Sanat ve İntihar

Sokrates’le başlayan insan felsefesiyle ‘hayatın anlamı ne?’ sorusu, farklı yanıtlarıyla defalarca soruldu. Sokrates’e göre sorgulamaktı. Hayatın anlamından sonra, intihara ilişkin Platon’un Phaidon diyaloğunda idam edileceği gün öğrencilerine şunları söyler: “İşi bu bakımdan dikkate alırsak, Tanrı bugün bana emrettiği gibi emretmedikçe, insanların kendini öldürmeye hakkı olmadığını söylemek saçma değildir.” (1) Ona göre intihar günah, Tanrı tek, ruh ölümsüzdür. Daimonion adlı varlık Tanrıyla insanlar arasında ilişkiyi sağlayan bugünkü din diline göre iyi cin- meleklerdir. Meleklerin sesini duyabilen Sokrates, kendini bir çeşit Peygamber olarak ortaya koyarak, devletin çok tanrılı resmi dinine karşı çıkar. Zenon ise insanın intihar etme hakkı olduğunu savunur, yaşlanmaya başladığını anladığında intihar eder.

     Tek tanrılı inanış-Hıristiyanlığın ‘öldürmeyeceksin’ emriyle, başkasını öldürmekten çok kendini öldürmek günah sayıldı. Cehennemlik günah olan intihar, felsefe-edebiyatta yer almaya başladı. Thomas More Ütopya’da, sürekli acı çekmek zorunda kalan insanın kendini yaşamdan kurtarma hakkı olduğunu savunur. Her şeyin özü-temeli-sorunsalı ekonomiktir. Savaşa karşıdır. Savaş, yoksulu zenginler için toplu intihara sürükleme-öldürme-sakat bırakma biçimidir. Sakatlar iş bulamadığında hırsızlık yaparlar; “Sizin yaptığınız nedir biliyor musunuz? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmaktır.” (2)

     Hırsızlık yapmaya yönelecek kadar aç olan insan intihar provasında yaşıyordur. Shakespeare, hayatın anlamı ne sorusunu; ‘Olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu’ diye yanıtlar. Eserlerinin çoğunda kahramanlar intihar eder. Maskeli balolarda yiyip içip dans eden varsılların hayatı sorgulaması, intihar nedenleriyle yoksullarınki farklıdır. İntihar etme gereçlerinin seçiminde erkekle kadın arasında cinsiyet farkı vardır. Juliet, mutfağın olmazsa olmazı bıçakla intihar etmeyi seçer. Satın alma, yasalarla uğraşma, kendinden başka birini ‘hayatın anlamı’ konusunda sorgulatmaya çalışmaz. İntihar etmek için zehir içme yolunu seçen Romeo, eczacıya Sokrates’in sorgulama yöntemini uygular. “Nefret ve yoksulluk çökmüş omuzlarına:/ Ne dünya senin dostun, ne de yasalar;/ Seni zengin etmek için hiçbir yasa koymuyor dünya;/ Öyleyse, züğürtlükten kurtulmak için / Al şunu, çiğne yasayı.” (3) Varsıl erilin, yoksul erili hayatı sorgulatmasıyla dönemin sorunlarını, farklı zehir türlerini öğreniriz. “Al işte altınların – daha beter bir zehir insan ruhuna/ Şu satışı yasaklanan zavallı karışımlardan/ Daha çok cinayet işler şu rezil dünyada.”(4) İnsan ruhunu zehirleyen altınla binlerce yıldır doğa katledilirken, insan türü kendi toplu intiharına bir ‘intihar emekçisi’ gibi hazırlanmaktadır.

