(1 Ocak 1910, Çanakkale – 21 Ocak 1983, İstanbul)
Toplumcu gerçekçi bir yazardır. Kurmaca metinler aracılığı ile topluma bir şeyler öğretmeyi sanatının temel amacı saydı. Anadolu kasabalarının ruhunu yansıtan öyküleri ve destansı romanları ile tanınır. Folklordan yararlanarak masalsı bir dil kullanmış, şive taklitlerine yer vermiştir.
1939 – 1976 yılları arasında altmış dokuzu kitaplarda, altmışı çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan öyküleri ile Refik Halit Karay’ın başlattığı Memleket Hikâyeciliğini sürdürdü.
Öğretmenlikten emekli olduğu 1960 sonrasında roman yazmaya ağırlık verdi. Doğu Anadolu’daki feodal toplum yapısına ışık tuttuğu ve asıl tanınmasını sağlayan Cemo (1967) isimli romanı ile Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü kazandı.
Denizin Çağırışı (1947) isimli ilk romanı Türk yazınında yabancılaşma olgusunun ilk örneği sayılır. Demir Özlü’nün ifadesi ile edebiyatımızda varoluş sorununun ilk ortaya çıktığı romandır. Küçük bir kasabada çalışan öğretmenin hikâyesini, ruhsal sorunlarını, çelişkilerini, iç dünyasının derinliklerini anlatır.
Denizin Çağırışı’ndan:
Yan sokaktan bir hamal çıktı. Sırtında bir endam aynası götürüyordu. Aynanın içinde karamsar, omuzları düşük ve umutsuz hayalimi gördüm. Onu taşımaktan hamal bile yorgunluk duyuyordu.
O aynanın arkasından ayrılamıyordum. Her zamanki gibi gölge varlığım beni peşinden sürüklüyordu. Ah, tüm kötülüklerin karanlığından yaratılmış bu gölge varlığımdan bir kurtulabilseydim, o zaman bu dünya bana yeniden güzelliklerini sunacaktı.
Hamal yürüyor ve önümdeki hayal, şeytanca bir gülümsemeyle beni alaya alıyordu. Parkın koyu renkleri ve gölgeleri içinde Mephisto’ya benzeyen bu hayali kovmak, taşlamak hıncı duyuyordum. Uzun tırnaklı ellerini gözlerime uzatmasına ve, “Nah sana!…” demesine katlanamadım. Yerden bir taş alarak ona doğru fırlattım. Aynanın ortasından, kenarlarına doğru bir yıldız parladı. Hayal parça parça oldu. Sonra hepsi dağıldı, yere düştü. İçime çılgın bir sevinç doldu: “Onu parçaladım… Ondan kurtuldum.”
Yakama sarılan hamal, beni noktadaki polise doğru götürmek istiyordu. Ona gürültüye lüzum olmadığını söyledim. Aynanın değerini sordum. Hamal bir güvensizlikle beni baştan aşağı süzdükten sonra, aynanın parasını ödeyebileceğime kanaat getirdi, yakamı gevşetti ve benden birkaç gündelik çıkardığını tahmin ettiğim bir esnaf ağzıyla “20 papel mezatçıya, altmış kuruş da kendisine” borçlu olduğumu bildirdi.
İstediği parayı hemen verdim. Güçlerimi, sevinçlerimi baltalayan hayali bu kadar ucuz yok ettiğime sevinerek, “Onu parçaladım arkadaş. Ondan kurtuldum artık,” dedim. Bu sözlerim hamalı ürküttü. Düzgün bir kılık içindeki bir insanın da, deli olabileceğini düşündüğü besbelli idi. Elinde tomarıyla tuttuğu paraları alnına götürerek, “Eyvallah!..” deyip savuşmak istedi.
Bu kez onun yakasına ben sarıldım. “Bir sigara yak, biraz beni dinle!” diye onu zorladım. Razı olmak istemedi. Ama güvensiz, korkulu gözlerle bana bakmakta olan hamalı zorla kanepeye oturttum:
“Sen kendi kendinden kaçmak isteğini hiç duyar mısın dostum? Güzel elbiselerin, iyi yemeklerin, aşkların, güneşlerin ve mavi denizlerin avutamadığı suratsız bir cadıdan kaçmak ister gibi kendinden uzaklaşmak arzusunu duydun mu hiç? Ruhunun karanlık dehlizlerinde oturan ve sivri tırnaklarını uzatarak onları boğan, oh ettirmeyen şüpheci kahkahalarla ruhunun duvarını sarsan bu zebaniden kaçmak istedin mi hiç? Hayır mı? Oysa bu Şeytan, her âdemoğlunun içinde vardır sanıyordum. Ama haklısın! Senin alnında benim tanıdığım kırışıklıklar yok. Sarımsak kokusundan yılan nasıl kaçarsa, o da nasırlı ellerin, ölü gibi uykuya dalan başların, soğana en bulunmaz meyveyi ısırır gibi batan dişlerin sahibinden öyle uzaklaşır.
Sen bir mezar taşına başını koyup yıldızların altında, yarın bir efendinin evine götüreceğin büyücek bir denk için alacağın parayla neler yapacağını, bir karıyla yatabileceğini düşüne düşüne uyursun, değil mi? Oysa ben üzerime çöken gecenin karanlıkları hiç açılmayacak gibi titreyerek, karyolamın yumuşak şiltesinden binbir dikenin vücuduma battığını duyarak sabahlarım. Sen güneşin artık doğmayacağını hiç aklına getirir misin? Ben gurup zamanı onu sonsuzluğa dek yitirecekmişim korkusuyla ağlamak ihtiyacı duyarım. Beni böyle zavallı yapan neydi? İçimdeki bu binbir başlı ifrit nereden çıkmıştı ve neden ondan kurtulamıyordum? Zaman zaman onun benden uzaklaştığını duymuyor değildim. Ama günün birinde daha azgın kuyruğunun içimin duvarlarına çarptığını da hissediyordum. O zaman elimde olmayarak çılgınlıklar yapıyordum. Onu az önce senin sırtında gördüm. Benimle alay ediyor, beni peşi sıra sürüklüyordu. İlk kez ondan kurtulmak fırsatı geçmişti elime. Onu taşladım dostum. Onu parçaladım. Ondan sonsuza dek kurtuldum.”
Hamal dalgınlığımdan faydalanarak birden kedi gibi fırladı ve koşmaya başladı. Arkasına bakmadan kaçıyordu. Büyük bir ıstırap içinde ellerimle yüzümü kapadım.
Eserleri:
Öyküleri
1939: Anadolu’dan Hikâyeler
1941: Cevizli Bahçe
1944: Pazarlık
1953: Pembe Kurt
1956: Üç Bulutlu Hikâyeler
1961: Köyden Kentten
1971: Irgatların Öfkesi
Romanları
1943: Denizin Çağırışı
1961: Ay Tutulduğu Gece
1966: Cemo
1970: Memo
1970: Yeşil Gölge
1971: Yonca Kız
1972: Başka Olur Ağaların Düğünü
1977: Kölelik Dönemeci
1980: Bedoş
1981: Zühre Ninem