“Okuldan sonra ilk oyunumuz saklambaç olsun. Kızları da çağırırız kalabalık olur.” Ferhat’ın bu önerisine Cemil ile Gavvar onay vermişti. Eve gidip yemeklerini yiyecek ve hemen ardından sokağa fırlayacaklardı. Kızlara da söylediklerinde Sebahat ile Münire “olur geliriz,” demişti. Diğerlerine de söyleme görevini üstlenmişlerdi hemen. Sokak arkadaşlıkları yaşları kadar eskiydi. Anne ve babalarınınki de öyleydi aslında. Yalnız Münire başka bir mahalleden buraya taşınmış ve orada yaşayanların arasına girmekte uzun sürmeyen bir sıkıntı yaşamıştı. Çocukluk işte. Oysa aileler hemen kaynaşmış, sokak sakinleri komşuluğun tadına doyum olmaz ilişkisine onları da katmıştı. Birbirlerinden soğan patates almaları, yarım çay bardağı zeytinyağı isteme rahatlığı ilişkilerin temellerinin sağlam olduğunun belirtisiydi. Sıkıntıda neşede omuzlarda yer bulmaları ayrı bir güzellik tuğlası oluşturmaktaydı. Akşamları elektrik direkleri arasına çektikleri iplerle kurdukları voleybol sahasına yeni gelenleri hemen katarlardı. Eskilerin yerlerini onlara gönüllü olarak bırakmaları koşuluyla tabi. Keyifli gecelere katılmış olmak yenileri müthiş mutlu etmişti. Münire kısa süre sonra okula hep beraber gidip gelmekten, oyunları birlikte oynamaya taşınan arkadaşlıklarını geliştirmişti. Ödevler için bir araya gelmek ayrı bir heyecan oluşturmuş, giderek kitap alışverişlerine geçmişlerdi.
“Bugün ilk ebe ben olacağım, tamam mı?” Münire gönüllü olarak ebe olmuştu. “Yalnız yirmiden geriye doğru sayma olsun bugün.” Gavvar bu teklifi yaparken rakamlarla olan sıkıntısını atmak istiyordu aslında. Arkadaşları bu öneriyi hemen kabul etmişti. Oradan geçip gidenler, pencerelerden onları izleyenler, kâh erkekler, kâh kızlar, kâh hep beraber sergilenen birçok oyuna tanık oluyorlardı. Anneleri sesleninceye kadar evlerine girmiyorlardı. Diğer sokaklardan gelen “pat, küt, tata tata tata” sesleri “öldün, öldürdüm seni çık!” bağrış çağırışları burada yer bulmuyordu. Savaş oyunu teklifi ile gelenlerin istekleri hemen geri çevriliyordu. Başka mahallelerin çocuklarıyla birlikteyken kavga çıkması durumunda da bu özellikleri ortaya çıkıyor, hemen orayı terk edip bahçelerinde çiçekleri eksik olmayan evlerinin bulunduğu bölgelerine çekiliyorlardı. Bu durum televizyonlara haber konusu olmuş, okullarda öğretmenler bile koca koca ağaçların yer aldığı Güvercin Sokak’ta yaşanmakta olan böylesine güzel bir ortamı sınıflarında anlatmaya önem vermişti. Begonya ülkesinin insanları bu güzel paylaşımların yaşandığı sokağı konuşmaktan zevk almaktaydı.
