Kapıyı açtığında karşısında pişmiş kelle gibi sırıtanı görünce “Yahu el alem için, ‘Da ist ein baby klingen night’ yazdık ama başta sen uymuyorsun” diyordu ki gözü kocaman siyah poşete takıldı. Bebeğin uyanmasına kızmayı bırakan kadın, “Ne var onun içinde?” diye sordu. Evin iki oğlu merakla koşturdu. Poşetin kalın bağını çözen adam, kaz irisinin boynunu kavradığı gibi oradan oraya sallayıp “Tıss tıss!” diye sesler çıkarınca çevresindekilerin her biri bir tarafa kaçıştı. Şoku atlattıklarında yavaş yavaş yaklaştılar.
– Bu ne şimdi?
– Kaz.
– Onu görüyorum. Ne arıyor burada?
Annesinin arkasından eteğine tutunmuş iki yaşındaki oğlan, tek gözüyle olanları anlamaya çalışıyordu.
– Ne arayacak, eti çok lezzetli olurmuş. Bir müşteri tavsiye etti, aldım.
– Böyle mi yeniyor peki?
– Tüyleri yolunup pişirilecek.
– Sen bana baksana, onu nereye götürürsen götür gözüm görmesin. Çocuklar da korktu. Ben bu hengâmede onunla nasıl uğraşayım? Sanki hayatımda yaptım da.
– Ben yaparım.
– Hayır efendim, hemen bu evden gidiyor.
Sitenin bahçesindeki taşları tekmeleyip üst üste sigara içen adam, poşeti çöpe atacaktı ki vazgeçti. Arabasına bindiği gibi soluğu yakın arkadaşının evinde aldı. Eline tutuşturulana şöyle bir bakan arkadaşı, “Oo çok sağ ol kardeşim ya, çok severim kaz etini, hanım pişirir afiyetle yeriz valla,” derken karısının, kazın ayağının öyle olmadığından haberi yoktu. Arkadaşı gittikten sonra “Hadi sallanma, şunu buzdolabına koy, yarın bakarsın icabına,” diyen kocasına her zamanki gibi itaat eden kadın, uzun uğraşlardan sonra dolapta anca yer açabildi. Yarın ne pişireceğini düşünmeyecekti. O rahatlıkla uykuya daldı.
Sabah çocuklara kahvaltısını verdikten sonra kara poşeti açtığı gibi elleriyle yüzünü kapatması bir oldu. Araladığı parmaklarının arasında gördüğü neydi öyle? Elinin altında bir tüy dağı vardı. Allah, bütün kazların tüylerini onun üstünde mi toplamıştı yoksa? Nasıl yolarım ben bunları şaşkınlığıyla düşündü taşındı. Keşke balkonumuz olsaydı diye hayıflandı. Sonunda çocuklara “Banyoda işim var, oyuncaklarınızla oynayın siz,” dedi. Ya Allah, ya Bismillah diye başladı yolmaya. Başladı başlamasına da yoldukça yerine yenileri geliyordu sanki. Kocasının “İcabına bakarsın,” dediği kaz, onun icabına bakmış elini kolunu kaldıracak hali kalmamıştı. Üstelik art arda gelen hapşırıkla uğraşıyordu bir yandan. Her hapşırdığında uçuşan tüylerin banyonun hangi köşesine yol aldığı umurunda değildi. Derdi, tek bir tüy kalmamasıydı. Kendini kaptırmış işine devam ederken susadığını hissetti. Banyodan çıktığında çocuklar garip garip ona baktılar. Kapının yanındaki boy aynasında, sanki her tüyün ucu metalmiş, gri yün elbisesi de mıknatıslıymış gibi önüne gelen ilmeğe hunharca yerleşmiş tüylerin onu anaç bir kaza çevirdiğini hayretle gördü. Olayı eğlenceye dönüştürüp tüyleri çekiştirmeye başlayan çocuklar, kadının “Yapmayın, buralar da rezil olacak, bak kızıyorum ha,” sözlerine aldıracak gibi değildi. Ellerinden kurtularak banyoda bu kez elbisesinin üstündekilerle cebelleşmeye başladı. Arada çocukların yemeklerini verip tuvalet ihtiyaçları için tüy cehennemi saydığı banyoya girip çıkmalarına yardımcı olurken saatler nasıl geçti anlayamadı. Akşam yemeği için bir tencere çorba yapma gücü kalsa da elinde iki yastık dolduracak kadar kaz tüyü ile zafer onundu.
Sofraya oturduklarında kocasının “Çorba ile tıkanmayalım, hele getir şu kazı hanım,” sözü ile yerinden fırlayan kadın, az sonra koca bir torba ile dikildi karşısına.
– Kusura bakma daha bu aşamadayım.
– Nasıl yani bu kadar tüy ondan mı çıktı?
– Evet, mahvoldum bütün gün.
– Ee, o kadar yapmışsın, pişirseydin ya.
– Tütsülemeden nasıl pişireyim? Tavuk bile tütsülenmek istiyor.
– Dert ettiğin şeye bak. Dur hele karnımı doyurayım bir çözüm bulurum.
– Bu öyle çakmakla tavuk tütsülemeye benzemeyecek. Keşke buradaki ocaklar elektrikli olmasaydı.
Böyle başladı tekrar banyoya sığınmaları. “Ben gazete tutuştururum sen de kazı oraya buraya çevirirsin, olur biter,” dedi. Bir sorun vardı. Kadının boyu kısa, kocası ise uzun boyluydu. Çömelerek gazeteleri yakmaya çalışan adamın şişman bedeni bu durumu kabul etmedi. Kazı onun tutması teklifini “Sen beceremezsin gazeteleri yakmayı,” diye reddederek hemen bir çare buldu. Karısının “Bak kırılır kapak, düşerim,” sızlanmasına aldırmadan klozetin üstüne çıkmasını söyledi. Artık rahat rahat çalışabilirdi ama gazeteler yanmaya başlar başlamaz şöyle bir alev yapıp hemen sönüyordu. Acele edip art arda tutuşturmak gerekiyordu. Adam, onlarca kez “Çevir kazı, çevir kazı” diye heyecanla bağırdı. Kazın her santimetrekaresine gündüzden aşina kollar, otomatiğe bağlanmış gibi verilen komutu yerine getirdi. Türkiye özlemiyle biriktirdikleri gazetelerden bir tane bile kalmadığını anladıklarında durabildiler. Zafer onlarındı. Derisinde leopar deseni yarattıkları hayvana, zaferlerinin anıtı gibi bakan koca, karısının omzuna pat pat vurarak “İyi iş başardık,” diye gururlandı. Kadın kurtulduğu için sevinçle “Evet,” diye onayladı. Eserlerine bakmayı bıraktıklarında tavana kadar is içinde kalan banyoda göz gözü görmediğini fark ettiler. Genizlerini zorlayan kokuya dayanamayıp uçuşan yanmış gazete parçalarının arasından kendilerini dışarı zor attılar. Onları üstleri başları, elleri yüzleri kapkara gören çocuklar birbirlerine yanaştı.
Ceyda Sevgi Ünal
ÇEVİR KAZI
