Değeri Bilinmeyen Yazar

En bilinen eserleri Kıskanmak ve Sultan Hamid Düşerken olan Nahid Sırrı Örik, ne yazık ki hak ettiği değeri göremeyen yazarlardan. Erken Cumhuriyet döneminin özgün yazarlarından biri olan Nahid Sırrı Örik (1895-1960) İstanbul’da doğmuştur. Roman, hikâye, eleştiri, tiyatro, anı, gezi yazısı, gibi pek çok edebi türde eser vermiş çok yönlü bir yazardır. Dedesi dîvan sahibi bir paşa, babası ise üst düzey bir bürokrat ve Shakespeare’in iki eserini dilimize kazandırmış bir çevirmendir. Eğitimine evde bir Türkçe hocası ve bir Fransız mürebbiye ile başlayan Nahid Sırrı Örik, Afitab-ı Maarif Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra aralarında Galatasaray ve Hukuk Mektebi’nin bulunduğu birkaç okul değiştirmiştir. Birinci Dünya Savaşı içinde, 1915’te yurtdışına gitmiş, Tiflis, Berlin, Kopenhag, Paris, Viyana ve Roma’da bulunmuş, ilk öyküsü “Zey­neb la co­ur­ti­sa­ne” (Ki­bar Fa­hi­şe Zey­neb) 1927’de Fransa’da, Fransızca olarak çıkan bir dergide yayımlanmıştır. 1928’de yurda dönmüş ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yazarlığa başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığında uzun yıllar çevirmen olarak çalışmıştır. Hasan Âli Yücel döneminde Dünya Klasiklerine birer Voltaire ve Balzac çevirisiyle katkıda bulunan yazarın çevirileri dâhil 30’u aşkın kitabı yayımlanmıştır. Yazar, öy­kü ve ro­man­la­rın­da Os­man­lı’nın son dö­ne­min­den Cum­hu­ri­yet dö­ne­mi­ne ge­çiş sü­re­cin­de­ki in­san ve top­lum iliş­ki­le­ri­ni konu edin­miş, yapıt­la­rı­nı ger­çek­çi ve ya­lın bir an­la­tım­la ka­le­me almıştır. ­

Mert Bekçi, listelist.com da yayınlanan 04.09.2018 tarihli ‘Eşcinsel Kimliği Nedeniyle Haksızlıklara Uğramış Yazar Nahid Sırrı Örik’in Hüzünlü Hikâyesi’ başlıklı yazısında şöyle demiştir; Yazarın en belirgin özelliği kullandığı dildir. Hayatını olduğu kadar edebiyatını da şekillendiren iki temel husus vardır: Aristokrasi ve Fransa. Varlık Dergisi’ni beraber kurduğu arkadaşı Yaşar Nabi Nayır, Örik hakkında şunları söyler: “Ömrünün bir kısmı Fransa’da geçtiği ve Türkçe bilgisi kitabi olduğu için koyu bir Osmanlıca ile yazıp konuşmaktan çok hazzederdi. Sonraları bu tutumunu vazgeçemediği bir huy haline getirerek bile bile çağına aykırı düşen bir dille yazmayı sürdürdü. Yergide, gördüklerini, sevdiklerini hele hele sevmediklerini çekiştirmeye bayılırdı.” Eserlerinden hareket edersek onun her şeyden önce büyük bir hikâye anlatıcısı olduğunu söyleyebiliriz. Yazar en büyük eserlerini bu alanda verir. “Mazi gözümün önüne geliyor” diyen Örik, sürekli geçmiş zamanı arayan hüzünlü bir yolcudur. Değişen ve gelişen sosyo-kültürel koşullar karşısında geri kalan aristokrat aileler onun duygu yüklü kaleminin esin kaynağıdır. Memuriyet hayatının dışında sürekli yazma ile ilgilenir: Roman, hikâye, tiyatro, inceleme, araştırma, gezi notları, makale gibi çok kapsamlı türlerde yazsa da hiçbir zaman takdir ve beğeni görmez. Bunun en temel nedeni yazarın eşcinsel kimliğidir. ‘Tersine Giden Yol’ adlı eserinde roman karakterinin ağzından şunları söyler: “Malum a, her şey hatır ve gönülle olmakta berdevam. Bu hususta devri hürriyetin, devri istibdattan ve devri cumhuriyetin devri hürriyetten asla farkları yoktur.”

Cinsel yönelimi nedeniyle zamanının yazarları tarafından dışlandığı bilinen Nahid Sırrı Örik, kanımızca bu nedenden dolayı da hak ettiği ilgiyi görememiş bir yazardır. Yazar Selim İleri, Örik’e karşı homofobik tutum besleyen edebiyatçılardan birinin de Melih Cevdet Anday olduğunu söyler. Yine o dönem yazarlarından Yusuf Ziya Ortaç da yazar hakkında “Kırıtarak gelirken uzaktan Nahid Sırrı/ Sanırım pantolonlu ceketli bir kız gelir.” diyerek en ağır homofobik tutumlarından birini sergiler.

