Bir varmış bir yokmuş. Tahtakurularının destan yazdığı tahtaların tozlarından kalemler yapıldığı, mürekkep balıklarının hokka niyetine kullanıldığı, yazılsın da ne olursa olsun diyen ahtapotların yayınevi işlettiği zamanlar geçilmiş kaplumbağaların kitap okumaya zamanları kalsın diye mobiletleri tercih ettiği devirlere gelindiğinde yeni evlenen Banu, annesinin yıllardır emek verdiği çeyizlerini çekmecelere, dolaplara asker düzeni dizip havluların ucundaki bir karış dantellerle övünüp dururken titizliğini banyosunda da göstermiş. Beyazlar, siyahlar, renkliler için birer kirli sepeti almış. Her sepet bir şehir olmuş.
Renkliler, bizim şehrimiz kozmopolit dese de ne beyazlara, ne de siyahlara yakınlık duyarlar, şehirlerinde çiçekler, böcekler, ağaçlar, kuşlarla dolu cıvıl cıvıl bir hayat yaşarlarmış. Aslında beyazlar renklilerden daha havalıymış. Var mı bizden daha temizi diye balkona asılınca gelen geçene hatta rüzgâra bile hava atarlarmış. Bir gün, on üç çeşit rüzgârdan biri kendini tutamamış alaşağı edivermiş kasım kasım kasılan bir beyaz fanilayı. Ders almışlar mı beyazlar dersiniz? Ne yazık ki almamışlar. O kendilerini beğenmiş tavırları gömlekten, külotlara, tişörtlere dek yayılıp durmuş. Hava attıkları diğer bir konu da şehirlerinin aydınlığı, ferahlığıymış. Siyahların şehrine gelince orada bir durgunluk varmış. Havanın karanlığı sürekliymiş. Bu durum sus pus yaparmış siyahlar şehri sakinlerini.
Banu ne kadar titizse kocası Kerem o kadar dağınıkmış. Salonda yere terk edilmiş çoraplar, komodinlerden sarkan kravatlar, ortadan sıkılan diş macunu tüpleri tartışma konusu olmaya başlamış yeni evliler arasında. Kerem, bir gün dikkat etmeden, ne bilelim belki de karısına inat, siyah gömleğini beyazların içine atıvermiş. Siyahlar, geri dönmeyen arkadaşlarının arkasından karalar bağlayıp yas tutarken beyazlar şehri bir çalkalanmış, bir çalkalanmış sormayın. Akın akın siyah gömleği görmeye gelmişler. Orasını burasını inceleyip durmuşlar. Altından girip üstünden çıkmışlar. Ne cesaretle bizim şehrimize girersin diye azarlamış yetmemiş sorguya almışlar. Ajan mıymış, onu kim yollamış aralarına, maksadı neymiş, şehirlerinde ne yapmaya gelmiş? Gömlek şaşkın, üzgün ve kızgınmış. “İsteyerek gelmedim. Yanlışlıkla attılar beni aranıza,” dese de çamaşır suyu tehdidi ile karşı karşıya kalmış. Bunu duyunca tüm dokuması tel tel titremiş. Daha önce bir arkadaşının başına geleni, arkadaşının sahibinin kazara üstüne çamaşır suyu döktüğünü, sonra da bundan bir hayır gelmez artık diye çöpe attığını anımsamış. Oysa arkadaşının sadece etek kısmı lekelenmiş. Engelli bir gömleğin yaşam hakkının elinden alınması onu çok üzmüş.
Çamaşır günü Banu beyazlardan başlamak istemiş. Bir bakmış ki bir köşe tostoparlak olmuş siyah bir şey var. Ah Kerem ah diyerek gömleği siyahlar şehrine bırakmış. Şenlik olmuş siyahlar şehrinde. Omuzlarına alıp şehir turu atmışlar. Şarkılar, türküler, halaylar, danslar art arda sergilenmiş. Herkes mutlu, neşeliyken siyah gömleğin bir türlü yüzü gülmüyormuş. Korkusunu atlatamadı zannedilse de sebep siyah gömleğin beyazlar şehrinde iki ara bir derede bir kıza âşık olmasıymış. Kız, yakasında, kollarında fırfırları olan tiril tiril bir bluzmuş. Beyazlar şehrinde de durum pek farklı değilmiş. Beyaz bluzun da gönlüne siyah gömlek düşmemiş mi? Devamlı düşünmüş ne yapsam ne etsem, keşke beni de yanlışlıkla siyah şehrine atsalar diye. Banu, beyazları çamaşır makinesine doldurunca gelen su ve sabunla biraz ferahlayıp balkonda rüzgârın serinliğiyle kendine gelse de bir türlü aklını toparlayamıyor, sevdiğini bir daha nasıl göreceğine kafa yoruyormuş.
