Üst üste tam beş günü ekrana gözlerini dikerek ufalanmış bankalara, hastanelere, alevler içindeki mağazalara, eğrilmiş demiryolu hatları ve parçalanmış otoyollara bakarak geçirdi. Tek kelime etmedi. Kanepeye gömülmüş, dudakları kilitli, Komura onunla konuştuğunda cevap vermedi. Başını bile sallamadı, Komura sesinin ona ulaşıp, ulaşmadığından emin olmadı.
Komura eşinin Yamagata’nın kuzeyinden geldiğini, bu nedenle Kobe depreminde arkadaşları veya akrabalarına bir şey olmadığını biliyordu. Yine de karısı sabahtan akşama kadar televizyonun önünden ayrılmıyordu adeta kök salmıştı. Kamuro’nun gördüğü kadarıyla hiçbir şey yemedi, içmedi ve asla tuvalete gitmedi. Kanalı değiştirmek için uzaktan kumanda ara sıra hareket etmesi dışında neredeyse hiç kıpırdamadı.
Çağdaş Japon yazar Haruki Murakami’nin 1995 Kobe depreminden etkilenerek yazdığı altı öykülük “Depremden Sonra” kitabının ilk hikayesi olan Koşhiko’daki Ufo öyküsünün girişi beni aldı götürdü. Depremden sonra benim de ruh halim hemen hemen aynıydı, ben de deprem bölgesinde değildim, ailemden, arkadaşlarımdan kimseyi yitirmemiştim ama televizyon dışında sosyal medyaya da dalıp dalıp gidiyordum.
Murakami deprem hakkında öyküler yazma nedenini bir röportajda söyle açıklıyor:
Kobe benim memleketim ve ailemin evi dâhil tüm evler yıkılmıştı. O zaman Massachusetts’teydim. Dört senedir Amerika’daydım, bir nevi gurbetçiydim. Sahneleri televizyonda gördüm. Ve bir yazar olarak, bu depremle ilgili ben ne yapabilirim derken deprem sırasında neler olduğunu hayal edebileceğimi düşündüm. Ve bunu hayal ettim. Çoğu zaman roman yazarken araştırma yapmam çünkü hayal kurmak benim en değerli yeteneğim. Onu dibine kadar kullanmaya çalışırım.

New York Times’daki söyleşisinde gerçek yaşananlar değil de kurguya sığınmasının nedenini de şu cümlelerle anlatıyor;
Kobe için çok hassas bir konuydu. Orada arkadaşlarım var. Eğer onlarla görüşmeler yapsaydım çok depresif bir hâle gelirdim. Ama kurguda kendi dünyamı oluşturabiliyorum, benim için çok daha kolay oldu. Şiddet, zihninizde ve vücudunuzda bir boşluk bırakabilir. Çok önemli bir şeye yol açabilir. Kurguda ise kontrol sizdedir.
Bundan sonra birçok afet daha gerçekleşti: Tokyo metrosunda sarin gazı saldırısı, tsunami ve diğerleri. Bu afetlerden olumsuz etkilenen insanlar için ne yapabilirim diye düşündüm, benim yapabildiğim şey iyi kurgu yazmak. Ben iyi bir öykü yazarsam biz birbirimizi çok daha iyi anlayabiliriz.
Eğer siz okuyucuysanız ben de yazarsam birbirimizi tanımıyor olabiliriz ama kurgunun yeraltı dünyasında bizim aramızda bir geçit oluşur. Bilinçaltımızla birbirimize mesajlar iletebiliriz. Böyle faydalı olabileceğimi düşünüyorum.
“Depremden Sonra” kitabındaki altı öykünün tamamı Şubat 1995’te kaleme alınmış, depremden bir ay sonra ve Tokyo metrosuna sarin gazı saldırısı düzenlenmesinden bir ay önce, Japonya’nın bir trajedi ile sarsıldığı ve bilmeden bir başka trajediye yol aldığı bir dönemde. Murakami, sarin gazı saldırısı ile ilgili de daha sonra belgesel bir kitap yazmış.
