“Hayat yaşandığı kadardır…
Ötesi ya hatıralarda bir iz,
Ya da hayâllerde bir umuttur.”
İçim kıpır kıpır, yerimde duramıyorum, yıllardır hayalini kurmuştum bugünün… Tutkuyla severim fotoğraf çekmeyi, kızım gözlerimle değil de objektifimle gördüğümü söyler dünyayı…
Yıllardır kurduğum, AKM’de bir fotoğraf sergisi açma hayalimi, iki fotoğraf ile katıldığım karma sergi ile gerçekleştiriyordum sonunda. Fotoğraf çekimlerine arada birlikte gittiğimiz kızım Hande de bugün açılışa benimle gelecek.
Rujumu sürerken gözüm saate ilişti, 18.30 olmuş bile. Geç kalmasak bari. İstanbul trafiğine biraz daha geç çıkarsak açılışa zor yetişeceğiz. Her zaman olduğu gibi Hande bir türlü hazırlanıp çıkamadı. Aynaya son bir kez daha bakıyorum. Mürdüm rengi krep elbisem, inci küpelerim ile kendimi beğeniyorum. Hande yılbaşında ona aldığım beyaz tril tril tulumu mu giyer acaba diye düşünüyorum. Aslında sergi açılışında başka telaş istemiyordum, sergiyi yaşamak istiyordum, her dakikasını. Sadece benim günün olmasını istiyordum ama Fakülteden arkadaşım Nermin tutturdu, oğlunu da getirecekmiş, doktor çıkmış oğlu, Hande ile bir tanıştırsaymış. Aslında bu tarz işleri hiç sevmem ben ama hayır da diyemedim. Bugün her şeyin mükemmel olmasını istiyorum, o telaşla sesleniyorum: “Haydi Hande geç kalıyoruz!”
Hande dışarı çıkınca, “Aman tanrım! Bu pazen elbise ile mi geleceksin açılışa?” diye tepki verdim. Kızımın giydiği allı güllü, kırmızı sarı renkli pazenleri eskiden evde giyerdik. Hande’yi bu kıyafetle zarif bulmadığımdan “Git kızım, düzgün şık bir şey giy çabucak.” deyip kolumla odasının kapısını gösterdim.
“Anneciğim pazen senin gençliğinde ucuz ve sıcak tuttuğu için günlük kullanılıyormuş. Ama şimdi öyle değil. Özel olarak satılıyor ve benim gibi daha salaş ve etnik giyimi seven gençler arasında çok moda. Hem geçen gün bir yerde okumuştum ‘Azra Akın’ın Dünya Güzeli seçildiği yarışmanın final gecesinde giydiği Sümerbank Nazilli Fabrikası’nda dokunmuş kırmızı çiçekli pazen elbise En İyi Giysi seçilmiş. Ben de bu elbise ile gideceğim.” diye ısrar etti. Haklı mıydı gerçekten acaba? Eski günleri düşündüm o sırada. İç ve dış dokusu yumuşak olan güzelim pazenler cilde zarar vermeyen son derece sağlıklı yapısı, cıvıl cıvıl renkleri ile hem entari veya pijama, hem de yün yatakların yüzü olarak kullanılırdı. O zamanlar Sümerbank fabrikalarında üretildiği için fiyatları da ucuzdu. Soba ile sadece bir odanın ısındığı evimizde pazen pijamam ile yatağın içinde kitap okuduğum, hayaller kurduğum günler düştü aklıma. O zamanlar da kendimi sıcacık kaloriferli evlerde ipekli pijamalar, krep, tafta elbiseler ile hayal ederdim. Hande’ye hiç giydiremediğim o krep ve taftalar.
Aradan geçen yıllarda burs kazanarak istediğim üniversite eğitimini, daha sonra başarılı sayılabilecek iş ve aile hayatım sayesinde hayalini kurduğum birçok şeyi gerçekleştirmiştim. Ancak söz konusu kızın olunca, artık ona önerilerin bir anlam ifade etmiyor, en çok da ayrılıklarımız giyim kuşam konusunda su yüzüne çıkıyor. O benim alışık olmadığım daha rahat, yöresel kıyafetler, ayaklarına yazın sandaletler, kışın postal tipi botlar giymeyi seviyor. Saçlarını ve tırnaklarını da bana daha marjinal gelen renklerde boyuyor ki asla aklımdan bile geçirmem.
“Anlaşıldı yine ikna edemeyeceğim.” Bir an önce çıkmak istedim. Zaten boşuna uğraşıyordum, o artık kendi tarzını belirlemişti. Giyim konusunda kararlarından dönmeyen bir çocuktu küçüklüğünden beri. Göz ucuyla onu süzerken, aslında ona belli etmesem de giydiği mor üzerine sarı çiçekli, V yakalı, ayak bileklerine kadar olan elbiseyi esmer güzeli kızıma yakıştırmıştım da.
“Haydi Hande çıkalım bir an önce” diyerek aceleyle İstanbul trafiğine daldık.
Sergi salonu kalabalıktı, çok sevdiğim, eserlerine hayran olduğum fotoğrafçılar gelmişti. Bunlardan biri de Anadolu’nun geleneksel ve yöresel kadın kıyafetlerini fotoğrafları ile belgeleyen usta fotoğrafçı Faruk Akbaş’tı. Fotoğraflarımı çerçeveli duvarda görmek kalp atışlarımı daha da hızlandırdı.
Bir an Hande’yi, pazen elbisesini, Nermin ve oğlunu unutup kadrajların içinde kayboldum.
Benim sergideki fotoğraflarım; siyah beyaz kategoride sisli bir İstanbul sabahında Salacak sahilinde çektiğim sisler arasından belli belirsiz görünen Kızkulesi, kıyıya yakın giden balıkçı teknesi ve tekne üzerinde uçan martılar, renkli kategorideki fotoğrafım ise Bursa Mustafakemalpaşa’da çektiğim tef yapan kadın fotoğrafı. Bu fotoğrafı sergi için gönderdiğimde hiç düşünmediğim duygular içinde bakıyorum. Fotoğrafı çekerken kadının tef yaparken işine ve ellerine odaklanmıştım. Bugün ise üzerindeki rengârenk kıyafetlerine.
Nermin mesaj attı, ‘‘geldik girişteyiz’’. Onları karşılamak için girişe yürüdüm, o mor üzerine sarı çiçekli, V yakalı, ayak bileklerinde elbiseli kadın Nermin miydi? Hande ile pişti olmalarına gülmemek için kendimi zor tutarken, yanındaki doktor oğlunun bizim fotoğraf derneğinin yeni üyelerinden birine benzediğini düşündüm, daha dikkatli bakacaktım genç doktora.
İlginç bir gece olacaktı. Nermin ve Hande’yi nasıl bir kadraja yerleştiririm, beynim çalışmaya başlamıştı.
AYDANUR ATAMDEDE