II. Meş­ru­ti­yet’in ila­nın­dan II. Ab­dül­ha­mid’in taht­tan in­di­ri­li­şi­ne de­ğin ge­çen top­lum­sal ve si­ya­sal olay­la­rı ele alan Sul­tan Ha­mid Dü­şer­ken, ba­şa­rı­lı bir ta­rih­sel ro­man ör­ne­ği sa­yıl­mak­ta­dır. Ya­pıt 1976 yı­lın­da Ke­mal Be­kir ta­ra­fın­dan Düşüş adıy­la oyun­laş­tı­rıl­mıştır. Ya­za­rın bü­tün öy­kü­le­ri M. Ka­ya­han Öz­gül ve Vahide Bilgi ta­ra­fın­dan üç cilt­te (San’atkâr­larKır­mı­zı ve Si­yahEve Dü­şen Yıldı­rım), oyun­la­rı da Ra­şit Ça­vaş tarafından bir cilt­te (Bü­tün Oyun­la­rı) top­lan­mış­tır. Anı­la­rı­nı top­la­dı­ğı Es­ki Za­man Kadın­la­rı Ara­sın­da ve ne­gatif kah­ra­man­lı ro­ma­nı Kıs­kan­mak da önem­li ki­tap­la­rı ara­sın­da­dır.

Enis Batur, Kıskanmak’ın Oğlak Yayınları tarafından yayınlanan baskısına yazdığı önsözde “… Kıskanmak, gövdesi kadar gölgesiyle, kısacası gizilgücüyle de çarpan, akıntısına çeken bir roman. Tutkunun negatif çehresi üzerine kanlı bir divertimento. İnsanın içinde onu bugün, yeniden, derinlemesine bir yazı alanı açarak yazma isteği, olmadı kamera başına geçme isteği uyandırıyor. Bazı romanlar böyledir” der.

Kıskanmak romanından birkaç paragraf:

(…)

Kıskanmak… Seniha’nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen his bu olmuştu. Halit’le aralarında sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu. Hayatının en eski, en bulanık ve silik hatıraları arasında bile bu kıskançlık her şeye hükmeden bir yer tutuyordu. Hayal meyal hatırladığı zamanlarda da herkes kendisinin kara kuru, Halit’in ise beyaz, sarı saçlı ve mavi gözlü olduklarına bakarak, ‘Bu kız, o oğlan olmalıydı’ demişler, hep ağabeyini okşamışlardı. Bu okşayanlar, bu sözleri söyleyenler kimlerdi? Hemen hiçbirini hatırlayamadığı halde söyledikleri sözleri ve o okşamaları hiç unutmuyordu. Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkûm bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı. 

(….)

Zorla kendisini sevmelerini Seniha hatta babasından ve hatta annesinden de istemek için kendinde hak görmezdi. Bunun için de kendisini sevmeyerek ağabeyini sevdiklerinden, ağabeyini kendisine bin kere tercih ettiklerinden dolayı onlara kızmıyor, onlara karşı kine benzer bir his beslemiyordu. Fakat hiç değilse tahsiline ehemmiyet vererek İstanbul’daki kız idadisine veya kız muallim mektebine gönderselerdi! Bu mekteplerin birinden bir şahadetnamesi bulunsa, hiç değilse babası gözlerini yumduğu vakit hoca olarak hayatını kazanırdı. Lakin bunu da yapmamışlar, muallim mektebindeki kızlar şuradan buradan gelme fıkara evladı olduğu için bir Ferik Cemal Paşa kızının onların arasında yaşamayacağını iddia etmişler, Saraçhanebaşı’nda bulunan ve nihari olan kız idadisi için ise ta Erenköyü’nden kalkarak bir genç kızın her gün tek başına oraya kadar gidip gelmesinin asla münasip olmayacağına hükmetmişlerdi. Seniha biliyordu ki bu yolu gidip gelmede gördükleri yegâne mahzur yol masrafıdır. Fakat beyhude olacağını düşünerek ve belki bunda da feda edilmekte acı bir zevk bularak, ısrar etmemiş, tahsilde devam etmemeyi de kabul etmişti. Ve işte bütün hayatında babasından kalacak çok küçük bir aylıkla sürünecek yahut da kardeşinin evinde bir sığıntı şeklinde kalacaktı. Ya üçüncü ihtimal, bir kocaya varmak ihtimali? Buna Seniha hiç bel bağlayamamış, bu ihtimal üzerine istikbalini kurmaya genç kızların en hayalperest oldukları yaşlarda da cesaret edememişti. Hayat gittikçe çetinleşiyor, erkekler gittikçe menfaatperest oluyor, babaları nüfuzlu ve mallı kızlar gittikçe daha fazla aranıyordu. Ve Cemal Paşa hürriyet ilan edilir edilmez tekaüde sevk edilen ve vapurlarda, trenlerde ve mahalle kahveleri ile selamlık odalarında dünya siyasetine yeni bir nizam vermekle meşgul olan hesapsız paşalardan, ay başını iple çeken hesapsız mütekait paşalardan biriydi. Onun hem de çirkin kızına kim tamah ederdi?