AVM’nin döner kapısından içeri girerken seviniyordu. AVM’ler kıtlığın ayak sesleridir diye okumuştu bir yerlerde ama işe yarıyordu, bu soğukta ısınacağı ve sorgusuz sualsiz gireceği tek kapıydı, üstelik tam da kış iki göz odalarını yoklarken. Doğalgaz faturaları mahallenin kabusuydu yeminle.

Eskisi sayılırdı bu mahallenin. Ailesi köyden kente savrulduklarında buranın doğasını, havasını sevmişler yerleşmişler diğer sakinleri gibi. Böylece mahalle olmuş, kimsin, neredensin soruları unutulup yerini mahalleli olmaya bırakmış. O zamanlar daha telefon hatlarının yeni yeni çekilmeye başladığı zamanlarmış. Kullanım suyunun gelmesi epeyi bir süre. Şimdiki gençlerin metroyla gidip geldiğini düşününce yaşanan hızlı değişime seviniyordu bir yandan.

Annesinin söylemiyle tekne kazıntısıydı. Mahallede in cin top oynardı o zamanlar. Sağda solda  sanayilerin de katıştığı, belediyenin unuttuğu çöplüğe arada top bulmaya giderlerdi. Topu bulan maçta forvete terfi ederdi. Saha dediğin bir avuç çamur, bir de mahalleyi ortadan kesen derenin arada bir taşması bu çamura ayrı bir kimlik kazandırırdı. Ama mahalleyi sevmekti yaptıkları, sokakları doldurmak, yeşiliyle olduğu kadar çamuruyla da sevmek.

Kimler gitti sonra mutsuz oldu geri geldi diye düşündü. Yapamadılar başka mahallede, biz buraya aitiz, bi ıslığa bakar toplanmamız.

Bir tek çamur muydu mahallenin hafızası? Kapı önleri çamaşır yıkamak, eşya koymak ya da iki sandalye atıp kadınların gıybete doyduğu etkinliklere hayli yarayışlıydı. Hele o çay tepsileri bardak bardak dolup taşardı. Evler çoğunlukla tek katlı, kerpiç duvarlı, çatısı teneke kaplı , bir ölçü güven iki ölçü hatır boyunun ölçüsünü alırdı. Taa ki kentsel dönüşümün dibine düşene kadar.

Mahallesinin kurulmasına sebep sanayi tesisleri bir bir kapanıyordu. Kaygılar artmıştı. İşsiz kalanlar mahalleyi terk etmeye başladı, mahalle konseyi toplandı, konuşuldu tartışıldı, sonra arkalarından sular döküldü, ağlaşıldı. Can dostu Tosun’dan ayrılırken döşüne bir yumruk inmişti, her hatırına gelişte yine inerdi o yumruk. Yutkundu.

Mahalle kuşatılmıştı. Arazi değerleniyordu. Dönüşümden derme çatma, güvensiz evlerinin onarılmasını bekleyen mahalleli, kendilerine daha iyi şartlarda konut verilmesini umut ediyorlardı. Ne yapmıştı ki devlet baba bugüne kadar onlar için? Başlarını sokacak bir yer vermiş miydi? Hepsi konu komşunun desteği, kendi çabalarıydı.

Şimdi yerlerinden de oluyorlardı. Anca yüksek duvarlı siteler, villalar yapılsın, yüksek sınıfın çıkarı gözetilsin. En sevmediği şey o yüksek duvarlardı. Kimi neyden koruyorsun? Bugüne kadar mahallenin sokaklarında tüm gençler gece istedikleri gibi gezer tozardı, daha bir annenin aklı kalmadı yavrusunda.

Arada sırada cenaze ve düğünlerin yapıldığı ağaçlı tepenin AVM’ye gelin mi gittiği yoksa musalla taşına mı yattığı şüphelidir. Üstelik ilk açıldığı zamanlarda pek bi fiyakalıydı. Işıklar, balonlar, süsler.  Mahalle gençlerinin içeri alınmak istenmediği durumlar da yaşandı, ama yedirmeyiz gençlerimizi, hamdolsun onlar da bıçkın delikanlı çıktı, daldıkları gibi güvenlik dümdüz, sıkıysa almasın.

Ömrü de amma kısaymış diye düşündü koridorda ilerlerken. Her geçen gün bir dükkan daha kepenk indiriyordu. Camekanlar yarı boşalmış, birkaç şey vitrinde yüzde yetmiş indirimli. Hani kıymeti? Kapatıyoruz diyor. Anladık abicim yazmasan da olur.

En üst katın yürüyen merdivenleri bile boşalmıştı. Neden bu yemek içmek en üst kata taşınır hiç anlamıyordu. O da mı üst olacak? Daha mı iyi doyuluyordu üst olunca? Üstelik bu fastfud mudur nedir aç koyardı adamı. Oysa mahallede miden bi gurt demeye görsün, sende yoksa komşu yetişiverir imdadına.

Erguvan kitapçısının önünde durdu, selam etti. İçeride, kasada Seyitali oturuyordu. Seyit iyi çocuktur. Mahallenin, ‘AVM açılıyormuş, bizim gençlere iş çıkar’ umutları pek azına yaramıştı. İşte Seyit onlardan biriydi.  Şimdi sorsan hiç memnun değil. Bugün yarın burası da kapanır, maaşları zor ödüyorlar zaten diyordu. Hak verdi, kağıt maliyeti almış başını gitmiş, bırak kitabı çocukların yazıları defterleri bitmesin diye karınca duası gibi.

Severdi bu mekanı. Gide gele tüm rafları ezberlemişti. Arada bir kitap sorulduğunda Seyit ekrandan arayana kadar bulurdu eliyle koymuş gibi. Hatta Seyit önce ona sorardı. Yardımcı olsun o kadar, büyüğü sayılırdı ne de olsa. Yine raflara göz attı, dağılmış kitapları yerleştirmeye başladı. Dalmıştı, aniden tiz bir ses duydu. İlk kez duyuyordu. Siren çalıyordu bildiğin, fabrika sirenlerini hatırladı. İşçilerin kol kola dağılış vakitlerini.

Seyit’in seslenişine döndü. Abi bırak elindekini çıkıyoruz, yangın alarmı bu diyordu.

Koridor bir anda dumanlara boğulmuştu. Yürüyen merdivenlerden koşarak inenler, çığlıklar arasında sağa sola yönelenler.

Döner kapının önünde bir yığılma, herkes önündekini itekliyordu. İte kaka çıktılar dışarı. Biraz uzaklaşıp da geriye dönünce her yerden dumanlar çıktığını gördü. Nerede o temizlikten her yeri gıcırdayan AVM, şimdi bakımsızlıktan, boş kalmaktan yangın çıkmıştı.

Isınayım derken eldeki postu kaptırmadığına seviniyordu.

Alev Ramiz