Hayatımın ilk zorlu operasyonu beş yaşında geçirdiğim kalp anjiyosuydu. Narkozu verirlerken saymamı istedi hemşire, yedinden sonrasını hatırlamıyorum. Beş yaşında tüm dertlerim yediye sayana kadar biterdi.
Okul hayatım siyah önlükle başladı. Mavi önlükle devam etti. Mavi önlük giymeye başladığım yıllarda bizi bekleyen zorlu yollara adım attım. İlk yarış için iki sene vardı. Öğretmenimiz o sene girilen sınavda zor olarak nitelendirilen matematik sorularından üçünü yapmamızı istedi. Sınıfta çözebilen üç kişiden biriydim. Hayattaki tüm başarı ve şansımı burada kullanmış olabilirim.
Dördüncü sınıfta gelen ameliyat haberiyle heyecanım söndü, kaygılarım arttı. Zorlu bir kalp ameliyatı, ardından üç aylık ev hapsinden sonra yeniden okula başladım. Arayı kapatmam, çok çalışmam gerekliydi. Fakat benim üşengeçlik ruhuma çoktan işlemişti. Okul dışında derslere karşıydım.
O sabah heyecanla uyandım. Henüz üçüncü sınıftayken sınava giren beşlerin sorularını çözmüş, zor matematik sorularında başarılı olmuş bir öğrenci olarak kendime güvenim tamdı ama gelin siz bunu durmadan çarpan arızalı kalbime anlatın.
Şekerlere, pirinçlere, kalemlere okunan dualar tamamdı. Yarış atı gibi ağzımıza şeker sıkıştırdılar. Pirinçleri tek tek yutup büyülü kalemler elimizde sınava girdik. Birbirimizden çalarak sürekli el değiştiren uçlu kalemlerimin en okunmuşuyla sınava hazırdım. Beş yıllık stres o günlük boşaldı.
Ertesi gün gazetede çıkan soru – cevap kitapçığı sayesinde sınavda verdiğim cevapları hatırladığım kadarıyla karşılaştırdım. İlk tercihim Beşiktaş Anadolu lisesi tuttu tutacak, o olmazsa ikincisi Beyoğlu Anadolu kesindi. Ve ardına bomba patladı. Sınav soruları çalınmış. Gözü yaşlı binlerce on bir yaşında çocuk, perişan aileleri tv kanallarında boy gösterip acılarını dile getirdiler.

Durmadan zırlayan on bir yaşında stresle tanışmış çocuklar, olacak sınav için çalışmalara devam etti. Eğitim hayatının ilk travmasını gururla taşıdık.

Yeni sınav zamanı belirlendi. Bazıları harıl harıl çalışmaya devam ederken benim gibiler vaz geçmiş, çöküntü içinde kaldı. Dedim ya üşengeç insanım ben, yeteri kadar çalışmışım. Sonraki sınavda emeklerimin karşılığını gani gani alarak üçüncü tercihim Vefa Anadolu Lisesi’nin yedeklerine girdim. Yedekleri beklemektense başka iyi bir okul bulundu. Ortaokul hayatımın orada başlamasına karar verildi.  Rüya gibi geçen üç yılın ardından lise maratonu başladı.

Ortaokulumda kalıp liseye devam edebilirdim ama ailem başarılarımın devamının gelmesi gerektiğine kanaat getirerek bir sonraki facianın da fitilini ateşlemiş oldu.

O sene yüksek olan puan ortalamam sayesinde yeni ortaya çıkan süper liselerden birine kaydoldum. Bir sene İngilizce hazırlık sınıfında okuduğumuz bir nevi Anadolu lisesi mantığında olan bir okuldu. Geçmiş kayıplarımı burada tamamlayacaktım.

Yarısı iyi yarısı kötü geçen dört senelik lise dönemim bana ilk sınav zamanlarımda yaşadığım sağlık sorunumla başa çıkmam gerektiğini hatırlattı. İki sene boyunca gittiğim sınava hazırlık dershanesindeki çalışmalarım, bireysel çalışmalarım son sınıfta yaşadığım sağlık sorunuyla biraz sekteye uğrasa da yine kendime güvenim tamdı.

Sınava yakın bir zamanda tekleyen kalbimin durumu ahvaline bakmak için doktorlarım anjiyo olmam gerektiğini söyledi. Benim için tanıdık bir işlemdi. Hastanede yedi sekiz saat içinde bitiyordu. Doktorlarım stres yaşamamam için sınav sonrasında bir tarihe randevu verdi.

Mayıs ayında tam tekmil hazırdım. Sınav günü okul kapısında okunmuş şeker, pirinç, kalem üçlüsü tamamdı. Henüz o zamanlarda bizlere kutu içinde kalem, silgi, peçete, şeker hediye etmedikleri için kendi eşyalarımızla gittiğimizden onlara büyü yapabiliyorduk.

Ertesi gün gazetelerde yine o bilindik manşetler vardı. “Sorular çalındı. Üniversite sınavları iptal!”

Bu sefer benim için zorlayıcı başka bir durum vardı. Anjiyo sınavdan öncesine denk geldi. İlkokulda yaşadığım makus talihim yine peşimdeydi. Bir öncekinden daha zor sorular, bıkmış bir beyin, nasıl olacak bu sınavı nasıl atlatacağım diye sürekli işleyen beynimle kendimi kastım. Sınavdan öncesine denk gelen anjiyo sonrası neredeyse felce kadar gidecek bir sorunla karşılaştım. Evde birkaç gün dinlendikten sonra sınav zamanı geldi. Elbette ki istediğim bölümü kazanamamıştım. Yeniden hazırlandım.
Hayallerim olmasa da iyi bir üniversitede fena olmayan bir bölüm okudum. Sağ olsunlar azla yetinmeyi kalbime vura vura öğrettiler. İş hayatı da fena değildi ama bilirsiniz orta kesimde memur olmak bir ayrıcalık. Düzenli maaşın, emekli sandığın, resmî tatillerde izinlerin bir sürü avantajlarıyla sayılan bu iş kolu için yıllarca baskı gördüm.

Tabii benim kalbim durur mu arada yine tekledi. Bu sefer anjiyo kesmedi. Bir de açık ameliyat olacağım diye tutturdu. Üç aylık ev hapsinden sonra başlayan iş hayatı ilk senelerde beni çok zorlamadı. Zaman geçtikçe özel sektörün yoğunluğu üstüme üstüme gelmeye başlayınca etrafımda “memur ol kızım, hayatın kurtulur” nasihatleri dönüp durdu.
2012 yılında yoğun temponun içindeyken bir akşam kalbime doğru saplanan bir ağrıyla iş arkadaşlarım sayesinde en yakın polikliniğe götürüldüm. Kullandığım ilacın etkisiyle pıhtı atma riski olduğundan beni tam teşekküllü hastaneye acil olarak gönderdiler. Yoğun bakım maceram sonrasında işten ayrıldım.
Yeniden başlayan memur olma baskılarıyla o sene eşimle birlikte Kpss sınavına girdik. Elbette sınavda şaibe vardı ve sorular sızdırılmıştı.


O günden sonra hiçbir sınava girmeme kararı aldım. Zira kalbime hiç iyi gelmedi.

Zeynep Pınarbaşı