Komiğin Rutin İntihar Provası – Oturanlar

     Yunan tragedyalarında günah-ceza sürekli işlenir. Tragedya kahramanları tanrılar gibi yemez, içmez üşümezler. En önemlisi, oturmazlar. Bergson durumu şöyle değerlendirir: “Tiradın ortasında oturmak bir bedene sahip olduğunu anımsamak demektir. Sırasında bir ruhbilimci de olan Napoleon trajediden komediye yalnızca oturma olgusuyla geçildiğine dikkat etmişti.” (5)

     Oturulan yer kral tahtı, aristokrat koltuğu değildir.  Hendekte sabahlamış Estragon’un çizmesini çıkarmaya çalıştığı tümsektir. Beckett, oturanın karşısına ayakta durup şapkasını çıkaran, içinde elini gezdiren, şapkayı sallayıp bir şeyler arayan Vladimir’i seçer. Şu sözcük çıkar ağzından; ‘komik! ’Estragon’da uzun süre çıkarmaya çalıştığı çizmesinin içine bakar, elini gezdirir, çevirip sallar, ‘hiç’ der. Yaşamın ‘komik-hiç’ saydığı kahramanlar üst başlarının düzgün olduğu Eyfel Kulesinin inşa edildiği yılları anımsayarak, rutin intihar provasını ilk ne zaman gerçekleştirmek istediklerini anımsarlar. Berbat yaşamları onlara o kadar uzun gelmiştir ki Faust’un şeytan-hırsızı Mephistopheles’inin: “Ama bir endişem var/ Zaman kıt, sanat zor.”(6)  Deyişi yabancıdır onlara: “Bir milyon yıl önce düşünmeliydik bunu. Bir sekiz yüz doksanlarda. Eyfel Kulesi’nden el ele ilk atlayanlardan olabilirdik pekâlâ.”(7) Partal giysileri nedeniyle Kuleye yaklaşamayacaklarından, intihar seçimleri değişir. Bir ağacın dallarına umut bağlamışlardır kendilerini asmak için. Kurtarıcıları İsa’yla beraber çarmıha gerilmiş iki hırsızdan biri kurtulmuş biri lanetlenmiştir. İncil yazarlarından orada olan dört kişiden yalnızca biri kurtulan hırsızdan söz etmiş. Öbürlerine değil de ona inanmış insanları, hırsızın cehennemden kurtuluşunu sorgular iki arkadaş. Lanetlenen-kurtulan. Hırsız dünyası inancından bekledikleri Godot-Mesih, onların kurtuluşudur. Bir kişi onların kurtuluşunu anlatıp, inandıracaktır gelecekteki insanları.

Ayaktakiler – Herkesin Kayası Kendine

       Ayakta kalmaya çalışan Kostas Karyotakis kendinden önceki şairlerin acılarına tutunup, beni de anın der: “Poe’lar umutsuz yaşadıysa da, / Baudelaire’ler ölü yaşadıysa da, / ölümsüzlük onlara armağan edilmiş / fakat kimse hikâye etmiyor”(8) Poe’nun, ölümün kıyısında nöbet tutan Kuzgun’u, ‘Hiçbir zaman’ diyerek onu hep intihara çağırdı. Baudelaire, bir kayayı yokuş yukarı taşıma cezasındaki Sisyphos’a seslenerek yaşama gücü bulmaya çalıştı. “Bu çok ağır yükü kaldırmak için/ Sisyphe, sendeki o cesaret gerek/ Nice ürün vermek istiyor yürek/ Sanat uzun… ya Zaman? Kısa, niçin?” (9)

     Camus, Sisifos Söyleni’nde ‘intihar’ kavramını ele alırken ‘hayatın anlamı ne?’ sorusundaki ‘anlam’ sözcüğünü irdeler. Yıllardır sorulan soru, yaşamın anlamı olması kabulüyle başlar. Camus’ya göre: “Yaşam anlamdan ne kadar yoksun olursa olsun o kadar iyi yaşanacağı çıkıyor ortaya. Bir deneyimi bir yazgıyı yaşamak onu bütünüyle benimsemektir. Yaşamak uyumsuzu yaşatmaktır.” (10) Tanrıların paryası Sisifos’un yaşamı kayayı yuvarlamak, kayanın kendisi olup onu yenmektir. Günümüz insanın ‘kayaları’ fabrikaya kapatılmıştır. Bantların başında, konserve kutuları, çamaşır suları, akıp giden sutyenlerin içinde gün bitirirler. Bantın başında olmadığını sananlar da banka veznesinde, kasa arkasında, kızarmış patateslerin kızgın yağlarının başında, döndürüp durduğu bir döner kılıcının sıcağında etleri kırpıp durur. Sisifos’un terine bulanmıştır çoğu. “Bizim fabrika”, “bizim otel”, “bizim market” der, tere bulandığı yerlere, efendisiz oldukları sanısıyla. Trajik kahraman Sisifos ‘efendisiz’ yaşamı bilinçle oluşturmuştur: “Efendisiz olan bu evren ona ne kısır görünür ne de değersiz. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter.” (11)