Gavvar ile Münire’nin okula giderken el ele tutuşmaları zamanla mahallelinin yüzünde tebessüme neden olmuş, anne ve babaları açısından sevinçle karşılanmıştı. Çocukların birbirlerine duydukları saf sevgi ve güven onları daha çok yakınlaştırmaya başlamıştı. Bu güven dolu ilişki lisede de sürmüş sağlam bir dostluğa dönüşmüştü. “Keşke dünya kaynar bir kazan olmaktan çıkıp sevgi tarlasına dönüşse ne kadar güzel olurdu. Hayallerimiz gerçekliklerimizle çatışmayıp çakışsa şimdi daha anlamlı hayatlar sürerdik.” Münire babasının söylediği sözleri Gavvar’a tekrar edip ne düşündüğünü sormuştu bir keresinde. “Yeryüzünün bu bölgesinde yaşanmakta olan savaşların ülkemize dayandığını anlattı babam geçenlerde. Demek sizde de benzer konular konuşuluyor. Kıtanın başka topraklarında açlık ve sefaletin yarattığı kaos iç savaşlara ve denizlerde boğulmayla sonuçlanan göçlere neden olmaktaymış. Her şeye rağmen televizyonlara yansıyan silahların kaynağını sorguluyor bizimkiler.” Gavvar Münire’nin sorusuna yanıtını bu şekilde vermişti. “Bize bir şey olur diye çok korkuyorum.” Sohbet ederek gidip gelirlerdi okullarına. Ama bu defa sessizlik daha hakimdi. Üniversite yolları ayrı döşenmişti ne yazık ki ama her fırsatta bir araya gelmelerine hiçbir şey engel olamıyor, yaşadıkları aşkları birbirlerine anlatma rahatlığını sürdürüyorlardı. Son buluşmalarının birinde ülkelerindeki durumla ilgili yeniden sohbet etmişlerdi. Anne babaları onları ellerinde geldiğince politikadan uzak tutmuştu. Sorunların temel kaynağını çirkin politikalara dayandırmışlardı çünkü. Bu yüzden çocuklarının başına bir şey gelsin istemiyorlardı. Uzun süre bu duruma ayak uyduran iki dost kendi ülkelerinde baş gösteren iç savaştan etkilenmişlerdi kaçınılmaz olarak.
Benzer durum yakın arkadaşları Cemil’in evinde de yaşanıyordu. Üçü bir araya geldiğinde sohbet konusunu ülkelerinde ve yanı başlarında yaşanmakta olan olumsuzluklar oluşturmaktaydı. Münire, Gavvar’ın içinde gizlediği sıkıntıyı anlamaya çalışıyordu. Oyunlarında asla silaha yer vermeyen delikanlılar şimdi silah altına alınmak isteniyordu. Hem de okullarını bitirmeden. Yirmiden tersine sayılan rakamlar sıfıra yaklaşmaktaydı. Oysa onlar sayma işini oyunlaştırmayı sevmiş, birlikteliklerinde şiddete yer vermemişlerdi. Şimdi tüm zamanların büyük ebesi gözlerini açıp en istenmeyen sobeyi yapmak istiyordu yılların dostları için.
“Oğlum ne yapabiliriz ki? Kaderimiz bu. Siz de mecbur gideceksiniz askere. Her erkek gibi eliniz silah tutacak.” Cemile oğlu Cemil’i ikna etmeye çalışıyordu öfkelenmeden. Hiç ona bağırmamış ve dövmemişlerdi. “Ama anne biliyorsun beni. Ben kimseyi, hatta hiçbir şeyi öldüremem ki. Silahtan ve öldürücü her şeyden nefret ediyorum. Hem de bu dönemde ya, olacak şey değil.” “Canım seni illa da savaşa göndereceklerini nereden biliyorsun?” “Gönderirler gönderirler. Hiç kimse savaşsın istemiyorum ki.” Cemile oğlunun bu haykırışlarını anlıyor ama anlamamazlıktan geliyordu. “Ne yapacaksınız peki?” Benzer isyanın Gavvar’ın evinde de yaşanmakta olduğunu biliyordu yüreği buruk anne. “Saklanacağız. Bizi bulmayacakları yerlerde gizleneceğiz.” “Çocuk