sabahın kör vaktinde kalkıyorsun evinin soğukluğu bedenini sarıyor keşke yatakta biraz daha oyalansaydım diye geçiriyorsun içinden ama öyle yaptığında sonrasında pişmanlık duyacağını bildiğin için o düşünceyi siliyorsun kafandan perdeleri açmadan önce yerinde hareketsiz duramayan boş plastik şişelerin çıkardığı sesten hava durumunu tahmin edebiliyorsun rüzgar duvarları yıkacak sanki kalın giysiler içinde olmana rağmen üstüne örtü çekiyor ardından elindeki kitabın cümlelerini yutmaya başlıyorsun bu kadar çok cümlenin seni şişirmediğine şaşırıyorsun aynı ölçüde yemek seni büyük bir fıçıya çevirirdi diye içinden geçiriyorsun yine de az önce tamamladığın kitabın etkisini üzerinden atmadan pek huyun olmadığı halde yenisine başlamışsın bu kez o alışkanlığını göz ardı etmiş olmanın şaşkınlığına aldırmadan cümleleri yutmaya başlıyorsun her gün şu kadar sayfa okumalısın diye kendini ödevlendirmiş gibi hissediyorsun çünkü sosyal medyadan öğrendiğin gelişmelerin uzağında olmak seni rahatlatıyor bazen detay bilsen ne değişecek ki diyerek hüzünlenmeyi ihmal etmeden geçiyorsun bu konuyu verandadaki kedinin uyuklar gibi olmasının açlıktan mı soğuktan mı olduğunu bilemiyorsun açlığın uyku halini yaşayanlar geliyor bir gözünün önüne diğerini ise ödül almış olmanın ağırlığını taşıyamayan gazeteciler dolduruyor öteliyorsun o düşünceyi kafandan milyarlarca uyku hali var zaten diyerek azaltıyorsun dünyanın ağırlığını yüreğindeki sızıyla birleştirerek ya da öyle yaptığını sanıyorsun bir sonlanışa doğru gidişin bir habercisi mi bu durum diye sorguluyorsun kendini markette etiketleri değiştirmeyi aralarında yarışma haline getirmiş olan görevlilerle yaptığın ufak tartışma geliyor aklına dudak büküyorsun asıl çıkışman gerekenlerden uzak kalmayı seçmişsin zaten ne gereği var diye geçiriyorsun içinden çalışanın ne ilgisi var diyorsun klişe bir laf olduğunu bile bile artık umurunda değiller zaten pişmanlığını anlatırken yaşam arkadaşına suratının şeklinin önünde durduğun sebzeye dönüştüğünü sanıyorsun saçlarındaki akların sayısını göz ardı ederek yaşlanıyor muyum yoksa diye sormuşsun ona nerede olduğunuza aldırmadan yüksek sesle kahkaha atacağını bilerek gözlerinizin etrafında sayısı gün be gün artan çizgilerin farkındasınız elbette biriktirdiğiniz sevgilerin orada kümelendiklerini biliyorsunuz her ikiniz de televizyon kanalları arasında geçiş yaparken birilerinin çıkıp da her yer benzer durumda hatta bizden kötü oralarda da raflar boş dediğini duyar gibi oluyorsun yeniden rafların karşısında durup boş boş bakmakta olduğunu anımsayıp hemen toparlanmaya çalıştığın an geliyor gözünün önüne bak herkesin karnından yükselen açlığın ya da yarı tokluğun evrensel gümbürtüsü varmış zaten demişsin yanında peydahlanan kişinin kim olduğuna aldırmadan bizdeki daha gür çıkıyor ama diyor kim olduğunu bilmediğin kişi market hali sohbetleri işte deyip meze bölümüne yöneliyorsun sevdiğinin içki reyonuna gittiğini görünce o anda gidip gelen düşüncelerinle tanımadığın kişiyi yalanlamak isteyişin yerleşiyor aklının bir ucuna vazgeçiyorsun  gelen ve gönderdiğin mesajlardaki anlatılanlarla yetindiğini anımsıyorsun eve dönüp kitabı ele aldığında açık bıraktığın bilgisayarının ekranında beliren şarjın bitmekte olduğu uyarısı ile karşılaşmış sonra hızla toparlanıp bize de böyle uyarı yapılacak mı diyerek sormuşsun fişi takmak için oyalanmadan elindekini kenara koyuşun bir film gibi geçiyor gözünün önünden ölümü sorgulamış olmana gülüyorsun şimdi haydi bir ıhlamur kaynat kendine sabahın soğukluğunu bir de böyle yenelim bakalım diyerek çıkıyorsun örtünün altından markette konuşulanlar orada kaldı ne de olsa kitabın sayfalarından o konuya geçmiş olmanı yadırgıyorsun sayfayı yeniden okumalısın artık en büyük asker bizim askermiş diyenlere dudak büküyorsun nasılsa işe yaramaz diyerek her şeyi silmiş yüreğini kör etmişsin artık bunları düşünmek istemiyorsun   çiçekleri tavuklardan korumak için gerdiğin balık ağındaki kıpırtı dikkatini çekiyor ikinci kez araladığın perdeden kedinin başının düşmek üzere olduğuna aldırmayıp fırlayıp ağın hareketli yerine gidiyor ve bir kertenkelenin ağdan kurtulmaya çalıştıkça boğazına dolanmış