Savaş-Sanat-İntihar- Ölümsüzlük Peşinde

     Dünya Paylaşım Savaşları, yaşamı-sanatı birçok yönden etkiledi. Karyotakis’in çocukluğu, babasının işi nedeniyle farklı ülkelere göç etmekle geçti. Selanik’te memur olarak çalışmaya başladı. Bu iş, onun düşüncesine göre özgür kişiliğini yaralıyordu. Üstleri görev yerini sıkça değiştiriyordu. Birinci paylaşım savaşı sonrasının varoluş sıkıntısını yaşayan yoksul insanının şiirini yazdı. Hiçbir ideale sarılamamış olmanın eksikliğini duyumsadığını söyleyen şair, trajedisini saptamaya çalışırken: ‘Neden İntihar?’ sorusuna da yanıt vermeyi dener: “En büyük dezavantajım dizginlenemez merakım, marazi imgelemim ve çoğu heyecanı hissetmeyi beceremezken hepsinden haberdar olma çabam oldu.” (12)  

     Nasıl intihar etti? Sorusu gelir ardından. İlk intihar girişimi denizde boğulmaya çalışmaktı. Çevresine yabancılaşan şair kendi yaşantısına da yabancılaştı. Veda notunda intihar girişiminden söz eder, yabancıdan söz edercesine: “Çok su yuttum, fakat ikide bir, nasıl olduğunu anlamadan, ağzım yüzeye çıkıyordu. Bir gün fırsat bulduğumda, kesinlikle boğulan bir adamın izlenimlerini yazacağım.” (13) İkinci girişimi ertesi günüydü. Tabanca satın alıp mahalle kahvesinde saatlerce oturdu. İlk kez sigara tüttürüp, sahil kenarındaki ağacının altında kalbine ateş etti. ‘Soyluluk’ başlığındaki şiirinde direnmenin soyluluk olduğunu belirtir. “Tanrılara “bırakın öleyim!” de/ ama sıkı tutun bardağına./ Diren geçen günlere,/ Bak eğlencene./ Tanrılara “bırakın öleyim!” de/ ama bunu gülerek söyle.” (14)

     Yazmanın içe dönük kıldığını söyleyen Sylvia Plath özellikle şiiri, sanatların içinde en içe dönük, en yoğun olanı olarak düşünür. “Gene yaptım, gene yaptım işte on yılda bir kere/ beceririm bunu ben/ ben de onlardanım, tek tip kadın işte. (15) İlk intiharını çok sevdiği babası öldükten sonra denedi ‘kaza’ olarak niteledi, ikincisini ‘istedim’ diyordu. Plath’ ‘tek tip kadın’ olarak neyi vurguluyordu? Sanatla uğraşmayan birçok kadın intihar etti. Komşu, akraba dedikodularından duyduk, çoğunlukla saklandı. Ortak bir nokta vardı. Baba-ilk erkeğin yitirilişi, aşık olduğun erkeğin seni istememesi, erkeğin aldatması, ya da bir babanın kızını zorla evlendirmeye çalışması, ilkokuldan sonra okumayacaksın demesi, erili bir varoluş-yok ediş nedeni olarak görmesi midir ‘tek tip kadın?’ Plath, Sırça Fanus’u yazdıktan sonra kendisini sürekli aldatan kocasını boşamak isterken fırının içine başını sokup, gaz soluyarak intihar eder.