oyuncağı mı bu? Sizi hemen bulurlar.” Yüreğine ateş düşen Gavvar’ın annesi oğlunu ikna etmeye çalışmaktan vazgeçmiyordu. “Bulamazlar. Bir defasında siz bile Cemil ile saklandığımız yeri bulamamıştınız ya!” “Oğlum aynı şey mi bu. Polisi var. Jandarması, ispiyoncusu var. Anında yakalarlar üstelik eziyet ederler size.” “Görürsünüz bak.” “Güvendiğiniz ülkeler sizi kabul etmez ki. Kimlere kucak açtıklarını bilmiyor olamazsınız!” Büyükler çocuklarının ülkeden kaçmayı planladıklarını anlamıştı “Yaklaşımlarındaki tutarsızlıkları biliyoruz herhalde baba!” Cemil ile Gavvar’ın ailesi gecelerini bazen fısıldaşarak bazen de sarılıp ağlaşarak geçirdiler. Ebe saymaya devam ediyordu. Sekiz, yedi, altı. İki kafadar küçük sırt çantalarını hazırlamayı ebe üçe geldiğinde tamamlamışlardı. Anne ve babalar artık pes etmiş, her fırsatta çocuklarını bağırlarına basmıştı. Kim bilir bir daha ne zaman dokunacaklardı birbirlerine. Geriye sayış ikiye düştüğünde gün sabaha dönüyordu. Gecenin derinliklerinde iki evin kapısı gıcırtıyla açılıp kapanmış, aynı anda evlerin perdesi aralanmıştı. Gözyaşlarına dualar eşlik ediyordu şimdi. Ebe sağım solum sobe dediğinde onların da içinde bulunduğu kalabalığı taşıyan tekne kendi sularından çıkıp alışık olduğu diğer sular sulara girmişti bile.
Zaman zaman yolcularla görevliler arasında çıkan tartışmalar yine diğer göçmenler tarafından sakinleştirilmeye çalışılıyordu. Alışılageldik bir durumdu ne yazık ki. Tekneye bu kadar yolcu almanın tehlikesi üzerine başlayan restleşme, öldü sanılan baygınların suya atılmasıyla kavgaya dönüşmüş, eli silahlı iki görevlinin ateş etmesiyle zor dindirilmişti. İki mermi bu defa gerçek ölümlere neden olmuş, onlar da ceset yatağına dönüşen suya bırakılmıştı.
Dalgaların yarattığı sallantılar kızağa çekilmesi gereken tekneyi sağa sola yatırmaya yetiyordu. Bu da içindekilerin mide bulantısı geçirmelerine neden oluyordu. Kalabalık yüzünden kusmuk temizlemek çok zordu. Birbirlerinin üzerine bile kustukları oluyor ama seslerini çıkarmıyorlardı. Hıçkırıklar dalga seslerine karışıp gidiyordu.
Karaya terk edilecek ilk grupta yer alan Gavvar ve Cemil tekneden iner inmez onlardan ayrılıp kıyılara paralel dizilmiş dağlarda gece boyunca ilerlemeye başladılar. İnsan kaçakçıları ikinci ve son göçmenleri bir başka koyda bırakmayı planlamış paraları o uzaklığa göre almışlardı. Önceden inenler genelde yolculuğu geceleyin yaptıkları için şanslıydı. Karanlığın örtüsü onlara yaramıştı. Ayın parlaklığı biraz tehdit gibiydi ama sonrasında Cemil ve Gavvar’a yaptığı destek gibi en azından teknenin yol alışına yardımcı olmuştu. İkinci grup varacağı yere gündüz gözüyle yol almak zorundaydı. Riskli gibi görünüyordu ama minareyi çalan kılıfını hazırlar örneğinde olduğu gibi önlem alınmıştı. İçerisinin hırpaniliğine karşın teknenin dışı turistik gezilere hizmet eden kotralar gibi tasarlanmıştı. Bazı koyların yakınından geçerken tekneden yükselen müzik sesine yolcuların alkışlar ve coşku içinde bağırış çağırışlarla eşlik etmesi zorunluydu. Kıyıdakilerin önlerinden geçen bu neşeli gruba hayran olmaları ve sobelememeleri isteniyordu.
