, Byron okur. Roma İmparatorluğunun Yükselişi ve Düşüşü’nü, Büyük İskender’i okur. Karı koca Macbethlerle, Julius Caesar ile ilgili Büyükbaba’nın ve torunun yorumları düşündürürken gülümsetir de.
Kan bağı olmadan kandaş olmanın ne demek olduğunu anlatır Büyükanne bize. Anlamadığı bir şeyi sevemeyeceğini, insanları ve Tanrı’yı anlamazsan her ikisini de sevemeyeceğini söyler. Büyükbaba ve Büyükanne birbirlerini anlıyorlardı ve dolayısıyla seviyorlardı. Büyükanne, yıllar geçtikçe anlayışının derinleştiğini ve ölümlü insanların düşünebileceği ya da açıklayabileceği şeylerin ötesine geçtiğini sandığını söyledi. Dolayısıyla buna “kandaş olmak” diyorlardı.
Büyükanne, Küçük Ağaç’a geçmişini bilmeyenin geleceği olmadığını söyler. Bir Çeroki yerlisi olan Büyükanne, beyaz adamın sistematik olarak yok ettiği Amerikan yerlilerinden olan Çerokilerin onurlu “Gözyaşı Yolu”nu anlatır. Topraklarından koparıp atılan ve ellerinden her şeyi alınan bu insanların sürüldükleri yere onları götürecek arabalara binmeyi reddederek ellerinde kalan tek şeyin, ruhlarının çalınmasına izin vermediklerini aktarır.
Koca ölü karısını taşıdı. Oğul ölü annesini, babasını taşıdı. Onları kollarında taşıdılar. Ve askerlere bakmak için başlarını bile çevirmediler. Onların geçişini izlemek için yolun iki yanına dizilen insanlara da bakmadılar. Bazı insanlar ağladı. Çeroki ağlamadı. Ağlamasını dışarı vurmadı; çünkü Çeroki onların ruhlarını görmesine izin veremezdi; arabalara binmediği gibi.
Ve bu yüzden o yola Gözyaşı Yolu adını verdiler. Çeroki ağladığı için değil… Yola, Gözyaşı Yolu adını verdiler, çünkü bu ad romantik geliyor ve yoldan geçenlerin hüznünü anlatıyordu. Bir ölüm yürüyüşü romantik değildir, oysa…
Büyükanne ve Büyükbaba’nın yanı sıra Çam Billy, Söğüt John, Bay Şarap gibi karakterler de Küçük Ağaç’ın eğitimine önemli katkıda bulunacaklardır. Çam Billy’den iyi bir şeyle karşılaşıldığı zaman onun paylaşılması gerektiğini, Söğüt John’dan yerlilerin hediye verme biçimini, Bay Şarap’tan tutumluluğu öğrenecektir.
Ancak, bu küçük yerlinin, kaçak viski satıcılığından bir vakitler hüküm giymiş bir Büyükbaba’nın yanında yeterince medenileşemeyeceğine inanan beyaz adam yola çıkmıştır. Küçük Ağaç, ehlileştirilmek üzere ailesinden koparılır ve bir yatılı okula verilir.
Küçük Ağaç, bir vahşi olarak hor görüldüğü, anne ve babası Çerokiler tarafından evlendirildiği için piç sayıldığı, geyiklerin çiftleşmesi olayından doğallıkla bahsettiği için insafsızca cezalandırıldığı, noel ağacının acımasızca kesilip öldüğüne şahit olduğu bu hapishaneden beter okuldan Büyükanne ve Büyükbaba’nın öğretileri doğrultusunda kurtulacak mıdır? Ufacık yaşında kurtulma kararının da onda olması beklenecek midir? Küçük Ağaç, Gidişat’a geri dönebilecek midir?
Forrest Carter dilleriyle, gelenekleriyle, doğa ile kusursuz uyumlarıyla birlikte yok olmakta olan kadim bir halkın bilgeliğini Küçük Ağaç aracılığıyla zamanımıza taşımış. Artık olmayan ağaçların, akmayan suların, çiftleşmeyen geyiklerin sesi olmuş, bizi unutmamaya davet etmiş.
Asil Şenol Topçu –Haziran 2022