olan ipliğin giderek sıkılaşmakta olduğunu görüyorsun hareket ettikçe daha fazla dolanıyor ağ boğazına eğilip onu kurtarmaya çalışıyorsun boğazına dolanıp sıkan hayatını düşünüyorsun ardından diğer hayatları hatta kaçmaya çalıştığın görmezden gelmelerinle dolu hayatını ekliyorsun daha da sıkılıyor boğazın kertenkele hareketsiz bir şekilde ellerinin becerisine kendini teslim etmiş durumda gözlerini yummuş neyi bekliyor diyorsun kendi kendine son düğümden de kurtardıktan sonra elini açıp kurbanı serbest bırakıyorsun anında kayıplara karışıyor sen de kaybolmak istiyorsun ama sendeki düğüm sayısının azalmadığını anlıyorsun aslında hareketli olmanın seni saran düğümleri azaltacağını biliyorsun bilmek yeter diyorsun nefes alışverişin zorlaşıyor kedinin başı düşüyor yere çakılıp ölenler gibi derin uyku hali sanırım diye düşünüyorsun dünyanın başka noktasında başları düşenler var mıdır sorusu dolaşıyor damarlarında toprağın yaşa bakmadan herkesi her şeyi kabul edişine öfkeleniyorsun ekranda söylenenler geliyor aklına uzak noktalar bir ürünün çaktırmadan yapılan reklamı nedeniyle elimizin ona uzanması gibi oluyor düşüncelerimiz çoğunlukla işte bu düşünme tarzı da öyle değil mi diyerek acı acı gülüyorsun kendine herkesler gülüyor zaten ama en iyi biz gülüyoruz diyor ekranların hakimleri ağların boğazlarını sıktığı başka kertenkeleler var mıdır diyorsun kendi elleriyle düğümü sıkılaştırarak çalınmış zamanlarına nanik yapıp da hayata tekme atanlar geliyor aklına birden ama bunu da çalamayacaksınız ya diyerek göz kırpıyorlar biraz sonra unutulacaklarını bilerek henüz büyümeyi sonlandırmamış ayakların altı delik ayakkabılarıyla attıkları tekme bu rüyalarının süslediği sıcaklığın hazzını gerçekleştirme fırsatı bulmadan sevgilinin dokunuşunun yarattığı coşkuya tanık olamadan sunulan konfora kendin olma inadının yarattığı güzellikle sırtlarını dönmüşler cesaretle uyanıkların dediğim dediklerin ihanetine gözü açık şekilde okkalı bir tükürük savuruyorlar hayat ağlıyor mudur acaba diyorsun yediği bu tekmenin etkisiyle  tekmeyi atanları düşünüyorsun zihinlerin diplerine yerleşip açılan derinliklerimize bir kazma da onlar vuruyor solan çiçeklere yenilerinin eklenmesi seni sarsıyor sarsılıyorsun dönüp sıyrılmaya çalışıyorsun bundan ama debelendikçe boğazına ağın sarıldığı kertenkeleye benzetiyorsun kendini kimse gelip seni kurtarmıyor kurtaramıyor yaz uykusuna yatmış çiçekler geliyor gözünün önüne kayaların arasında kendisine yol bulup gökyüzünün mavisiyle buluşmayı başaran nergisleri düşünüyorsun gidip koklasam onları boğazını saran düğümlerin azalacağını umarak içine çekiyorsun kokuları bahçenin kenarında ektiğin renkler seni büyülüyor hayatın rengini sorguluyorsun hangi renkte olmasını tercih ederdin acaba diye ek soru geliyor ardından kimseler boyamış mıdır onu güneşin ışıklarına gülümseyen rengarenk gökkuşağını anımsıyorsun  aradığın renklilikten emin olmadan bir kuşun cıvıltısı yaprakların hışırtısı toprağın kımıltısı sessizliği hüznün sevinci coşkunun hangisi sen olsan hangisini seçerdin sorusu geliyor aklına hepsini diyerek verdiğin yanıtın ardından yükselen kahkahaları anımsıyorsun bize ne kaldı dediklerini duyar gibi oluyorsun oysa hayatın paylaştıkça güzelleştiği öğretilmiş sana bu bilgi onlarda neden yok diye merak ediyorsun  klişe sözler sınıfından olup olmadığını düşünerek ardından hüzün sarıyor her bir yanını eksikliklerini gidersem mutlulukları artacak düşüncesi heyecanlandırıyor seni önemli olduğunu sandığın şeyleri söylemeden önceki ruh halinde olduğu gibi nefes alışverişin hızlanıyor söylüyorsun pişmanlıkla buluşarak bu defa utancın verdiği ruh hali çatışarak çıkıyor karşına kafanın bir köşesinde kedi mışıl mışıl uyuyor gibi oysa açlığa yenik düştüğünü biliyorsun kalkıp süt vereyim diyorsun dilenenlerin sokağı barınak edinenlerin bakışları geliyor gözünün önüne hangi birine vereceksin diyen çeldiricilerle boğuşamadan teslim oluyorsun her yerde açların aynı durumda olduğu geliyor aklına yeniden sevgiye anlayışa da açlar mı acaba başkaları gibi deyip kedinin düşüşünü izliyorsun yer kürenin bıçakla ayrılır gibi bölünmüş güneyinde bir yerlerde düşen bedenler gibi

Hamit Ergüven