Son yıllarda yaşadığım Karadeniz’in incisi denilen kentten İstanbul’a dönüyorum artık. Altmışlı yaşlarımda İstanbul’un keşmekeşinden bıkıp, sakinliğini özleyip gitmiştim, doğup büyüdüğüm, mesleğimin ilk yıllarını geçirdiğim memleketime.
Şimdi havaalanındayım, uçağımızın kalkacağı saati bekliyoruz. Korona Pandemisi yüzünden kontuar da işlemlerin uzun süreceğini söylediklerinden epeyce erken geldik, daha taksiden inerken, yaşımdan ötürü polis memuru yanımıza gelip izin belgemi sordu, kızım, iznimin onaylandığını söyledi, yine de memurlar teyit amaçlı sisteme baktılar. Salgın sebebiyle altmış beş yaş üzerindeki bizlerin özel izinlerle seyahat etmesi şartmış. Sonra hem benim hem kızımın HES kodu soruldu. Özel araçla seyahat dışındaki ulaşımlar için, bilet alma aşamasında mutlak gerekli olan Hayat Eve Sığar kodu ile sağlık kontrolleri yapılıyormuş.
Kontrollerimiz bitti, yaz sıcağında maske takmak çok sıkıntılı, insan zor nefes alıyor, arada çıkartmak istiyorum, kızım aman baba diye engel oluyor. Maske yetmezmiş gibi uçağa binince siperlik taktı bana, iyice bunaldım. Arada bir elime kolonya döküyor dezenfekte etmek için. Korona olmasa belki dönmezdim ama dışarı çıkmak merasim, evde kalmak sıkıcı, hiç değilse İstanbul’da balkonda çocuklarımla beraber olurum diye karar verdim.
Yıllarca özgürlüğümün peşinde yaşamaktan yoruldum belki, şimdi, mesleğimi ifa ettiğim, yirmi beş yıl boyunca çalışıp emekli olduğum şehre gidiyor olmak huzur veriyor bana.
Öğretmen okulu sınavlarına girmemi babam istedi, ben aslında istemiyordum, Altı yıl yatılı okudum, okul yıllarımda sporun her dalında ön plandaydım, müsabakalar için o yıllarda İzmir ve Eskişehir’e gidip maçlar yapmıştık. Yaptığım sporun hakkını verirdim, o yaşlarda düşünseymişim, belki farklı bir dalda ilerleyebilirdim de, kısmet işte. Ama ilkokul öğretmenliğini de severek yaptım, çocuklarıma doğruluk ve dürüstlüğü öğretmek ilk hedefim oldu hep. Bizi erken uçağa aldılar, tam niye kalkmadı hala diyordum, sonunda havalandık.
İstanbul’a daha önceki gelişlerimdeki bir anıyı hatırladım şimdi. Öğretmenler Günü kutlaması için yıllar önce mezun ettiğim öğrencim aramıştı, Benim emekli olduğum okulda oğlu okuyormuş, kendisi de iyi bir şirkette yönetici olmuş, onunla gurur duydum. Öğretmenler Günü için program hazırlamışlar, beni de davet ettiler. Günün anlamı ile ilgili bana plaket verdiklerinde, şaşkınlıkla sevinci bir arada yaşamıştım. Aynı dönem okuttuğum dört öğrencim de gelmişti, duygulu saatler geçirmiştim sayelerinde. Zaman zaman babama kızardım, beni zorla öğretmen yaptı diye ama meyvelerini böyle toplamak da başka hiçbir meslekte yok doğrusu. Babam da öğretmen ve okul müdürüydü, o yıllarda gözde mesleklerdendi tabii öğretmenlik. Okul yıllarımda, başka şehirde yatılı okuduğum için ailemi sadece yılda bir ya da en fazla iki kez görebiliyordum. Evimden uzakta, yaşıtlarımla birlikte yaşarken acı tatlı bir sürü anılar ve güzel dostluklarda biriktirmiştim.
Memleketimden çıkışım, meslektaşım olan eşimle olmuştu. Birlikte tayinlerimizi İstanbul’a istemiştik. Yıllarca ikimizde emekliliğimize dek çeşitli okullarda görev yapmıştık. Emeklilik sonrası da sakinlik arayışımdan gitmiştim doğduğum şehre.
Şimdi artık uçağımız inmek üzere İstanbul göründü, ne kadar taş yığını mübarek. Kadıköy’de her zaman alışveriş yaptığım Dicle Balıkçısı duruyor mudur acaba? Yolumun üzerindeki manav Kara Ali’nin oğlu Murat kocaman olmuştur. Doktor olmak itiyordu, ne oldu acaba. Her gün taze meyvelerini seçerek alırdım. Hele uzun yıllar kapısını aşındırdığım Öğretmenler Lokalimiz halen yerinde midir ki? Kaptan pilot kemerlerinizi bağlayın anonsu verdi iniyoruz demek ki. Yolculuk ne kadar kısa sürdü, yaşam da böyle olsa gerek, yaşarken yavaş geçiyor gibi oysa…
ÖZLEM GEMİCİ