Derenin içinde bir kuyu var, mataraları doldurmak için yayan yanına gidiyorum. Kuyu taştan yapılmış, bakır bakraç yok içinden suyu alacak, mataraların bağlı olduğu bastonun- biz çöte diyoruz- bir ucunda iki matara diğer ucunda da iki matara var. Onları sallayarak indim kuyuya, mataraları fotur fotur doldurdum derken yukarıdan bir kaya parçası- çiğir- düştüğünü fark ettim. Çok ürküyorum, kuyunun içinde kendimi nasıl korurum “atma çiğir atma“ diye bağırıyorum, “kim atıyor çiğiri atmayın” çığlığım duyulmuyor. Korku içindeyim, henüz ilkokulu bitirmiş çobanım, babamın koyunlarını her akşam üzeri çıkartıp sabaha kadar otlatıyorum. Su doldurmaya beni gönderdi köyün tecrübeli çobanları, zifiri karanlığın içinde kuyuya geldim. Gittikçe göz gözü görmeyen kuyuda el yordamıyla taşların arasına basa basa suya ulaşmışım. Birden Poşnak Osman olmalı çiğiri atan diyorum içimden, adıyla seslenirsem korkutma oyununu bırakır. “Osman atma, atma Osman”, bağırıyorum. Ses yok, bir çiğil daha yukarıdan gelip koluma çarpıyor. Korkum kuyudan çıkıp yıldızlı göklere ulaşırken, korkudan altıma kaçırıyorum. Sessizlik ve çaresizliğin son adımında mataraları doldurup kuyudan çıktığımda Osman ya da başka birini görmüyorum.

Derin nefeslerle bir kaç adım atınca tam önümde eşeğe binmiş birini fark ettim. “Hacı Amca! Hacı Amca!” diye bağırdım. Hacı Amca’nın bir ayağı sakattı eşeğe biner öyle koyun güderdi. Ses gelmeyince duymadığını düşünüp ürkerek yanına vardığımda ne göreyim, eşeği binmiş Hacı Amcam aslında bir ardıç ağacının dalıymış. Rüzgâr esince salınan ardıcı eşekle ağır ağır yol alan Hacı Amca sanmışım. Mataralarla ve sessizce mola yerine döndüm. Susam gevreğiyle karınlarını doyuran çobanlar bağırdığımı duymuşlar, aralarında oturan Hacı Amca “bana mı seslendin durmadan, Garamemed” diye sordu. “Rüzgâr ardıcı sallayınca eşek de lan lan önünde çanı, öylece gidiyor zannettim” deyince “ağacı bana benzettin ha” diye gülmekten katıldı. Çobanlar mataraları kapıp lak lak içtiler, su bitti susuzlukları geçmedi. Bir daha doldursan isteklerine anında cevabım hazırdı; “Öldürseniz bile bir daha o kuyuya gitmem”.

Kırın korkusu başkaydı, insana gözüne olmadık görüntüler getirir, bilinmez düşmanlar yaratırdı. Yıllar sonra buna benzer olayın benim gibi Kocayaka köyünden olan Arif Amca’nın başından geçtiğini öğrendim.



Hile hurda bilmez içi dışı birdir, tatlı dilli güler yüzlü Anadolu insanıdır Arif Amca, toprakla uğraşır yıllardır. O sene susam ekme zamanı gelmiştir. Yaz başında olanları hikaye etmeye gayret edeyim.
Arif Amca, akşamdan öküzleri yemlemiş, eşeğin semerini hazırlamıştı ertesi gün susama gideceği için. Erkenden yattı ama tedirgindi, saati olmadığından biraz uyuduktan sonra kalktı, eşeğini ahırdan çıkardı. Sabanını, boyunduruğunu, okunu, hayvanların yem torbasını ve kendi yiyeceği ekmek torbasını hazır etmiş, içeceği suyu matarasına koymuş, hepsini eşeğine yüklemişti. Eline çengelli övendiresini alıp eşeğin yularını tutarak çift öküzünü önüne katıp susam ekmek için Yarıtaş’taki tarlasının yolunu tuttu. Ortalık karanlıktı, köy ile tarla arası epeyce uzak olduğundan bir saatten fazla yolu vardı. Tan yeri atmak üzereyken tarlasının yirmi ile yirmi beş dönüm yakınına gelince tarlanın hemen ucunda insana benzeyen karartılar gördü.

Ağırlaştı, gördüğü şeye doğru ağır ağır yaklaşmaya başladı. Aniden dozzzz sesiyle çat diye bir şey gözüne çarptı. Eliyle gözünü tutup avazı çıktığı kadar bağırdı. “Beni vurdular, kurtarın! Kurtarın beni” çığlıklarıyla geriye doğru koşmaya başladı, Mıstan gölüne kadar geldi. Şafak sökmek üzereydi, soluk soluğa kalan Arif Amca gözünün üstünde sımsıkı tuttuğu elini hafifçe oynattı, sonra kolunu indirdi, avucundaki tespih böceğini gördü. Bağırdığımı kimseler duymamış olsa diye kendi kendine homurdandı. Böcekten kurtulup tekrar tarlasına yöneldi. Tarlasının yanında insan sandığı şey de ağaç çeltisiydi. Elindeki övendireyle çeltiye durmadan vurdu, bağırdığını duyan kaçtığını gören olmadığına sevindi. Ardından çiftini koşup tarlasını sürdü, susamı ekti, toprağın nemi kaçmasın diye sürgüsünü çekti. Gün doğdu, hayvanlarının torbasını taktı, kepeneğini yere serip hanımının akşamdan hazırladığı ekmek gevreğini yemeye başladı, ağaç çeltisine baktıkça kendi kendine güldü durdu.