Yeni proje üzerinde çalışma yaparken telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Annem doğum günümde sürpriz yapmış, çocukluğumda yazdığım öykünün fotoğrafını yollamış bana.

Ortaokula gidiyorum o zamanlar, bir haftalık ara tatilin son günü. Oh bugün evdeyim deyip bilgisayar başına oturmuşum, arkadaşlarla online olarak oyun oynayacağım dediğim bir gün annem içeri girdi.

– Hadi giyin çıkıyoruz.

– Arkadaşlarla oyundayız, çıkamam.

– Hadi diyorum sana, kapa bilgisayarı, bıkmadın şu saçma oyunlardan.

– Off anne, tamam… Nereye götüreceksin beni?

– Müze Gazhane’ye.

– Müze gezmeyi sevmem biliyorsun.

– Müze gezmeyeceğiz merak etme, öykü atölyesine gideceğiz.

Futbol maçı dese koşarak giderim. Odamdan çıkmadan internette araştırdım biraz. Her yaşa göre çeşitli etkinlikler yapılan bir yermiş, neyse ki klasik müzelerden değilmiş.

Ocak ayının tam ortası, hava oldukça soğuk tam kış havası ama annem tutturdu ne yapayım. Evimize uzakmış Müze Gazhane. Sadece 8 numaralı belediye otobüsü geçiyormuş önünden, Hasanpaşa denilen semtteymiş. Neyse değişiklik olacak, okul açıldığında arkadaşlarıma anlatacağım konu olacak diye itirazı bırakıyorum. Evden çıkarken anneme bile göstermediğim daha önceden yazdığım öykümü cebime koyuyorum belki gideceğimiz atölyede okuyup yeni bilgiler öğrenirim diye. Küçükken annemin okuduğu öykülerdeki kahramanlar ilgimi çeker onların yerine koyardım kendimi.

Komşumuzun anneme verdiği “Gazhane Belleği Öykü Atölyesi” başlıklı el ilanı yol boyunca elimde, annem kapıdaki güvenliğe etkinliğin nerede olduğunu soruyor. Acaba ‘öykü mü anlatıyorlar?’ ya da ‘öykü yazmayı mı öğretiyorlar?’ diye kafamın içinde sorular dönerken T binasına varıyoruz. Kapının önü kalabalık, teyzeler toplanmış, annemin elini çekiştirip yanlış geldik diyorum.

Annem, teyzelere sorduğunda yetişkinlere yönelik olduğunu öğreniyoruz. Hevesim kursağımda, suratım düşüyor. Büyükler de mi öykü dinliyor? Öykü biz çocuklar için değil mi? diye şaşkın ve kızgınım. Teyzelerden birisi “siz diğer binalardaki sergi ve müzeleri gezip tekrar gelin, misafirimiz olursunuz, tamam mı oğlum” diyerek başımı okşayınca biraz rahatlıyorum.

Dolaşırken alanda başka binaları fark ediyoruz, karikatür sergisindeki çizimlerle biraz neşeleniyorum. Ayrıca Bilim Müzesi de çok güzel, çeşitli animasyonlarla teknolojik olması tam benlik. Kaçan keyfimi yakalıyorum neyse. Geniş bahçede yürürken, şehir tiyatrosunu görüyoruz, annem de arkadaşlarımla gelirim diyor. Şekilleri değişik binalar var, çok yıllar önce havagazı dedikleri gaz üretimi yapılıyormuş. Şimdiki doğalgaza benzeyen bir gaz çeşidiymiş. Anneme ne olduğunu soruyorum o da bilmiyor ve annesinden duyduklarını anlatıyor. Anneannem yemek yaparken gaz birden kesilince sinirlenip dedemi yollarmış haber versin diye. “Niye yollardı, telefonla arasaymış” diyorum ama o yıllarda çok az evde telefon varmış, nasıl yani diye şaşıyorum. Komşularıyla aralarında “gaz gitti havası kaldı” diye gülüşürlermiş öyle durumlarda.

