“Ah, bakın! Bir çile iplik halinde/Boşluklara doğru çözülüyorum,/Dünyanın en tatlı geldiği günde/Bu ben öbür benden süzülüyorum.

Edebiyat-ı Cedide ozanlarından Hüseyin Siret Bey Türkçe öğretmenimizdi. Sanırım 13-14 yaşlarımda idim. Bize aruz ölçeğini öğretmişti. Kendimi birdenbire “feilâtün”lerin içinde buldum ve aruzun zorlayıcı disiplini aracılığıyla Türkçenin sesini duymaya başladım. O sıralarda, bir kompozisyon ödevimde —bilmiyorum nasıl bir anlatımla ve nasıl bir ilişki kurarak— yıldızları birtakım küçük meşalelere benzetmişim. Yazı, Siret Bey’in o kadar hoşuna gitmiş ki, yüksek sınıflardaki ağabeylere onu örnek kompozisyon diye okumuş ve “harika çocuk’’ anlamında bir söz kullanmış. Bu harika çocuğun kim olduğunu merak eden ağabeyler, iki ders arasında, onu bahçede top oynarken buldular, müjdeyi verdiler. Edebiyat zehri işte böylece kanıma işledi, bir daha iflah olmadım. Uyuşturucu madde alışkanlığı gibi bir şey… Aksi gibi, yine o günlerde Halit Ziya’nın “Mai ve Siyah”ı elime geçmez mi! Roman kahramanı Ahmet Cemil’le aramda kurulan ruhsal akrabalık, işi büsbütün çığırından çıkardı. (Okuduğum bu ilk ve soylu romandan sonra, o yaştaki çocukların düşkün olduğu serüven romanlarını hiç okuyamadım, hâlâ onların özlemini duyarım). Artık ne geometri ne cebir ne grafik ne fizik ne kimya… “

7 Şubat 1907’de İstanbul’da doğdu. Dokuz yaşındayken babasını Musul Savaşı’nda kaybetti. Annesinin gayretiyle okudu. İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesini bitirdi (1933).

“Hatırlıyorum, daha ortaokul öğrencisi iken, okuldan kaçıp, Fatih’teki Ali Emiri Efendi kütüphanesine gider, Abdullah Cevdet’in, II. Meşrutiyet’ten sonra çıkan ünlü “Şehbal” dergisinde tefrika edilmiş olan “Romeo ve Juliet” çevirisini okumağa çalışırdım.”

Davutpaşa’da doğduğu evin önünde

Yazın yaşamına Servet-i Fünun dergisinde şiirle başladı (1927). Aynı dergide çalışan yedi genç yazar bir araya gelerek o güne dek yazdıklarını Yedi Meşale adında bir kitapta topladılar (1928). Grup, bundan sonra ”Yedi Meşaleciler” olarak anıldı. Cevdet Kudret, bu dergide yayınlanan şiirlerini Birinci Perde adlı kitabında topladı (1929).

Yedi Meşalecilerle

“Yedi Meşale” kitabının gördüğü büyük ilgi üzerine, Yusuf Ziya Ortaç’ın bizimle ortaklaşa çıkardığı “Meşale” dergisinin o tarihte 3850 tane satması önemli bir olaydır.

Daha sonraları Ibsen’in elime geçen “Hortlaklar”ı ve Tepebaşı Tiyatrosunun ucuz öğrenci matinelerinde parodiden seyrettiğim “Hamlet” ve benzeri temsiller — bütün bu karanlık, karamsar, fakat güçlü ve sarsıcı oyunlar — beni tiyatroya çeken nedenler oldu. 1929 yılının şiddetli bir kış gecesinde, Yaşan Nabi’nin Şehzadebaşı’ndaki evinde Yedi Meşalecilerle Nâzım Hikmet’in tanışma toplantısından Davutpaşa iskelesi denen semtteki bizim kulübeye yayan — ister istemez yayan, her zaman yayan — dönerken üşüttüm, şiddetli bir satlıcana [zatürre] yakalandım (o devirde penisilin filân yoktu), aylarca sonra iyileşmeye yüz tutunca bütün bir kış ölümle yüz yüze gelmenin karamsarlığı içinde, “Tersine Akan Nehir” adlı ilk oyunumu yazdım. Bunda “Hamlet”in ve “Hortlaklar”ın açık izleri olduğunu sanıyorum.

