I know what it is to be young,

But you can’t know what it is to be old.

(Ben gençliğin ne demek olduğunu biliyorum; fakat siz yaşlılığın ne demek olduğunu bilemezsiniz)

İza’nın Şarkısı’nı okurken kulaklarımda devamlı Orson Welles’in bu ünlü şarkısı çınladı durdu. Yaşlanmadan yaşlılığı anlamak o kadar imkânsız mıydı gerçekten?

Magda Szabo daha evvel okumadığım bir yazardı. Zaten ülkemize gelişi de geç olmuş. Bir arkadaşımın önerisiyle elime aldığım kitabı keyiften hüzüne, gülümsemeden endişeye, nostaljiden şimdiki zamana savrula savrula okudum. 

Romana ismini veren İza kelimenin tam anlamıyla bir mükemmeliyet örneğidir. Güzel, çalışkan, başarılı bir doktor, her şeyi düşünen ve organize eden iyi bir evlat, müstesna bir eş. Herkesin hayranlıkla bahsettiği İza’yı eşinin niye terk ettiği ise toplum açısından tam bir soru işaretidir. Damat Antal bu nedenle ayıplansa da onun da iyi bir insan olduğu gerçeğini herkes kabul etmektedir. İza o kadar kendinden emindir ki terkedildiğini açıkça söylemekten hiç gocunmaz.

İza’nın babası iktidarın bütün baskısına rağmen görevinin gerektirdiği adaletli kararı vermiş; bu yüzden hakları elinden alınmış bir hakimdir (ne kadar tanıdık, değil mi?). Bu haklar yıllar sonra iade edilmiş olsa da aradan geçen sürede kendisi ve ailesi acısını çekmiştir.

Romanımızın asıl kahramanı anne Etelka, kızının gönderdiği ekmek kızartma makinasını beğenmeyip evini yuva yapan ateşte evire çevire ekmek kızartan, tavşan Kapitany ve kocası ile yaşadığı, hatırası olan mobilyalarla dolu eski evinde, bakkalı, komşusu, tütüncüsü, postacısı ile çevrelendiği minik dünyasında, her şeye karşın huzurlu olmayı becerebilmiş bir kadındır. Eşi ile nişanlı iken kaçamak öpüşmek için gittikleri Kınaçiçeği Çukuru adlı eski mahallenin şantiyeye dönüşmesine üzülen, hastanede son dakikalarını yaşayan eşine götüreceği üç limonla iyileşeceğini uman, okurken içinizi şefkatle dolduran bir annedir aynı zamanda.

Babanın kanserden ölümü ile annenin yaşamı değişecektir. İza boşandıktan sonra Budapeşte’ye yerleşmiştir, her zamanki becerikliliği ve kararlılığıyla annesini yanına almaya karar verir. Bu karar çevrede sevinç yaratır. İza ne kadar iyidir? Annesi ömrünün son demlerini, gayet iyi bakılacağı, modern eşyalarla dolu, sıcak bir evde, rahat geçirecektir.

Her şey göründüğü kadar güzel midir? Toprağından, evinden, alıştığı eşyalarından, tavşanından, dostlarından koparılan yaşlı kadın, kızının yanında huzuru bulabilecek midir? Moderniteye geçişi, yabancılaşmayı simgeleyen Kınaçiçeği Çukuru’ndaki değişim gibi, anne de bu değişime ayak uydurabilecek midir? Kötü karakterin olmadığı romanda iyi niyetlerle de olsa bir şeyler yapmaya çalışmak yeterli olacak mıdır? Birçok şeyin farkında olan eski damat Antal’ın yardım çabaları sonuç verecek midir? Donanımlı, başarılı, tuttuğunu koparan bir insan olmak, gerekli empatiyi sağlayabilecek midir?

İza’nın Şarkısı’nın orijinal adı Pilatus. (İngilizce’de İza’s Ballad olarak yayınlanmış.) Szabo, milattan sonra ilk yüzyılda yaşayan Pontius Pilatus’un adını kitaba vermiş.  Wikipedia’dan* okuduğum kadarıyla Pilatus hakkında hristiyan dünyasında pek çok öykü, varsayım, inceleme, mit var. Bunlardan en bilineni, Yahudiye valisi olan Pilatus’un İsa’yı idama mahkûm etmesiymiş. Aslında bu kararı vermeyi istememiş, ama görevini yerine getirmiş fakat sonuçlarını öngörememiş. İza gibi. İyi niyetle annesine olan görevlerini yerine getirdiğini düşünmekte ama sonuçlarını öngörememektedir.

Magda Szabo’nun (1917-2007) yaşadığı dönem hem dünyanın hem ülkesi Macaristan’ın büyük siyasal ve sosyal değişimlere uğradığı dönemdir. Toplumlar iki büyük dünya savaşını yaşamış, ülkeler sert bloklar oluşturmuş, sıcak savaşların üzerine soğuk savaş binmiştir. Macaristan ise aşırı sağ iktidarlardan komünizme savrulmuştur. Evrensel olarak, şehirleşme ve ona bağlı olarak apartman yaşamı artarken, kalabalık ailelerden çekirdek ailelere geçişte bireysellik de artmış, savaş yorgunu insanları üstüne yalnızlaşma vurmuştur. Özelde Macar genelde tüm dünya değişimin sancıları ile boğuşmaktadır. Aşırı politik bir zamana doğan Szabo’nun kendisi de romanın kahramanlarından Vince gibi sakıncalı bir yazar olmanın acılarını yaşamıştır.

Szabo, İza’nınŞarkısı’nı 1963 yılında yayımlamış. Romanın geçtiği tarih 1960 gibi olsa da geri dönüşlerle 1880’lere kadar gidilmiş, ailenin fertlerinin yaşam hikayeleri aralara ustaca serpiştirilmiş. Her bir geri dönüş akıcı ve etkileyici bir anlatımla bugünle ilişkilendirilmiş. Aynı zamanda dönemin şehir ve taşra görüntüleri çok güzel resmedilmiş. Bireysel dönüşüm, fonda akan ülke ve dünya dönüşümünün üstüne ustaca yerleştirilmiş.

…Buruşuklukları eliyle düzeltip çamaşırları dolabın dibine sokuşturdu, sonra da pencerenin önüne dikilip Büyük Bulvar’ı seyre daldı. Mavi bir şimşeği andıran göz kamaştırıcı bir alev yüzünden gözlerini kırpmak zorunda kaldı; madeni maskeler ve kocaman eldivenler takmış adamlar bir kıvılcım yağmuru ortasında, raylara eğilmişlerdi. Ateşe benziyordu ama sahici ateş değildi; işte Budapeşte’nin ateşi diye düşündü yaşlı kadın. Şaşkın, ürkek ve üzgündü.

İza’nın Şarkısı, çok katmanlı bir roman, birçok açıdan incelenebilir. Ben burada yaşlılık, değişimin getirdiği sancılar sorunsallarına daha çok ilgi gösterdim. Bu yönüyle yaşamın son perdesine geçen insanlarla olan ilişkilerimizi sorgulamaya zorlayan bir kitap. Orson Welles’in dediği gibi henüz yaşlılığın ne olduğunu bilemesek de anlamaya çalışmanın bile bir merhale olabileceğini düşündürtmesi bakımından koca bir övgüyü hak ediyor.

Asil Şenol Topçu

   *https://en.wikipedia.org/wiki/Pontius_Pilate