Cenap Şahabeddin Tiryaki Sözleri kitabında der ki; “Ademin dudakları Havvanın dudaklarına dokunduğu anda şiir doğdu ve doğanın bağrında insanlığın bütün acı ve lezzeti gizli idi.” Adem ve Havva ile başlayan elmalı-suçlanmış insan ve şiir, hep savunulması gereken bir durumda varlığını sürdürmekte. Aristoteles, Poetica kitabında dolaylı yoldan hocası Platon’a karşı şiiri savunmaktadır. Platon, Devlet kitabında yaşlılar-engelliler, özellikle insanların aklını karıştıran şairlerin sitenin dışına bırakılmasını ister. Şiir; sürekli savunulan, yeni akımların daha yeni bir akım olduklarını bile anlayamadan, savaş, afet, salgın hastalıklar, devrimler, darbeler, elektronik iletişim araçları, iklim krizi gibi etkenlerle biçimi-dili-içeriği, ritmi değişen, yeniden yeniden savunulan, simge ve imgelerle gerçekliği arayan bir edebiyat dalı. Ürkütücü de olsa, şairin peşine düştüğüyse gerçeklik.
Necati Tosuner 2013 Dünya Öykü Bildirisi’nde şöyle yazmıştı: “Gerçek elektrik akımından güçlüdür, çarparsa?” Gerçeğin peşine düşmek önce kendini kandırmamak ve yaşam atılımı gerektirir.
Felsefeye ‘elan vital-hayat hamlesi-yaşam atılımı’ (vitamin-vita yağına ad olmuş) kavramını kazandıran Bergson felsefesi estetik açılımlı bir felsefedir. Duyulur dünyayı aşan bir şeyleri, duyulur dünyanın üst duyarlılığını önerir. Şöyle söyler: “Bir roman yazan yazar, kişiler ve durumlar yaratan tiyatro yazarı, senfoni besteleyen müzikçi, şiir yazan şair kafasında basit ya da soyut bir şeyler olan insandır. Bir şema üzerinde çalışılır, öğelerden ayrı bir imgeye ulaşıldığında işin sonu alınmış olur.”
Bergson’un saptamasıyla ‘sanatçı, yaşamın sunumuna ulaşmaya çalışandır’ çıkarımını yaparız. Duyulur dünyanın üstünde bir yerden algılamak, elde edilenle birlikte, içselliği yetkin bir sunumla dışa vurmak. Dünyanın sunumu bir ölçüde bireyselliğin sunumudur. Bu sunum simgelerden kurtulmuş, simgelerin sunumu, dili simgelerin dili olmuştur. Simgelere başvurma gereksinimi, gerçeğin imgesine ulaşmak için gerçeğin biçimini bozar. Cemal Süreya gerçeğin imgesine ulaşmak için, Anısı başlıklı şiirine şöyle başlar: “Simgelerin herkesin olduğu an,/ Ay fena oynar yerinden/ tam tutacakken ötesine geçersin/ ulaşmak istediğin şeyin.” Sanatın sunumsal bakışından söz ederken, kapitalist sistemin sunumsal bakışı gereksiz tüketimi körüklerken bu nedenle mi korkar sanatın simgelerinden, bu nedenle mi şairlerin şiirlerini çarpıtarak tüketim nesnelerinin reklam sözlerine çevirir.