“Tersine Akan Nehir” (1929), “Rüya İçinde Rüya” (1930), “Kurtlar” (1933) adlı oyunları Darülbedayi’de sahnelendi. “Danyal ve Sara” adlı oyunu Varlık dergisinde (1938), “Yaşayan Ölüler” adlı oyunu Ağaç dergisinde (1936) tefrika edildi. “Cumartesi Çocuğu” adlı güldürü biçimindeki bir oyununu ise tamamlamadı.

İhsan Kudret, Yaşar Nabi eşi, Filiz Ali, Yaşar Nabi, Cevdet Kudret, Sabahattin Ali ve Filiz Ali- 1940 (*)

Konur Ertop, usta bir yazar titiz bir araştırmacı olarak tanımladığı Cevdet Kudret için neler yazmıştı:

Cevdet Kudret’in oyunları da şiiri gibi, bireyin sorunlarından toplumun sorunlarına doğru gelişmiştir. Ruhsal saplantılar, kuşkular, kıskançlık, yasak sevgiler çevresinde gelişen aile sorunları çerçevesi, köy ile kent yaşamının karşılaştırılmasına doğru genişlemiştir. Bunu savaştan dönenlerin yeni hayat içindeki davranışlarını konu edinen bir oyun, vurguncular, çıkarcı basın organları, halkı müzikli oyunlarla avutan tiyatro çevrelerinin sergilendiği toplumsal eleştiriler izlemiştir. Cevdet Kudret’in duygulu şair kişiliğine eşlik eden ve kimi sert eleştiri yazılarında kendini gösteren alaycı yanı hikâyelerinde çok etkili bir alan bulmuş görünmektedir. “Sokak” adıyla yayınlanan hikâye kitabının “Eğlencelik” başlığını taşıyan bölümünde bu keskin yergi hikâyeleri toplanmıştır. Bu hikâyeler türlü toplum kuramlarımızın, sanat çevrelerimizin eleştirisi niteliğindedir. İçlerinden biri, İkinci Dünya Savaşı ertesinde barış ve dostluk sloganıyla İstanbul limanına gelen ünlü Missouri gemisiyle ilgilidir. “Hoş Geldin Victory” adını taşıyan ve o göz alıcı ziyaret günlerinde yayımlanan hikâyede etkilerini günümüze dek sürdüren yabancı emperyalizmin en güçlü bir yergisi dile getirilmiştir. Kitapta, yazarın yakından tanık olduğu çevrelerin, yoksul, ezilmiş insanların serüvenleri, etkileyici bir dille, “Ağlancalık” başlığını taşıyan bir bölümde toplanmıştır. Yazarın sanatçı kişiliğinin başka bir ürünü de “Süleyman’ın Dünyası” genel başlığını taşıyan roman dizisidir. Dizinin ilk cildi “Sınıf Arkadaşları” adıyla 1943’te çıkmıştı. Bunu 1958’de “Havada Bulut Yok” adlı cilt izledi. 1976’da “Karıncayı Tanırsınız” adlı kitapla dizi tamamlandı. İlk iki kitap konu ve anlatım birliğini koruyacak yoldaki düzenlemeyle yeniden yayınlandı. “Süleyman’ın Dünyası” Birinci Dünya Savaşı öncesinde İstanbul’un kenarda kalmış insanlarını canlandırarak başlar.

Yazar İhsan Kudret İhsan Benimle Evlenir misin? kitabında eşi Cevdet Kudret için şunları yazmış:“Cevdet Kudret her şeyden önce, çocuksu saflığını yitirmemiş, nazlanacağı birilerine gereksinim duyan bir insandı. ‘Bu kadarı da fazla’ denecek kadar alçakgönüllüydü. Maddi ihtiraslardan çok çok uzaktı. Fazlasıyla çalışkandı. Dostluklarında candan, ama mesafeliydi. Edebiyatta çala kalemliğe geçit vermezdi. Ne yapar ne eder bir gün biçimine getirir konuya değinirdi. Bir ironi ustasıydı. Pırıl pırıl zekâsıyla, en acımasız yergilerinde bile nükteyi öylesine oturturdu ki ‘helal olsun’ derdiniz. Zaman zaman, en yakın dostuna, hatta bana karşı bile kabuğuna çekilirdi. Bu davranışı ta çocukluğuna uzanan, içgüdüsel bir olguydu. Yeni tanıdığı kişiye uzun zaman alışamazdı. Hileye, hurdaya, açıkgözlülüğe hoşgörü onun kitabında yoktu. Hiçbir isteği hırsa dönüşmezdi.”

Cevdet Kudret 33 yaşında

(*) fotoğrafı aldığım yer, sadece erkeklerin adını yazmıştı ve eşleri diye eklemişti. Ağlarda Yaşar Nabi’nin eşinin adını bulamadım.