Gerçekten yaşamışlar ama masal dinliyorum sanki. Şimdiki doğalgaz saatleri gibi havagazı sayaçları varmış dairelerin önlerinde. Anneannem her ay sayaç okumaya gelen görevliye söylenirmiş ki şikâyetlerini müdürlerine iletsin diye.

Alanın ortasında tren rayı gibi bir yer ilgimi çekiyor, üzerinde vagon var. Bu da ne? diyorum annem de bilmiyor, fazla bilgilendirici tabela koymamışlar ki, soracak kimse de yok etrafta.

Önünde Fırın tabelası olan binanın önünde duruyoruz, ben şimdiye dek sadece ekmek fırınlarını biliyorum bu da ne fırını diye okuyorum ama anlayamıyorum.

İki servis aracı giriyor alana, benden küçükler iniyor araçlardan. Öğretmenleri yanlarında, galiba anaokulu çocukları. Müze olarak değişik etkinlikleri görmeye gelmişler, ne anlayacaklar ki, çocuk tiyatrosu falan olsa iyi diyorum içimden.

Beltur’da birer bardak çaylarımızı içip annemle öykü atölyesine geri dönüyoruz. Tam içeri girdiğimiz de dedem yaşlarında bir amca yaşadığı günleri anlatıyor. Teyzeler, amcalar çıt çıkarmadan onu dinliyor. Öğretmen konuşurken bile bizim sınıf bu kadar sessiz olmaz diye şaşkınım. Dışarda sorduğum sorulara bir bir cevaplar geliyor amcadan. Vagonlarla kömürler fırınlara taşınıyor oradan da fırında pişirilerek gaza çevriliyormuş meğer. Çalışanlar, Gazhanenin önündeki duraktan geçen 8 numaralı tramvay ile işe gidip gelirmiş.

O zamanlar okul gezilerinde, öğrenciler fırınların arkasındaki kızıl renkli topraktan torbalara koyup evlerine götürürlermiş. Beze sardıkları toprağı yastıklarının altına koyup uyuduklarında boğmaca hastalığında öksürüğü geçirdiğine inanılırmış. Toprağın kokusu mu nefes açıyordu acaba? Amcaya sormak istiyorum ama bana teyzelerden fırsat gelmiyor.

O yıllarda, Bilim müzesinde gezerken telefonumun şarjı bitince kameraya kayıt yaparken çekmek istediklerim yarım kalmıştı. Annem anlatırken de en çok telefon olmaması garibime gitmişti Şimdiki gibi elimin ısısıyla şarj edilen telefonlar olsaydı ne iyi olurmuş. Nasıl yaşamışlar telefonsuz diye düşünmeden edemedim.

Dedemden duyduğum bir anı geldi aklıma, onun babası müfettiş olarak bir köye gitmiş. Misafir kaldığı evde yanında taşıdığı radyosu için ayrı yatak yapılmış. Radyonun yeni çıktığı yıllarda tüm ev halkı radyo başında toplanıp pür dikkat dinlerlerken ileride bunun görüntülüsü de çıkar mı diye düşünürlermiş.

Teknoloji yerinde durmuyor, şimdilerde, yapay zekânın ürünleri giderek çoğalmakta. Cebime katlayarak koyduğum şeffaf telefonlara ne çabuk alıştık, esnek ekranlara, göz hareketlerimizle istediğimiz bilgiye ulaşabiliyor olmak hiç aklımıza gelmezdi.

Annemin zoru ile gittiğim Müze Gazhane gezimizin, geleceğimin temeli olacağını bilemezdim. Hayatımı yönlendiren en güzel gündü. Bilim Müzesiyle başlayan merakım sonucu Fizik bölümünü başarıyla bitirdim. Yüksek Lisans döneminde CERN’de araştırma görevlisi olarak çalışmaktan gururluyum. Gelecek yıllarda mezun olduğum Boğaziçi Üniversitesi’nde kurulacak yeni fizik laboratuvarında araştırmalarımı geliştirmek en büyük hayalim. Öykü bahane CERN şahane oldu. Nereden Nereye…

Özlem Gemici