henüz ben
ilk okulu bitirdiğimde
daha bıyıklarım terlememişken
arkadaşlarımla
bir parkta oynama top koşturma
bir bahçeden can eriği çalma sevdası içindeyken
babamın bu çocuk
haylaz yetişmesin diye
komşumuz da olan marangoz ahmet dayıya
çırak olsun yanında,
yapamaz olmaz değince
kamışına su yürüdü mü
hakkından gelinmez bu veletin
dediğinde,
önüme kattı iki dana
ovada gütsün diye
anlatacam ovayı da size
fakat sizlere
esas anlatmak istediğim
aktaş ovası’na
neden
gölpazarı gıda ihtisas organize sanayi bölgesi
yapılmak istendiği

sümerler çapanın mucidiydi
beş bin yaşındaki
bilge olan apkallu
gıda denilince
kulak kesildi
çocuğun hikayesine

yalnız iki dana değil
sarı köpeğimiz hırçın
bırakmaz seni
damdaki kuyruksuz at da senin
bindin mi
sabah gölpazarı’ından
aktaş ovası’na gidip,
sabah dediği
horozun ötme zamanından
biraz sonra
hava aydınlandığında,
sırtıma bezden torba
içinde ekmek
bir gıdım peynir olan,
avludan yola çıktığımda
anamın kayboluncaya kadar
arkamdan bakışını da unutmam,
peynir dedim ya
gene bulursam bahçelerden alırım
bir domates
bir hıyar
hepsi o
bizim bahçede yoksa
çalmak sayılmaz tadımlık alınca,
öğle yemeğini
damlarda
havuz başında yerken
soğan zaten
bez torbada hep olur
vurdun mu taşa yarılır ikiye
keş ise torbanın vazgeçilmezi,
o havuz başını da anlatacam
bitmez o yaşanan anılar
esas
aktaş ovası’nı
OSB’yi anlatacam
çok bit yeniği ince hesap duyum var orada



düğün bayram yolda belde
cezayir, ibram dayı
türkülerini dilinden düşürmeyen
konakların önünde hep olan
babam
şu kavalı da al eline
yankılanır sesi
diyardan diyara
duyar seni bu hayvanlar bir gün,
kaval dediği
bir kamış
üzerinde birkaç delik
kırık çıksa da sesi
tınısında
portakalı soyamadım
fırat kenarında yüzen kayıklar türküsü
eşlik etti bana
gün be gün,
kavalımın sesine eşlik eden
kırlangıç yüksekliğini
leylek yuvasını
bıldırcın uçuşunu da anlatacam
fakat esas anlatmak istediğim
gölpazarı’nda
coğrafi yapı konum tarihin
hiçe sayılması

tarihin şahidi Apkallu
bilirdi
türbeyi
mustafa molla’yı
ipek yolunu,
buluntu yeri aktaş olan
gölpazar’ı olan
bilecik müzesindeki
roma dönemine ait mezar taşlarını

önce nasıl anlatmadan durabilirim
yeniköy’deki tarihi çınarı geçince
mezarlıkta
hayaletten tiril tiril titrediğimi
sabah neyse aydınlık
rüzgar olmaz çokluk ya
akşam dönüşü alaca karanlıkta
hile hurda bilmeden
anamın öğrettiği
sübhaneke elhamı başlarım okumaya
hile hurda değince
aktaş ovası’na
tarım arazimize OSB kurulsun diye
her yıl rekoltesi olan toprağı
vasıfsız göstererek
memleketimiz gelişecek
işşize iş, aşşıza aş bulunacak diye
kasabada köyde kandıran zihniyet
gizlenir allah’ın içine
şakır düğünde bülbül sanır ahaliyet

apkallu
tarım arazisi korunmalıdır dedi
toprak yüzlerce yılda oluşur

tiril tiril titrerken
daha anlat anlat bitmez
boy boy eşek dikenlerinin
rüzgarda hünerini marifetini
kah ejderha
kah öcü gördündüğünü
sallar kolunu bacağını
yeltenir üzerime
küçüçük kalbim küt küt atar
giderim kıytı kıytı
dananın kıçına sokulurum iyicene
korku dünyasında adım adım düşerken boşluğa
sığınırım beni kucaklayan saran bünyesine
sıcaklığı tenimde
salladıkça kuyruğu

apkallu
daha çocuklukta
zihnimize işler
ejderha öcü gibi görünür, korkutur dedi
antik yunan’dan beri
her kılığa giren gorgolar