“Depremden Sonra” kitabındaki öykülerde karakterlerin tamamı Kobe’den güvenli bir mesafede uzaktalar ve depremi fiziksel olarak hissetmemişler. Ancak şok dalgaları onlara gazete ve televizyon yoluyla her gün ulaşıyor. Depremden önce katı, sert, güvenilir olan yeryüzü onlar için artık dengesiz, tahmin edilemez, güvensiz ve yumuşak.
Kitabın açılış öyküsü Kushiro’da U.F.O.’da beni en çok etkileyen öykü. Bu öykü New York Times tarafından da yayınlanmış. Bir lüks elektronik ürünler satıcısı olan kahramanımız Kamura iyi kazanan, yakışıklı, düz, sade bir adamdır. Yaşamı fazla sorgulamaz, depreme kadar hayatından çok memnundur. Komura’nın karısı günlerce televizyonda deprem hakkındaki programları yemeden, içmeden izledikten sonra altıncı gün kocasını terk ederken yazdığı mesajda şöyle der;
Sorun bana hiçbir şey vermemendi, ya da açık söylemek gerekirse içinde bana verebilecek hiçbir şey yok. Sen iyi, nazik ve yakışıklısın. Ama seninle yaşamak bir parça hava ile yaşamak gibi.
Bundan sonra klasik hayal kırıklığı Murakami kurgusuyla ilginçleşiyor,
Eşinin kendini terk etmesi nedeniyle işinden izin alan ama boş vaktinde ne yapacağını bilemeyen Komura iş yerinden bir arkadaşının kız kardeşine bir paket teslim etmek için uzun bir yol kat etmeyi kabul ediyor. Paket küçük, hafif, ölü külü kutularına benziyor.
Havaalanından kız kardeş ve onun arkadaşı tarafından karşılanan Komura birden neşeli, biraz tuhaf diyalogların içinde buluyor kendini. Kız kardeş kutuyu alıp gidiyor, akşamın ilerleyen saatlerinde Komuro bir aşk otelinde burnu biraz daha küçük olsa güzel sayılabilecek olan ikinci kızla birlikte kalırken onunla sevişemiyor, aklına aniden deprem geliyor.
O küçük ölü külü kutusu gibi olan kutunun içinde ne olduğunu düşünüyor, merak ediyor. Kız ona, senin içinde olmayan şey o kutudaydı ve sonsuza kadar kaybettin, diyor. Komuro bedeninden yayılan şiddet duygusuyla kalakalıyor. Kutu, muhtemelen Komuto’nun ruhunu mu barındırıyordu? O ruhu bir yabancıya mı verdi? Kutu sembolü bizi yaşamın, psikolojinin dipsiz kuyularına savuruyor. Deprem bizim kutumuzu nereye savurdu? Merak içinde düşünüyorum. Ya o kutu boşsa ta başından beri boşsa… Çıldırtıcı bir şüphe.
Murakami neoliberal karanlıklarda bu posttruth sonrası iyice kaybolmuş sıradan, sıkıcı ve kendini boş hisseden insanlar hakkında yazmayı sever ama depremden sonra onların yani bizlerin içimizi doldurma isteğinin arttığını kavramış. Öykülerde o kavrayışın izleri var.
Başka bir öyküde (landscape with flatiron) genç bir kız ve Kobe’de karısı ve çocuklarını terk eden orta yaşlı ressamın hüzünlü ilişkisini anlatmış. İkisi sahilde hipnotik bir şenlik ateşi yakıyor ve bir bağ oluşturuyorlar. Bir gece sanatçı kıza dönüyor ve soruyor
Bilmiyorum, birlikte ölebiliriz, ne dersin?
Murakami Kobe depremini yazmak için yola çıksa da beklenen büyük Tokyo depremi hakkında yazmadan edememiş. Süper Kurbağa Tokyo’yu Kurtarır öyküsünde Bay Katagin adlı sıradan bir banka memurunun evine Tokyo’yu depremden kurtarmaya çalışan bir kurbağa gelir. Tokyo’nun altında yaşayan büyük solucanla savaşmak için yardım ister kurbağa.

