TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından otuz dokuz yıldır kesintisiz düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı, ağırladığı yarım milyona yakın ziyaretçisi ile alanında en köklü ve aynı zamanda Avrupa’nın okura ulaşan en büyük fuarı olma özelliğine sahip.

Kitabın büyülü dünyasına yolculukta bu yıl 1000’in üzerinde yayınevi ile STK katılımcı oldu. 320’nin üzerinde kültürel etkinlik ve 2200 e yakın yazarın imza günü yapıldı. Yayıncılar, yazarlar ve okurlar için gerçekten fırsatlar dünyası oldu(mu acaba?) Yayınevleri ve okur açısından durum daha net olmakla birlikte yazar açısından farklı değerlendirilebilir.

Yazarlar, kitaplar, yayınevleri ve okurlar…

TÜYAP-İstanbul Kitap Fuarı gibi büyük organizasyonlarda; kimi yazarların imza günleri için özel alanlar belirlenir ve onlar başrol oyuncusu olarak sırasını bekleyen tatminkâr sayıdaki okurlarına gururla bakar. İmzalar, fotoğraflar, alkışlar, kitaplarından cümleler… Yazar, kendi harikalar diyarının keyfine varır. Hatırı sayılır bir tatminle fuardan ayrılır.

Oysaki hemen az ileride bu duruma gıptayla bakan, söylenecek sözlerini iyisi ve kötüsüyle kâğıda döken, önemsenmeyen bir grup yazar kitlesi daha vardır. Büyük ya da küçük yayınevlerinin satış için açtığı stantlarda otururlar. Harikalar diyarında, tıpkı masaldaki gibi kâbuslar altında debelendiklerini fark etmezsiniz. Ben onlara “Fuar Figüranları” diyorum.

Hangi işi yaptığınız, hangi meslekten olduğunuz fark etmez. Adil olmayan yaşam şartlarında konu kitap dahi olsa bu düzenin içinde ya hırpalanarak yol katedersiniz ya da fırsatlar dünyası size bir şans verir.

Figüran nedir? Sorusuna baktığımızda TDK’da iki tanımla karşılaşırız. Birincisi; filmlerde, dizilerde, televizyon programlarında, tiyatro oyunlarında, müzikallerde, opera veya bale gösterilerinde sahne üstünde görünen; hiç konuşmayan ya da çok az konuşan kişidir.

İkincisi ise bir toplulukta, toplu yapılan bir eylemde önemli bir yeri olmayan, sönük kalan, etkisiz olan kimse.

İkinci tanımın bizim konumuzla oldukça örtüştüğünü belirtmekte fayda var.

“Figüran Yazar” ne ister? Görülmek, okunmak, konuşmak ve duyulmak… Eşi, dostu, arkadaşı, akrabası onca İstanbul yolunu aşıp geldiyse, bir iki hatıra fotoğrafıyla yüzü bir nebze güler. Gelecek kimsesi olmayanlar ve yaklaşık beş yüz bin ziyaretçi arasından fark edilmek için bekleyenler içinse zaman eğilip bükülür. Aralarında hatıra olsun, deneyim olsun, yaşamına renk gelsin, “parasıyla değil mi benim de bir kitabım olsun” diye kitap çıkaranlar olduğu gibi, gerçekten dünyaya söylenecek ve fark yaratacak sözleriyle, eserlerinden ilham alınabilecekler de az değildir.

Bu düşünceler içinde gelip giderken, sosyal medyada, sanırım artık zihnimiz de okunuyor, bir twit düştü önüme.

Chelsea Banning isimli bir yazar “Of Crons And Legends” isimli ilk romanının ülkesindeki imza gününe ait duygularını şöyle paylaşmıştı. “Dün imza günüme sadece iki kişi geldi, dolayısıyla epey moralim bozuldu. Özellikle de 37 kişinin ‘katılacağım’ diye yanıt verdiğini düşünürsek. Üzüldüm biraz ve açıkçası, biraz da utandım.”

Banning’in bu paylaşımı yapmasından kısa bir süre sonra retweetler ve destek mesajları yağmaya başlamış. Bu sefer de haber olarak çıktı karşıma.

Aralarında Margaret Atwood, Stephan King, Neil Gaiman gibi isimlerin bulunduğu birçok ünlü yazar, Banning’e destek olmak için kendi kötü imza günü tecrübelerini paylaşmıştı. “Figüran Yazar”larımızdan biri böyle bir twit atsa başına ne gelirdi diye düşünmeden edemedim.

Yazarlık, özelikle de ülkemizde kariyer yapmanın en zor olduğu alanlardan biri. İyi bir yayınevine ulaşmak, yüzlerce dosya arasından fark edilmek, kitabınızın basılması için onları ikna etmek gibi aşamalardan geçilse dahi, okurlar tarafından tanınmak oldukça meşakkatli. Her şeye rağmen düş kırıklığına uğramak olası. Bu sürece hayır diyerek, ufak yayın evlerine başvurup kendi maddi imkânlarıyla kitaplarını basan yazarların çoğu da imza günleri ve fuarlarda “Figüran Yazar” olarak yer almaktadır. Bir yazar, tek başına stantda otururken, yanında genellikle yayınevi çalışanları vardır. Onları tezgâhtar sanan çoktur. Şu kitap var mı? Bana şunu uzatır mısınız? Önünden gelip geçen insanlar göz teması kurmaz, bir “merhaba” bile demezler. Kaç yazarda imza gününe kimsenin gelmeyeceği korkusu vardır kim bilir.   

Figürasyon, sinemada sahnenin duygusu açısından oldukça önemliyken, edebiyat dünyası için pek de aynı şey söylenemez gibi…

Özlem Budak