sabah
yol boyunca
yol dediğim şoşe o zaman
iki dana gider tek sıra
arkada kuyruksuz atın üstünde ben
ayvalı çeşmesine varıncaya kadar askeri düzen
riayet etmeyen danalar möö möö koşar suya
atın yuları bende
at dediğim kısrak beygir de denir
dişiliğinden huysuzluk etmez bilir çocuk olduğumu
istemediğinde üzerinde
ayaklarının arasından bırakır yere
şose taşları
yumuşacık okşar seni düştüm demezsin
keyifle koşarsın danalar yola girsin diye
anlatıyorum tüm bunları
bilemezdim o zaman
aktaş ovası’na OSB yapılmak isteneceğini
ekip biçilen
hayvanları otlattığım yere

şimdiki gibi buğday ayçiçek değil
kota konulan pancar
haşhaş nohut fasulye susam darı pamuk
ekilir
say say
parmak sayısı yetmez
üretilen ürünlere
hele pancar kantarı
onu da anlatacam
gölpazarı için ne kadar önemli olduğunu

apkallu
ovayı
doğayı yok etmek dedi
toprağa ihanet


yarmayı geçip
aktaş ovası’na adımımı attığımda
kelebekler uçuşur gözlerimin önünde
düşerim peşlerine

önde iki dana
yanlarında hırçın
kuyruksuz atın sırtında ben o zaman,
beşevler’de dokuz on ev var
anamın dokuz kardeşinden altısı orada
anlatacam onları da
çok emekleri var üzerimde

bizimkiler
menderes döneminde
yol medeniyettir denip
göbeğimizin bağlandığı o zaman,
tozdan sütün de
okulda
bağırsağımızda düğüm yaptığı yıllar,
aktaş köyü’nün bulunduğu
yaylayı
bırakıp inmiş
ova’dan geçen
vezirhan gölpazarı yoluna

sorardım
neden
beşevler’de
çok ev var diye
hemde beş yüz metre yukarısında
köyün bağ bahçelerin bulunduğu
herkesin yazın kaldığı
insan için de
odaları olan
damlar
zaten varken
damları da anlatacam
benim esas anlatmak istediğim
aktaş ovası için OSB kararı verilirken
köylüye sorulmadığı
dağ taş değil ki orası ova
tarlası var köylünün yüzyıllar öncesinde gelen

apkallu
mustafa molla’ya yarenlik etmiştir
bilir ki
hak onun özüdür

harman zamanı
anıza saldım mı danaları atı
dolanırım peşinde artık,
bir gün beşevler’in altında
ekin olan tarlalara zarar verilmesin diye
oha oha eeyt eeeyyt diye bağırırken
ablak yüzlü klarnetçi satılmış
klarnetçilik lakap değil meslek o zaman,
köy köy düğünlere gider satılmış
cümbüş mümtaz
darbuka bayram
keman şükrü
ekip bunlar
özgün oyun havaları halk tüküleri
arada sanat müziği
sanat onlarla bütünleşir köylerde,
ne diyordum klarnetçi satılmış
öğle sıcağında yaşar’la nazlı’yı damlara götürür
damın birine koyar
havuz başına giderdim
arkadaşlar da olur girerdik havuza,
duvarında satılmış yazardı zamanında
klarnetçi satılmış işte o
zamanı dediğim gençliklerinde
bahçeleri sulamak için yapmışlar havuzu
yanındaki çeşme
kocapınardan gelir suyu
havuzun hikayesini tekrar tekrar etsem de
bitmez anlatacam hepsini

hayvanlara bağırırken
seslenilmez öyle dedi klarnetçi satılmış
hayvan onlar dedim neden
berabersin
dostun onlar senin arkadaşın ismi olmalı
nasıl yani
mesela ben birine nazlı diyeyim
sen de öbür danaya isim koy
yaşar dedim
ve dünyam değişti
okşadım nazlı yaşar diye
anlatacam nazlı yaşar’ı da
esas anlatmak istediğim
aktaş ovası’nda
Daha düne kadar
hiç bir şeyin net olmadığı
bilgi verilmediği
iş bitti OSB yapılacak algısı
algı oluşturulurken söylentiler çıkarılır
kafa karışır
algı bu beynine beyinler girer
beyinsiz demek ters olur
düşünemez insan demek daha doğru