***************
Dolunayın varlığı tekneyi başta terke etmiş olanların fener kullanmasına gereksinim duyurmuyordu. Cemil ve Gavvar gruptan ayrılıp başka patikayı takip etmeye başlamışlardı. Zaman zaman sessizliği saran silah seslerinden ve çalıları tarayan fenerlerden avcıların iş başında olduğunu anlıyorlardı. Teknenin kaptanı bu bölgede geceleri domuz avına çıkıldığını anlatmış, dikkatli olmalarını öğütlemişti. Yürüyüşleri süresince çalıların arkasında siperlenmek zorunda kalan can dostlar kaygı içinde geçirmişti son birkaç saati. Oysa ilk saklanmaya başladıklarında çok küçük yaştaydılar ve sobelenmemenin sevincini yaşamaya alışmışlardı. Şimdi yirmiye yaklaşan yaşlarıyla gizlenme gereği duydukları durumu düşünemeyecek kadar karmaşık duygular içindeydiler. Üstelik dünyanın bütün çocuklarının oynadığı saklambaç oyununu oynama yaşı geride kalmıştı. Şimdi bu oyunun onlar için ne kadar önem taşıdığının farkına varmışlardı artık. Burada sobelenmek onlar için tehlike oluşturmaktaydı. Bu seferki eğlenceden öte bir şeydi.
Gün karanlığın ardından yüzünü göstermeye başladığında içgüdülerinin kendilerini sürüklediği başka bir koya inmeye başlamışlardı. Artık silah sesleri yerine çalılardan gelen hışırtıları duyuyorlardı. Belli ki domuzlar saklanacakları yerlerine dönmekteydiler. Onlar da gizlenmek zorundaydı. Yoksa ölüm gelip onları bulurdu. Saklambaç herkese yarıyormuş meğer. “Koy tekin değil gibi geliyor bana.” Cemil Gavvar’ın bu öngörüsünü onaylamıştı. “Birileri gelebilir diyorsun yani. O zaman şu yoldan yukarı doğru ilerleyelim en azından bir gören olursa yüzmeye gelen erkenciler olarak düşünür.” İki arkadaş sırt çantalarıyla dik yokuşu tırmanmaya başladı. Güneş her sabah yaptığı gibi henüz kimseyi sobelememişti. Sağdan soldan uçuşan keklilerin çıkardığı gürültü onları ürkütse de yokuşun tepesine gelmişlerdi. Yolun sağında kalan dağın eteklerinde tamamlanmamış bir bina gördüler. “Orada kalıp dinlenelim. Akşam olduğunda yolu takip ederiz, mutlaka bizi bir yere ulaştırır. Ne de olsa bugüne yetecek suyumuz ve yiyeceğimiz var.” Cemil Gavvar’ın onayını beklemeden sessizliğin hâkim olduğu binaya yöneldi. Arkadaşı da onu takip etti. Kimselerin olmadığından emin olduklarında içeri girip dinlenecekleri bir yer ayarladılar. Nöbetleşe uyuyacaklardı. Önce Gavvar uykuya geçti. Cemil arada bir dışarı çıkıyor etrafı kolaçan ediyordu. Saat sabahın onunu geçiyordu. Bu defa rakamlar ileri doğru sayılıyordu. “Biraz otursam bir şey olmaz, uyuyakalmam sanırım” diyerek bir köşeye ilişti. Tam uykuya yenik düşeceği anda yoldan gelen sesler üzerine gözlerini açtı. Bir kadın ile bir erkeğin koya doğru yürümekte olduklarını tahmin etti. Henüz gizlendikleri inşaatın oraya ulaşmamışlardı. “Ya buraya gelirlerse!” diyerek hemen arkadaşını uyandırdı. Gavvar alelacele toparlanıp arkadaşını takip etmeye başladı. Nöbetteki delikanlı buna benzer şeylerin olabileceğini düşünerek gizlenecekleri bir yer saptamıştı zaten. Oraya gidip yoğunluğundan yararlanabilecekleri çalılıkların arkasına çömelip yolu gözlemeye başladılar. Cemil yanılmamıştı. Bir kadın ve bir erkek sohbet ederek koya doğru yürüyordu. Gavvar kadının birden erkeğin koluna yapıştığını gördü. “Çalıların arkasında birileri var.” “Evet ben de gördüm.” Kadınla erkek birbirlerine daha çok sokuldular. Cemil ile Gavvar da öyle. Yürüyenler şüphelendikleri yere doğru baktıklarında onlara doğru endişeli bir şekilde yönelmiş bakışlarla karşılaştılar.