Marx-Engels’in Alman İdeolojisi Feuerbach kitabında şu saptamayı yaparlar: “Toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür.” Maddi güçler zamanla değişir. Teknoloji-elektronik iletişim araçları egemen sınıfın yeni maddi gücüne dönüşür. Küresel sistem, yeni maddi gücü teknolojiyi kullanarak insanı yeniden ve yeniden biçimlendirir.” Bu biçimlendirmede imgelerimiz ve şiire ne olur? Biçimlendirilirken bireyselliği, ben’i-ben’leri, kişiliği aynılaştırılan… “Kendimden bile sıkıldım” diyemeyecek kadar unutuş içinde birbirine benzetilen insan, Serkan Türk’ün Patikalar başlıklı şiirinde kaçışıp durur: “sonra dedim,/ herkes kendi benzerinden kaçıyor bu evrende/ şu patika yoldan geçen kuzular gibi/ ayakların neye değse yorgun/ ağzında ne acılık ne şeker/ bildiğin bir unutuş.”(1)
Araç Mesajdır kitabının yazarı Herbert Marshall Mcluhan, 1963 yılında Toronto Üniversitesi bünyesinde kurduğu Kültür ve Teknoloji Merkezi’nin müdürlüğünü üstlenir. Elektronik teknolojinin insan toplulukları üzerinde etkilerini inceler. Ona göre Gutenberg’le başlayan matbaa devrimi, sanayi devriminin öncüsüdür. Matbaanın öngörülememiş sonucu toplumun parçalanmasıdır. Taşınabilir kitapla okuma eyleminin bireyselleştiğini, yabancılaşmanın başlayacağını söyler ve Küresel Köy kuramını ortaya atar. Elektronik medyayı dünyayı algılamanın kolektif yollarına geri dönüş olarak değerlendirir. Şöyle söyler: “Eğer içeriği oluşturan araçsa “NE” dediğimiz söyleyeceklerimizi “NASIL” ileteceğimizi belirtmekten daha önemsiz hale gelmiştir.” Mcluhan akıllı telefonları, akıllı saatleri, facebook, twitter, instagram, adım başı gizli kameraları göremedi. Gerçeklikle ilişki ve yabancılaşma durumumuz nedir? 1950 yıllarından önce yazılmış Asaf Halet Çelebi’nin Gözler Kimi Gördüler başlıklı şiirindeki soyut olarak kaybolan-kaybolmak isteyen insan, günümüzde sanal ortamda kayboluvermiştir. Akıp giden sayfalarda aynılaşan, neyi nerde niçin nasıl okuduğunu-gördüğünü unutmuş, kimin kim olduğunu boşvermiş, karşılaştığında tanıyamamış, sokaklardan uzaklaşmış insanlık hallerinde. Çelebi’nin şiiri insanın ne olduğunu anlayamadan içine düştüğü bir somutlaşma halidir: “odalarda oturdum/ odaları kapladım/ sokaklara çıktım/ sokakları doldurdum/ görünen her şey ben oldum/ ve her şey beni gören göz oldu/ ve ben görünmez göz oldum.”(2)
Gerçeküstücü akımından şair Lautreamont, Moldoror’un Şarkıları kitabında şöyle söyler: “Bu yüzyılın şiirsel sızlanmaları safsatadan başka bir şey değildir. İki tür şiir yoktur. bir tek şiir vardır. Sözsüz bir anlaşma vardır yazar ve ile okur arasında, buna göre birincisi kendine hasta adını verir ve ikincisini hasta bakıcı olarak kabul eder. İnsanlığı avunduran şairdir! Zorla değişti roller.” Şiir piksele ve DNA’ya dayanmışken insanlığı avunduran şairin durumu nedir? Okuru hastabakıcı olarak mı görüyor halâ?
Lautreamont’un umutlu şiir muştusuyla sonlandıralım, “Ama biliniz ki ördek yüzlü insanın alıkça, alaycı gülüşünün bulunmadığı her yerde şiir vardır.”
Nalan Çelik
Dipnotlar:
1 – Serkan Türk, Elemlerin Nefesi, Şiir, Yitik Ülke Yay. İst. 2022, s, 37
2 – Asaf Halet Çelebi, Om Mani Padme Hum, YediTepe Yay. İst. 1953, s, 49
Nefis bir deneme.
Aklımda tutmaya çalışacağım öylesi özlü alıntılar var ki, belleğimde yer etsin diye birkaç kez okudum. Yetmedi, bazılarının da ekrandan fotoğraflarını çektim.
Sayın Nalan Çelik’ teşekkür ve iyilik dileklerimle.
Uğur G.
BeğenLiked by 1 kişi