algı demişken
bu yönteme büyük baş olan
yönetici politikacılar da baş vurur
yereller de yereldekini tanırsın içinden çıkar
akraban arkadaşın
komşu köylün
bunlar zaten yukardan indi
bizde çok tarla gelip çalışsınlar deyiverir
dolanır ortalıkta nerden geldiği belli olmayan sözler
köylü istiyor
çok para alacaklar
tarlalarımız para edecek
kasabamız gelişecek
içimizden çıkan en büyük baş da bilir bunu
gorgo da denir ona
destekler
tarım arazileri yok olacakmış
gözleri görmez ölümlü dünya demez
hırs sarar bünyelerini
arkadaşlarımızdan da katılan olur bu nakarata
geçmiş mücadele onur
parti marti hiç olur
duyarlılıklar zedelenir yok olur

tuhaf bir durum var bu işte
yok yok
sevgili okuyucularım
yazdığım eser
eser olursa eğer
hikaye mi olur roman mı yoksa şiir mi bilmem
başlığı
aktaş ovası’nda tuhaf bir OSB çılgınlığı olsun


çılgınlık dedim ya
ekilen biçilen toprağa
taşlık çorak dersin
biat ettiğin bile şaşırır bu işe
boydan boya açmış ayçiçeklerini görünce
nasıl çorak yer der
yer etmeyince bilinçte
ne desen etmez fayda
etraf taş ocağı dersin
tarihi ipek yolu bilmezden gelirsin
düzdür ova parsel parsel eylersin
sattığın pancar kantarını OSB’ye dahil etmezsin
çevresel etki değerlendirmesi deyip
insanı hiç edersin


pancar kantarı deyince
yakın
aktaş kuyusu
ben kuyruksuz at üstünde
karşı köy ise kurşunlu
kireç badanalı evleriyle dizilir yeşilin arasında
seyreylerim vayıs tepesini tablo gibi gerisinde
bilincinde değilim ki
bu eserin o zaman
uzanır ovası
kanalı içinde
kanalı da anlatacam
fakat esas anlatmak istediğim
içinden akacak olan
telaştır,
korkusu
OSB kokusu

ördekler uçuşan
belki de içinde yüzebileceğim
hayal kurabileceğim
ovanın göl halini bilmesem de
hatırlarım
kanalın
etrafında bataklığı
kurbağa sesini
öbek öbek sazlığı
zaman zaman gördüğüm ördeği
dombayları hatırlarım öğle sıcağında
batağın içine yan gelip yatışları
sağına soluna dönerken
kuyruk sallarken
uçuşan sineklere rağmen
hissederdim
keyif çattıklarını
vayıs’ın eteğinde vayıs’ın görkemiyle
anlatmak istediğim
oralar şimdi
buğday ayçiçek ekilen toprak
zamanla kazanılan
geleceğe bırakılacak


vayıs dedim ya
karşısında ballık gelir akla
kayalar sıcağıyla okşar yel misali
vızıldar oyuklarında yankılanırken bir türkü
alır adını
oğul arı petek baldan
sıcak deyince
ballığın dibi ahlat olan tarlada
tırpancılar düşer peş peşe
her salınımlarında hışır hışır sesiyle serer
sarı buğdayı boydan boya yere
sıcak basar yün kuşak belde
uçuşur
serçe kırlangıç
bıldırcın
düşer her buğday tanesinin peşine
yazar hikayesini
hikaye değil esas anlatmak istediğim
pandeminin kırıp geçirdiği
karantinaya alınan
beşevler’in
ölümün şaşkınlığı
üzüntüsü hüznü çökmüşken üzerine köylünün
dibinde yapılmak istenen OSB
koruma kurulu kararıyla
sessizce haber etmeden vicdansızca
tekrar etsem de gıda ihtisas
adının başında
varlığı gıda olduğu halde
gıdaya hasım düşman

sıcak basar ballık yanar
harman zamanı gelince telaş sarar
kuşluk vakti
öküz arabaları gıcırdar deste yüklü
şangırtıdır at arabalarının sesi
ballık duyar
kuş sesleri hiç kalır
hatırlarım düven üzerinde
atların nasıl dolap beygiri gibi koştuğunu
sapları parçalarken
oyundur benim için
öğle sıcağında
akşam hafif bir rüzgardır istenen
yaba elde
tane ile sapı ayıran
sevinç basar
bir iki çuval buğday arpa
hatırlarım bir hayal gibi gezinir zihnimde
anlatmak istediğim tarihte ne anılar gizlidir
anılardan ziyade
esas anlatmak istediğim
utanç hüsran hali

aktaş, gölpazarı ovası için
verilen
ÇED
olumlu kararı

apkallu
çocuktan al haberi
dinle çocukları dedi
açlığın
gıda krizinin olduğu günlerde
toprağına sahip çık