      “Mum yağı tanrı tanımazları eritiyor/ Dışarı atıyor Yahudiler’i / Polonya’nın, yanıp yıkılmış/ Almanya’nın kabuk tutmuş yaraları üstünde yüzüyor.” (16) Bir yanda savaş – gaz odaları, bir yanda elektrikli sandalyeler. Plath’in Sırça Fanus romanı Rosenberg’lerin elektrikli sandalyede idam edilmesiyle başlar. Karyotakis gibi o da yabancılaşmıştı. Merak; acı çekmeyi, korkmayı unutturacak noktadaydı. Yaşam, yazmak için öğrenmek konusuydu. Romanın kahramanı Ester, Plath’in iç sesi olmuş, konuşuyordu: “Kritik durumlardaki insanları gözlemekten hoşlanırdım. Eğer karşıma bir trafik kazası çıksa ya da bir sokak kavgası, ya da bir laboratuar kavanozunda saklanan bir bebek çıkmışsa, durup öylesine dikkatli bakardım ki, gördüğümü bir daha asla unutmazdım. Böylelikle, başka türlü hiçbir zaman öğrenemeyeceğim pek çok şey öğrendim.(17) Sanatçı olmak, sanata yansıtmak buydu belki de ona göre. Öğrenmenin acı vermediğini düşünürken bir anda daha fazlasını kaldıramama hali miydi intihar?

     Ergenlik çağında birkaç kez intihar etmeyi denediğini söyleyen Atilla Jozsef’in babası, o üç yaşındayken Macaristan’ı terk etmiş. Çocuk esirgeme kurumu  başka bir köye evlatlık vermiş. Yedi yaşına gelince çamaşırcılıkla geçinen annesi Budapeşte’ye getirip ilkokula yazdırmış. Dokuz yaşındayken dünya savaşı başlar, yaşamı iki büyük savaş arasına sıkışır. Varoluş sancısı, yoklukla, yok sayılarak geçen yıllar: “Ne babam var, ne annem/ ne tanrım var, ne ülkem/ ne beşiğim var, ne kefenim/ ne öpücüğüm var, ne sevgim/ Üç gündür bir şey yediğim yok.”(18) Aşık olmak, ailede yaşayamadığı kucaklaşmayı sevgiliyle yaşayabilme düşleri. “Ve nasıl gerekliyse hepimize/ Akıl, uyanıklık yol gösteren bir ışık/ Flora! Yüreğimde yerin işte öyle” (19) Jozsef, yaşam kendini ne kadar sertleştirmiş olsa da dayanamadığını söyler. Mide ve bel ağrılarına ilişkin bir kitabın redaksiyonunu yaparken, psikanalizle pratik-kuramsal ilişkisi başladığında ruhsal durumu iyice kötüleşir. Plath’in kavanozun içindeki bebeklere bakması gibi o da büyümeyen Jozsef’e doktor- şair olarak bakar. Dayanabilecek miyim yine denemesinde ne yaparsa yapsın ‘hiç’ olarak görülmek yorar. “Ne erkek, ne çocuk, Ne Macar, ne kardeş/ burada uzanmış yatan yalnızca yorgun biri.”(20) Artık kendini de ‘hiç’ olarak kabullenen ‘yorgun biri’ Flora’ya duyduğu imkansız aşkıyla okşanmadan-sevilmeden bir kış günü kendini lokomotifin önüne atar. Akrabalık neydi sahi?“ Musevi bir doktor ve akrabalar ona/ Bir-Daha-Burda-Görmeyelim adını taktılar.” (21)

