Adana’da çocuklarına yakın yaşayan Asiye deprem sonrası telefonlarıma cevap vermeyince yeğenini aradım. İyiler evden çıkmamışlar dedi. Yengem evde kalmak istiyormuş. İki ay önce Adana’ya gitmişti yengem, kışları genellikle orada kalıyordu. Öğleden sonra zar zor konuşabildik Asiye’yle, evlerinden çıkıp Tarsus’a gelmişlerdi. Cumartesi günü geri dönüyorlardı Hendek’e.
Otobüse binilip üç saatte varılan Hendek’teki iki katlı ev, çocukluğun şehirden başka bir yaşamın mümkünlüğüne uzanan kaçış yolunun üzerindeydi. Dayımın muzip neşesi, yengemin kocaman öpücükleri toplanmış tütünün kokusuna karışır, kasabanın sıcak toprağına yakınlaştırırdı. Kızları Asiye benden bir buçuk yaş büyüktü. Yeniyetme sıkılganlığımı anında üzerimden alırdı. Gençlik gizemlerini hevesli sesine tutturur, küçük yaştakileri büyüleyip uzak köşelerde saklardı. Çocukluğun sıcak ikindisiydi Hendek, annemin memleketi.
Geçen Cumartesi yengeme ve Asiye’ye ulaştım. Eş dost akraba Hendekliler bir haftadır ziyaret etmektelermiş. Çok şaşırmışlardı. Gelenlerin hepsi Maraş’ta gibiydiler, herkes depremden çıkmıştı dedi Asiye, biz Çukurova’daki evden çıktık ama Hendeklilerin üzerine enkaz inmiş sanki. Asiye’ye depremde yaşadıklarını anlatabilir misin diye çekinerek sordum, her zamanki cesaretli bakışını gördüm, aydınlık yüzü gülümsedi başını salladı.
6 Şubat Sabaha karşı Adana Güzelyalı’da neler yaşadınız?
Kedim uyandırdı beni, yatakta bir omzumdan diğerine atlamaya başladı, onu odadan çıkarmak için yatağın üzerine oturdum ve Çitos’a rahat durmadığı için söylendim, yan odadaki annem sitemli sesimi duyduğunu söyledi daha sonra. İkinci cümleme geçemeden sallanmaya başladık. Hemen annemin yanına ulaşmak istedim, kapılarımız dip dibeydi ancak sallantıdan onun kapısına tutunmak zorunda kaldım. Her sabah olduğu gibi ibadetini yapmak için uyanmıştı annem. Kapıda durmak bilmeyen, bana on dakikadan uzun gelen bir sallantı halinde anneme bakıyordum. Otuz altı yıllık binanın en üst katındaydık ve her şeyin sonu gelmişti.
Yaşadığım ev konusunda çok endişeliydim aylardır. Eski binaydı, duvarından su sızıyordu. Hatta çatıdaki su depolarının patlamasıyla sıcak suyun altında haşlanabilirdik. Adana’da tüm çatılarda güneş enerjisi panelleri ve depoları vardır. 80 dereceye kadar ısınır su orada. Kızgın güneşin altında depreme yakalanırsak, depolar patlarsa korkusunu hep taşıdım.
Sarsıntı durduğunda üzerime bir üşüme geldi, hırkamı alıp sırtıma geçirir geçirmez tekrar sarsıntı başladı, aynı anda korkunç bir gürültü duydum. Dışarıda bir bina yıkılıyor gibi gelmedi.
Nasıl bir gürültü duydun?
Şangırtı sesiydi, sanırım önce camların kırılma sesini duydum. Bir tente vardı, onun yıkıldığını düşündüm. Rüzgâr gibi inanılmaz bir uğultuydu, anlatılması hayli zor şimdi. Bütün dünya yıkılıyor gibiydi, bir binanın yıkılma sesi böyleyse birkaç binanın sesini düşünemiyorum. Kulaklarımdan hiç gitmedi ve uzun süre gitmeyecek gibi. Kimse bu sesi asla duymasın.
Çok uzun sürdü, bir dakika falan sürmüştür. Sarsıntı bitince pencereyi açtım. Ne olduğunu anlamak istiyordum. Sis bulutu etrafı sarmıştı göz gözü görmüyordu. Allah’ım bir de sis mi eksikti diye haykırdım. Bağırış çığırış, çığlık çığlığa sesler duydum. Bir erkek sesinin ardı ardına birkaç isme seslenmesi hayli uzun sürmüştü. Her tekrarlanan isim içime ok gibi saplanıyordu. Yeniden pencereyi açtım. Sis aniden bitivermişti. Bir süre geçip her şeyi öğrendikten sonra sis sandığım şeyin çöken binanın tozu olduğunu anlamıştım. Komşularımın hepsi aşağıya inmişti. Bizim de aşağıda olmamızı istiyorlardı. Çocuklarım aradı evi terk etmemiz gerektiğini söyledi. Bir tek biz kalmıştık binada.