Bu öykü gerçekçilik ve fantezinin ilginç bir karışımdır. Çok hüzünlü bir alt metin, Katagi’nin yalnızlığı, güçsüzlüğü ve yaklaşan Tokyo depreminden çaresizce korkması öyküyü besleyen katmanlardı. Murakami bir kurbağa olup bizim ruhumuzun derinliklerine iner.
Kitabın son öyküsü Bal Turtası da Murakami’nin mesajını net verdiği öykülerden. Rilke’den özür dileyerek şu satırları yazıyor; Bir hayatınız olmasını istiyorsanız, hayatınızı değiştirmelisiniz, Pasif bir insan olan Junpei bir yazardır, hayatında bir kez kafasındaki kuşkuları dinlemez, düşünmez ve sevdiği kadınla evlenmek için ikinci bir şans elde eder. Ama o anda deprem olur.
Mezuniyetinden beri o sokaklara adım atmamıştı, ama yine de yakım görüntüsü, içinde bir yerlerde saklı, çıplak yaralar oluşturdu. Evet, evet, evet Junpei tamamen yeni bir yalnızlık hissediyordu. Köklerim yok diye düşündü. Hiş bir şey ile bağlantım yok.
Junpei’nin günü yakalama, sevdiği kadınla birleşme girişimi sancılı, olağanüstü bir yaşam kaygısına dönüşmüştür.
Japonya’da Tanrının Tüm Çocukları Dans Edebilir adı ile yayınlanan bu öykü kitabı İngilizcede “Depremden Sonra” adı ile yayınlanmış.
Türkçe’ye çevrilmemiş maalesef. Murakami’nin hemen hemen her kitabının çevirisi olmasına, Murakami Türkiye’de çok okunmasına rağmen deprem öyküleri görmezlikten gelinmiş. Yaşadığımız bu felaketten önce depremi de göz ardı ettiğimiz düşünülürse öykülerin çevrilmemesine de şaşırmıyorum.
Depremden sonra sanat ve sanatçının düşüncelerini ifade etmesi, sınırları zorlaması, kurgu dünyasının bulanıklaşması önemlidir. Ursula Le Quin’in taşıma çantası ya da çuval teorisine göre her öykü kendi kendinin taşıyıcı çantasıdır. Bu taşıyıcı çantaların içinde daha büyük bir çuvalda oyunda vardır. Öyküler ve oyun, birbiri içine dökülmesi için taşıyıcı çuval görevi görür. Rüyalarda olduğu gibi, gerçek ve kurgu arasındaki sınır geçirgendir.
Murakami Deprem gerçeğini olay anlatısının tam merkezine yerleştirerek bir depremin sarsıcı olaylarının, sanatsal perspektifle depremin yarattığı fiziksel ve duygusal sorunları son derece hassas ve aynı zamanda analiz ederek sunuyor. Kitabın dinamizmi farklı okuma biçimlerine olanak sağlıyor, farklı okur kitlelerini sayfaların içine çekiyor.
Deprem gerçeği ile yüzleşirken sanatçıların hassas süzgeçlerinden geçen yorumların çok önemli olduğunu düşünüyorum, bu kitabın en kısa zamanda Türkçeye çevrilmesinin kendi deprem gerçeğimizle en iyi şekilde yüzleşebilmek için önemli olduğunu düşünüyorum.
Kaynaklar:
cliffordgarstang.com/the-new-yorker-u-f-o-in-kushiro-by-haruki-murakami/
nytimes.com /2002/08/18/books/ a-shock-to-the-system.html
academia.edu/40112778/Psychological_Trauma_after_Disaster_A_Thematic_Analysis_of_Haruki_Murakamis_After_the_Quake
https://www.theguardian.com/books/2002/oct/19/fiction.harukimurakami