     Birçok kez intihar girişiminde bulanan Sexton alkolik bir anne-babanın kızı. Babasının sözlü ve cinsel taciziyle büyüyor. Sahi aile neydi? İlerleyen yıllarda o da alkolik oluyor. ‘Hayatın anlamı ne’ sorusunu ‘oyun’ diye yanıtlayan şair, ‘hayatın anlamı’ ‘bizi itip sürükleyen akıntı’ diyen Sylivia Plath’le tanışır.” Tek aktör benim/ bir kadın için zor/ bütün oyunu oynamak/ oyun benim yaşamım/ tel kişilik rolüm.”(22) Konuşulması bile yasak olan kürtaj, ensest ilişki, zina, mastürbasyon sözcüklerini şiirine çağırdı. Ona göre ‘intihar bir mastürbasyon biçimidir.’ İkisi de yalnız yaşanan, yaşamla ölüm arasında gidip gelen haz, varolduğunu kendine-yakınlarına duyumsatma çabası mıydı ‘tek aktör benim’ demek zorunda bırakılanlara? Sexton intiharı kişileştirmiştir. İntihar mekan-zamana, kişilerin toplumsal durumuna, deneyip de marangozun yanlış aleti seçmesinden, doğru alete gidiştir. İntihar-marangozu tabut bile yapar. “Ama intiharın özel bir dili var./ Marangozlar gibi onlar hangi alet çalışır bilmek isterler./ Neden yaptıklarını hiç sormazlar.” (23) Sexton’un dilini anlayabildiği intihar her an göreve çağrılacak marangoz gibidir. Marangoz çağrılmadığında da kendini anımsatır, aletler ondadır. “Sorduğundan beri, çoğu gün anımsayamam./ Giyinik yürürüm, o yolculuk tarafından belirlenmeden.” (24) Çırılçıplak girilen gaz odaları Auschwitz’den,’ taciz eden babadan sonra, çok giyinik yürür marangozuna. Annesinin kürk mantosu üstünde, garaja gidip, arabasını çalıştırıp, radyoyu açarak, karbon monoksit gazını soluyarak yolculuğa çıkar. Ölü- doğmuş olanlar her zaman ölmezler/ Ama büyülenerek, çok tatlı bir uyuşturucuyu unutmazlar.” Diyen şair, intihar zulasında uyuşturucuyla dolaşan bir marangozdur. Yaşlanmayı yaşamak istemeyen Zenon gibi ölümüne sahip çıkma hakkı olduğunu düşünür. Doğumumuza karar veremediğimiz, ölümümüze karar verebileceğimiz ‘Hayatın anlamı ne sorularında’ marangoza son kez iş veren, ölümüne sahip çıkar. “Ama kuşkusuz bilirsin herkesin bir ölüme sahip olduğunu/ kendi ölümüne/ onu bekleyen/ Öyleyse şimdi gideceğim/ yaşlılık ve hastalık olmadan/ vahşice ama doğru/ en iyi rotamı bilerek.”(25) Arkadaşı Plath’i yitirmesinin ardından onun intiharını öyle kıskanmıştı ki ‘hırsız’ der. Çiroz göğüslerinin üstüne giydikleri, sıkça konuştukları ölüm ondan önce Plath’indir. “Çok feci şekilde istediğim ölümün içine ve o kadar/ uzun zamandır. (26) İki kadına ‘çiroz’ göğüslerimiz dedirten, eril zihniyet- et avuçlayamamasında utangaç, eksikli, küskün, yarı giyinik sevişmeler, sevişme miydi ölüm marangozuna bile kürkle gidilen?   

     Gemiler, yelkenler, uzak mavilikler, suya doğru inen kavaklar, suya dalan güneşler… Suyun içine alabildiği çok şeyi şiirine almış Celan için de ölüm öznedir- kişidir, süt gibi içilen, Sexton’un marangozla özdeşleştirdiği ölüm, Celan’da kendini içiren ‘usta’dır. “Öğleyin seni içiyoruz Alman bir ustadır ölüm/ akşam sabah seni içiyoruz içiyor ha bire içiyoruz.”  Ölüm sıvısına kanamamış şair… İngeborg Bachmann’a olan aşkı-onunla konuşmayı sürdürebilmek için küçük balıklara dönüşmeliydi. Evrimin başına, balık olduğumuz günlere. Ölümün marangozlaşıp, ustalaşmadığı, savaştan konuşulmayan günlere başlangıç olsun diye. Onu Tanrı misafiri olarak ağırlayan Seine Nehri’nin bütün köprülerinin tanıklığında kavaklar, kayıklar, güneş gibi suya daldı.