Aşağı inmek istiyordunuz ama yedinci kattan nasıl inecektiniz?
Annem 88 yaşında ve merdivenlerden inmesi mümkün değildi. Yöneticimizle konuştuk, tehlikeli olduğu için asansörü kapattıklarını söyledi. Evde birkaç metre yürüyebiliyor sonra hemen dinleniyordu annem, merdivende adım atamazdı. Asansör seçeneğini tekrar sordum. Yönetici asansöre yeni bakım yapılmasına rağmen sorununun devam ettiğini, bu durumda çalışmasının sakıncalarını yeniden söyledi. Kalmıştık yapayalnız, tepedeki kuş yuvasında doğayla baş başaydık. Annem için bir sandalye alayım, her katta dinlendirip indireyim diye düşündüm. Bir saate yakın merdivenlerde kalabilirdik. Sırtıma almam mümkün değildi, kimse yok ve öylesine bir çaresizlik içerisinde etrafa bakınıyordum.
Anneme kahvaltı hazırlayamadım, elim ayağım dolandı, şeker hastasıydı yemesi lazımdı. Telefonla doğru dürüst konuşamıyordum. Sürekli kesiliyordu. 11’e kadar korku içinde evde bekledik.
Saat 11’den sonra neler oldu?
Kızım eve geldi, annem gitmek istemiyordu, öleceksem burada öleyim diyordu, ikna etmek kolay olmadı. Asansörün sadece annemin inme süresince açılmasını sağladık. Kedinin iki günlük mamasını ve suyunu bıraktım. Annemin ve benim bir haftalık ilaçlarımızı aldım. Hâlâ elim ayağım birbirine dolandığından insülinini dolapta unutmuşum. Bizim çıkmamızla artık evde kimse kalmamıştı. On günü geçti, hâlâ kimse evde kalmıyor. Kızımın evine gittik, yalnız değildik, artık damadım torunum annem kızım beraberdik ve güzel bir kahvaltı sofrasına birlikte oturduk birazdan gelecek olanı bilmeden.
Bilmediğiniz şey ikinci depremdi sanırım.
Torunun odasında yatağın üzerinde yaşadığı korkuyu biraz hafifletmek için oynamaya başlamıştım. Sallantı aniden, yine şiddetli bir sallantı. Hemen çocuğun kulaklarını yastıkla kapattım. Kendi kulağımı da diğer yastıkla. Gözümün önünde çocuk odasının dolabı odanın içinde dönüyordu. Çok yüksek olmayan üç kapılı dolap yatağa doğru yaklaşıyor sonra uzaklaşıyordu. İlginç bir nokta var, onu söylemeliyim. Gardolabın odayı dolaştığı depremde tek bir bardak yere düşmemişti. Avize duvara vurup sallanıyordu. Bulaşıklar bıraktığımız yerde duruyordu. Artık evde kalamayız dedik ve yeniden sokağa çıktık. Arabanın içine girdik. Arada okulun bahçesine çıkıp insanların yüzüne bakıyorum. Acıyı endişeyi ne yapacağını bilememe halini, hepsini yüzlerinden okuyordum. Yandaki arabada biri bebek iki çocuklu aile vardı. Bebek ağladıkça annesi sus sus diyerek kucağında hoplatıyordu. Şuursuzca yaptığı çok belliydi.
Tek başına yaşayan karşı komşu yanımıza gelip beni yanınıza alın, ne yaparsanız beni de götürün dedi. Onu da Tarsus‘taki eve bizimle beraber götürecektik ama oğlu bir arama kurtarma grubuyla onu almaya geliyormuş, haberi gelince kalmaya karar verdi.
Tarsus’ta öğrendim. Sabah duyduğum dayanılmaz seslerin nedeni öndeki yıkılan binaymış. Alpargun Apartmanı’ndaki tuhafiyeci dükkanına alışverişe giderdim, kahve içerdik. Son konuşmamızda ekonomik sıkıntılar içinde olduğunu söylemişti. Nasıl bu badireden çıkacağını düşünürken dükkanı malı hiçbiri kalmadı.
Adana’ya geri dönmeyi düşünüyor musun?
Burada ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Hendek de deprem bölgesi biliyorsun. Annem Adana’da 5. depremini yaşamış. Hepsini eve ziyarete gelenlere sayıyor. İlki çocukken 1943’te, ikincisi evlendikten sonra 1957, üçüncüsü 1967 yılında olmuş, dördüncüsü 1999 Düzce depremi.
Ben çocuklarımın, torunlarımın yanında olmak istiyorum elbette. Evime bakılmış, oturmaya uygun bulunmuş, hiç sevinemiyorum buna. Kimse evine girmemiş üzerinden on günden fazla geçmesine rağmen. Orada yalnız kalabilir miyim bilmiyorum. Kulağımdaki sesler kaybolmadı. Sürekli duyuyorum onları, sanırım ömrümün sonuna kadar da duyacağım.
Depremin Sesi Hâlâ Kulağımda