Bir süre sonra bir de bakmış ki arka iplerden sevdiğinin sesi geliyor. Bütün beyazlar nefretle dönüp siyah gömleğe bakmışlar. O içindeki aşkla bu kez hiç aldırmamış. Hem ne de olsa artık sahibi onu güvenli bir yere asmış. Uzun uzun bakışmışlar. Rüzgâr her esişinde bir o yana, bir bu yana savrulmuşlar. Siyah gömlek bir bakıyormuş sevdiğinin elini tutacak kadar yakınlaşıyor, bir de bakıyormuş çok uzaklara gitmiş. İçini çeke çeke yanık bir şarkı söylemeye başlamış.
Esme deli rüzgâr esme
Esip de sevdamı kesme
Rüzgâr bu sitemkâr şarkıyı duyunca olduğu yerde şaşkın şaşkın kalakalmış. Beyaz bluz, ne kadar içli bir delikanlı, hem ne kadar yakışıklı diye sevdiğinin geniş omuzlarına hayranlıkla bakmış. O sırada hava gün ortası dememiş kararmaya başlamış. Şimşekler art arda gelmiş. Gök gürültüsü ile beyaz bluz korkudan titremiş. Balkonun altından oraya buraya kaçışan insanların ayak sesleri, bağrışları geliyormuş. Siyah gömlek sevdiğini sarıp sarmalamak için pranga gibi onu tutan mandallarla mücadele ederken ceviz büyüklüğünde dolu yağmaya başlamasın m? Patır patır düşmüşler balkona. Düşerken de iplerdekilerin kafasına gözüne denk gelip yaralamışlar. Bir curcunadır başlamış. Ah of sesleri, kıvranmalar arasında rüzgâr çıkagelip “Bir de bana laf ettiniz, görün işte ne kadar sakinmişim, iyi oldu size,” diye alay etmiş. Sevdiğinin canı yanan hallerini görüp perişan olan siyah gömlek “Git başımızdan!” diye rüzgâra bağırırken öğle uykusundan seslere uyanan Banu balkona koşmuş. Bir yandan ellerini dizleri vuruyor, bir yandan da “Gitti çamaşırlarım, gitti,” diye bağırıyormuş. Aceleyle beyaz çamaşırlarla, renklileri toplamış. “İşin yoksa bir daha yıka,” diye söylenerek banyoya yönelmiş. Siyah gömlek sevdiğinin ardından hüzünle baksa da yıkanmanın ona iyi geleceğini düşünerek teselli bulmuş. Banu sızlanarak renklileri çamaşır makinesine doldururken havluların dantelleri arasında dedikodu almış yürümüş. Kimi Banu’nun aynı çamaşırları ikinci kez yıkadığını hiç görmediğini söylerken kimi de komşular bir şey mi dedi çamaşırlara, yoksa üst kattan halı mı silkelediler diye fısıldamış yanındakine.
Banu çamaşır makinesini çalıştırıp mutfağa yemek hazırlamaya gitmiş. Makinenin içinde bir karmaşadır başlamış. “Çıkarın beni buradan!” diye bağırıyormuş renkliler arasında kalan beyaz bluz. Banu yemekleri pişmek üzere ocağa koymuş, ortalığı toplamış. Bir saat önce kopan kıyametten eser yokmuş. Ortalık günlük güneşlik olmuş. Siyah gömlek merakla balkonu yıkayan Banu’yu süzüyormuş. Renklileri makineden çıkaran Banu en sevdiği beyaz bluzunu alaca bulaca görünce çok üzülmüş. “Ah o telaşla nasıl karıştırmışım seni,” diye kahrolmuş. Zavallı beyaz bluzun bağırmaktan hali kalmamış. Bir de tenine işleyen rengârenk boyaların verdiği üzüntü ile o kadar kötüymüş ki renklilerin kahkahalarına ses çıkaramamış. Ya yıkanma sırasını bekleyen beyazlar. Onlar renklilerden daha alaycı çıkmışlar. Artık aramıza katılamazsın diye de onu aşağılamışlar.
Balkona geldiklerinde siyah gömlek şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememiş. Kendisinin bile duyamayacağı bir geçmiş olsun sözü çıkmış ağzından. Renklileri asan Banu, elindeki eskinin güzelim beyaz bluzunun alaca bulaca olmuş haline bakıp bunu ben ne yapayım artık diye düşünürken başına gelecekleri anlayan beyaz bluz yalvaran gözlerle sevgilisine bakmış. Siyah gömlek mandallarından kurtulmak için çabalarken Banu onların da doludan etkilendiğini düşünerek tekrar yıkamak istemiş. Başlamış toplamaya. Siyah gömlek bir de bakmış sevdiği yanı başında. Sarılmışlar birbirlerine hemen. Siyah gömlek onu göğsüne sokuvermiş.
“Ay ocaktaki yemeğimi unuttum hay Allah!” diye siyah çamaşırları makineye atan Banu mutfağa koşarken olanlardan hiç haberi olmamış. Siyah çamaşırlar kurumak için balkonda yerlerini alırken bir zamanların beyaz bluzu artık simsiyah bir bluzmuş. Siyah gömlekle bir daha hiç ayrılmamışlar.
Gökten ceviz büyüklüğünde üç dolu düşmüş.
Üçü de siyah beyaz ayrımı yapanların başına.
Ceyda Sevgi Ünal