Çağatay teriminin bir edebî dili tanımlamak üzere kullanımını ilk kez Ali Şir Nevai’de görmekteyiz. Nevai, Mizan ü’l Evzan’da (Vezinlerin terazisi) “Çağatay lafzı” terimini kullanmıştır.

Çağatay Türkçesi, özellikle Ali Şir Nevai’nin bırakmış olduğu tesirden sonra Batı Türkçesi sahası dışında kalan Türklerin hemen hepsinin ortak yazı dili olmuştur. Nevai’nin bıraktığı etki öylesine güçlü olmuştur ki Anadolu ve İstanbul’dan Türkistan’a, Hindistan’dan Azerbaycan’a kadar çok geniş bir alanda birçok Türk şairi Nevai’yi üstat olarak kabul etmişler, onu örnek almışlar ve ona nazireler yazmışlardır.

Nevai’ye Çağatay Türkçesiyle nazireler yazmak modasının, Anadolu ve Azerbaycan şairleri arasında, 19. yüzyıla kadar devam ettiği bilinmektedir. Ali Şir Nevai’den etkilenen ve ona nazireler yazan şairlerden biri de Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman’dır.

Kuzey-Doğu Türkçesinin ikinci dönemi olan Çağatay Türkçesi, Doğu Türklerinin 15. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılmaya devam eden yazı dilidir. Nevai’nin ölümünden sonra, genellikle onun eserlerinin kolayca okunması için, İslam dünyasının her bir köşesinde çeşitli sözlükler yazılmaya başlandı. Genellikle Osmanlı İmparatorluğu, İran, Azerbaycan, Hindistan veya Türkistan’da yazılan ve Türk dilinin tarihî gelişimi için çok büyük bir değere sahip olan bu sözlükler bir sözlükçülük ekolü oluşturdu.

Çağatay dilinin Türkçe içindeki yerini daha iyi anlayabilmek için günümüz Türkçesi öncesi dönemlere göz atmamızın faydası olabilir. Bazı araştırmacılar, Türk yazı dilinin başlangıcını 6.yy olarak verir, dönemlendirme şöyledir:

1. Eski Türkçe (6-9. yy): Köktürkçe ve Uygurca devri. Eski Kırgızca da belki buraya dâhil edilebilir. Her üç dil Eski Türkçenin özelliklerini taşır.

2. Orta Türkçe (10-15. yy): Mani ve Buda tercümeleri ile Uygur yazı dilinin kuruluş devri.

Çağatay yazı dili devri

Kıpçak ve Oğuz dil yadigârları devri

3. Yeni Türkçe: 16. asırdan itibaren, bugünkü Türkçenin kuruluş devri.

Soyca bir Uygur kabilesinden gelen Ali Şîr Nevâî 9 Şubat 1441’de Herat’ta doğdu. Babası Kiçkine Bahadır (Kiçkine Bahşı) Timur’un torunlarının hizmetinde bulunmuş, en sonra Bâbür Şah’ın sarayında da önemli bir mevki sahibi olmuştu. Ali Şîr Meşhed’de İmam Rızâ Medresesi’nde okurken pek çok İranlı âlim ve şairle tanıştı birçoğundan ders aldı.

Nevai daha çocuk denilecek bir yaşta, sanatının zirvesinde olan Çağatay yazı dilinin büyük şairi Lütfi ile tanışmıştı. Nevai’nin yetiştiği dönemin en büyük şairi olan Mevlana Lütfi, Nevai’nin “Garā îbü’s-Sigar‟da yer alan bir gazeliyle ilgili olarak “Eğer fırsatım olsaydı Fars ve Türk dillerinde yazdığım 10-12 bin mısralık şiirlerimi bu gazelle değişirdim” demişti.

Nevai, şiirlerini farklı zamanlarda, farklı adlar altında bir araya toplayıp yedi divan meydana getirdi. Şiire Farsça ile başlayan Ali Şir sonraları Türkçe de yazmaya başlamış ve bu yüzden “zü’l-lisâneyn” – iki dilli ismini almıştı.

Türkçeyi dönemin hâkim kültür ve edebiyat dili Farsça ile karşılaştırıp edebî sanatlar, kelime hazinesi, gramer ve fonetik bakımından Farsçadan üstün olduğunu örneklerle ortaya koyan eseri ölümünden bir yıl kadar önce (1499) kaleme aldığı Muhâkemetü’l-lugateyn’dir.

Gazel

Dostlar, ehl-i zemândın mehr ümidi tutmanız,

Mehr-i gerdun bolsalar, köz nundın yortmanız.

Dostlarım, bu devrin insanlarında vefa aramayınız; onlar,

göğün güneşi de olsalar, göz nurunuzdan -parlak görmeyiniz.

Ger şâh olsun, ged gedâ kim, salmanız yüzige

köz, Yâdını belkim könül etrâfıda ya vurmanız.

(O insan) padişah da, dilenci de olsa, yüzüne bakmayınız;

(ancak) onu anınca gönlünüzde bir düşmanlık uyandırmayınız.

Zulm ile yüz çâk qılgan tenge ger merhem yaqıp

Bütkerürbiz deseler, ul zahmlarnı bütmeftiz.

Zulüm ile vücudunuz yüz parça olsa ve onlar yapacakları merhemle

onu sapasağlam kılacaklarını söyleseler de inanmayınız

El cefâsının melali qılsa her dem qasd-ı cân,

Könglünizni gayr-i bi-keslik bile avutmanız.

Başkalarının verdikleri üzüntü sürekli olarak canına kast etse de

gönlünüzü kimsesizlikten başkasıyla avutmayınız.

Öksüdi el meyli mendin bir yolı, ey derd ü gam,

Gâh gâhi siz bari basımdın qadem öksütmeniz.

Ey dert ve üzüntü, başkalarına eğilim benden ek sildi;

bari siz başımdan ayağınızı zaman zaman eksiltmeyiniz.

Hecr otın cânımga yaqtım, korseniz üsrük meni,

Emdi, ey pend ehli, dozah otıdm qorqutmaftız.

Ayrılık ateşiyle canımı yaktım; ey nasihatçılar,

beni sarhoş görünce cehennem ateşi ile korkutmayın.

Çün Nevâî dest tuttı, emdi zinhar, ey vuhuş,

Kim beşer cinsini ul Mecnûn sarı yavuzmanız.

Nevai artık çöllere düştü; ey vahşi hayvanlar,

onu Mecnun gibi bilin ve insan diye düşman bilmeyiniz

Başka bir Gazel’den bir bölüm:

Ger elemimge çâre yoq, bolmasa bolmasın, nitey?!

Var gamıma şumâra yoq, bolmasa bolmasun, nitey?!

Üzüntülerime bir ilaç yokmuş; olmazsa olmasın ne yapayım?!

Sayısız gamım varsa ne olmuş ki?!

Rencime bu ise aded hâsti bu irse neyleyin,

Derdime ger kenâre yoq, bolmasa bolmasun, nitey?!

Istırabım çok fazla ise ve istenen buysa ne yapayım?

Derdim hudutsuzca hudutsuz olsun ne yapayım

Hazırlayan: Nükhet Eren