***************
Savaştan ve ülkelerinde yaşanan baskıdan etkilenenlerle kuraklığın yarattığı açlıktan kaçanları taşıyan tekne diğer grubu kurtuluş yolu dedikleri rotanın sonuna doğru götürüyor olmalıydı Cemil’in hesaplamalarına göre. Yolculuk sırasında tanıştıkları iki gencin tekneden atladıklarını kaçışlarından çok sonra duymuşlardı. Aracın diğer ucunda çıkan tartışmaya odaklanan adamların gafletinden yararlanarak kendilerini suya bırakıp külüstürden kurtulduklarını sığınmacı kampında karşılaştıkları yol arkadaşlarından biri anlatmıştı. Yakınından geçtikleri ıssız koya yüzerek çıkmayı düşünmüşler demek. Dalgaların ve akıntının gücünü hesaplayamamış olmalılar ki karaya başka koydan çıkarılmışlardı. Sığınmacılar gençlerin cansız beden olarak bulunmalarını kampa konulan televizyonlarda günlerce ilk haber olarak izlemişlerdi.
***************
“Şu habere baksanıza,” demişti Cemil’in babası. Gavvar’ın ailesiyle daha sık bir araya gelir olmuşlardı. Çocuklarının sağ olduğu haberini almadan rahat edemeyeceklerini biliyorlardı. Diğer üçü haberi dinlemek için dikkat kesilmişti. “Atlayarak okuyorum. Mahalle camisinin imamı kapıyı açık görüp içeri girmiş ve iki kişiyi sızmış halde görünce hemen emniyet güçlerine haber vermiş.” “Niye vermiş ki. Allah’ın evi değil mi orası?” Gavvar’ın annesinin bu çıkışına sadece bakışlar karşılık vermişti. Sessizlik onay mıydı belli olmadı. “Sorgulamalarının ardından mahalleye yakın koylarda yapılan aramalar sonucunda birçok kaçak göçmen ele geçirilmişmiş. İnsan kaçakçılığı yapanların o bölgedeki sorumlusunun da sorgusu devam ediyormuş.” “Yakalananlar bizimkiler mi?” “Kimliklerinden söz edilmiyor.” “Farklı ülkeden gelenler için bir yuva olmuş orası.” “Ne yuva ama!” “Ne yapsın insanlar. Tercih yapmak zorunda bırakılıyorlar elbette.” “Kim bu tercih yaptıran?” “Valla bu durumu yaratanlarla onlara kapıları kapatanlar aynı kişiler.” “Açanlar farklı mı?” “O da ayrı bir konu. Nasıl yaşadıkları nelerle karşı karşıya kaldıklarını haberlerden izliyoruz.” “Evet ya. On kişi neredeyse bir odayı paylaşıyor. Sırayla yatıyorlarmış. Çöplerden karın doyurmaca da cabası.” “İş bulan şanslılar ikinci üçüncü sınıf insan davranışına katlanmak zorunda kalıyor tabi.” Yine Gavvar’ın annesi yapmıştı son açıklamayı. “Ee gidip lüks dairelerde yaşayanlara ne demeli?” “O da var tabi. Ama bu hep böyle biliyorsunuz. Kader mi diyeceğiz, şans mı yoksa başka bir şey mi bilemiyorum inanın.” Cemil’in babasının bilgiç açıklamasının ardından uzun bir sessizlik yaşanmış yutkunma sesleri odayı kaplamıştı. “Durur gibi olan köle ticareti yeniden başladı demek.” Bir başka haberi tercüme ediyordu bilmiş baba şimdi. “Kurtuluş diye gittikleri yerde çalışan inşaat işçileri birbirlerine girmiş. Feci şekilde yaralanmış olanlar var. Ülkelerine geri gönderileceklermiş.” “Farklı ülkelerin vatandaşları değil mi?” “Ne yazık ki öyle.” “Umarım bizimkilerin başına öyle bir iş gelmez.” Son söz üzerine anne babaları hüzün sarmıştı yeniden.
HAMİT ERGÜVEN