Nalan Çelik

Dipnotlar:
1-  Platon, Phaidon, çev: Suut Kemal Yetkin – Hamdi R. Atademir, M.E.B Yay. İst. 1989, s,11 2 – Karl Kautsky, Thomas More ve Ütopyası, çev: Oğuz Özügül, Pencere Yay., İst. 2006, s, 202
3 – William Shakespeare, Romeo ve Juliet, çev: Özdemir Nutku, Remzi Kitabevi, s, 144   
4 – William Shakespeare, A.g.e, s, 144
5 – Henri Bergson, Gülme-Komiğin Anlamı Üstüne Deneme, çev: Yaşar Avunç, Ayrıntı Yay. İst. 2006, s, 34
6 –  Goethe, Faust, çev: Yüksel Pazarkaya, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, İst. 1999, s, 28
7 –  Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken, çev: Uğur Ün – Tarık Günersel, Kabalcı Yay. İst. 200, s, 10
8 – Vedat Akdamar-Didem Görkay, Gökyüzünden Düşerken Melekler-İntihar Eden Şairler Antolojisi, Artshop Yay. ist. 2009, ‘Yüzyılların Tanınmış Şairleri için Balad’ başlıklı şiirden, çev: Bahar Mucuk Demirtaş, s, 101
9 –  Charles Baudelaire, Kötülük Çiçekleri, çev: Erdoğan Alkan, Varlık Yay. İst. 2007, ‘Kör Şeytan’ başlıklı şiirden, s, 35
10-  Albet Camus, Sisifos Söyleni, çev: Tahsin Yücel, Can Yay. İst. 2013, s, 67
11-  Albet Camus, A.g.e., s, 141
12-  Vedat Akdamar-Didem Görkay, A.g.e, çev: Bahar Mucuk Demirtaş, s, 99
13- Vedat Akdamar-Didem Görkay, A.g.e,  çev: Bahar Mucuk Demirtaş, s, 99
14-  Vedat Akdamar-Didem Görkay, A.g.e,  çev: Bahar Mucuk Demirtaş, s, 100
15- Vedat Akdamar-Didem Görkay, A.g.e, çev: Yusuf Eradam, s, 160
16- Sylvia Plath, Temmuz Gelincikleri, çev: Gürkal Aylan, Artshop Yay. İst. 2007, s, 74, Mary’nin Şarkısı adlı şiirden
17-  Sylvia Plath, Sırça Fanus, çev: Handan Saraç,  Can Yay. İst. 1987, s, 17
18-  Attila Jozsef, Evrenle Ölç Kendini, Hazırlayanlar: Sevgi Can Aysevener-Orhan Tüleylioğlu, çev: Ahmet Oktay, Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara 2005, s,158, Temiz Yürekle adlı şiirden
19 – Attila Jozsef, Evrenle Ölç Kendini, A.g.e, çev: Ataol Behramoğlu, s, 191, Flora başlıklı şiirden
20-  Attila Jozsef, A.g.e, çev: Kemal Özer-Edit Tasnadi, s,198, Yorgun İnsan başlıklı şiirden
21- Attila Jozsef, A.g.e, çev: Kemal Özer-Edit Tasnadi, s, 157, Attila Jozsef başlıklı şiirden
22-  Anne Sexton, Kilitli Kapılar, çev: Dilek Değerli, Artshop Yay. İst. 2006, s, 47, Oyun başlıklı şiirden
23-  Anne Sexton, A.g.e, s, 57, Ölmeyi İstemek başlıklı şiirden
24 – Anne Sexton, A.g.e, s,57
25- Anne Sexton, A.g.e, s,57
26- Anne Sexton, A.g.e, s,12, Sylvia’nın Ölümü başlıklı şiirden
27- Paul Celan, Bademlerden Say Beni, çev: Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet, Adam Yay. İst. 1983, s, 21, Ölüm Havası başlıklı şiirden