Şefika başını ellerinin arasına alır. Yüzünü ani hareketlerle aşağı yukarı, sağa sola döndürür. Aynadaki yansımasında kızardığını, içten içe konuştuğunu fark eder. Sanki büyümüştür! Gözlerinde yaşlar belirir. Annesi Edibe ile babası Şefik Bey’in arasındaki kavganın etkisindedir hâlâ. Yeni taşındıkları evin önündeki küçük bahçeye çıkar. Bahçede akranı olan çocuklar da vardır.
Şefika’nın babası Şefik Bey, eğitimini aydınlarımızın çoğunun örnek alıp beslendiği modern Batı’da, İngiltere’de almıştır. En büyük hayâli, ardında toplumun geniş kesimlerini etkileyen klasik eserler bırakan sanatçılardan Bach, Beethoven gibi bir sanatçı olmaktır. İleriyi gören ve geçmişle hesaplaşan Türkiye özleminde, kendi estetiğini kurma peşindedir. Müzeleri gezer, resimler onu deliye çevirir. Manzaralardan, müzelerde incelediği sanattan, rastgele çıktığı yürüyüşlerde şahit olduklarından; Avrupa’nın her şeyinden büyülenir. Birçok kitap, plak alır fakat kısa zamanda dışarıdaki sosyal hayatın kapısını araladığında kimi çelişkiler yaşar. Kumar alışkanlığı ve yıllarca uzattığı okulunu yarıda bırakması onu yıpratır. Türkiye’ye döner. Hemen zengin bir ailenin kızı olan Edibe ile evlenir. Fakat kumar tutkusuyla başa çıkamaz. Satılacak mülk tükenip, ev eşyalarına sıra gelince maddî sıkıntılar doruğa çıkar. Şefik Bey’le ailesi, İstanbul Kadıköy’de, kira fiyatlarının uygun olduğu Fikirtepe semtine taşınmak zorunda kalır.
Şefika, uzun süre Fikirtepe’ye taşınmalarına, evdeki huzursuzluğun daha da artmasına anlam veremez. Annesine “Bu evde, bu kavgaların arasında yaşanmaz!” diye isyan ederken içinde bulundukları durum hakkında çok düşünür, “Neden?” Hâlbuki hep babası gibi Avrupa’da olmak, okumak, kabuğunu kırmak, şapka giymek hayâlindedir. Fakat günlerini sokakta oynayan çocukları seyretmekle geçirmeye mahkûmdur. Giysileri itinasızdır. Tek ve iki katlı müstakil evlerin bahçelerinde, balkonlarında rengârenk çamaşırlar hiç eksik olmaz. Evin küçük bahçesinde sopayla çiçeklerin diplerini eşeleyen, çocukların topu bahçeye kaçtığında “Topla oynanmaz, günah” diyerek onları kovalayan yaşlı teyzenin varlığı bile ortamdaki geri kalmışlığı ele verir. Yandaki iki katlı binada öğretmen olduklarını sonradan öğrendiği iki çocuklu bir aile yaşamaktadır. Küçük kardeş Sevgi, Şefika’yla aynı yaştadır. Ağabeyi Mesut lisede okumaktadır. Sokağın ana caddeye bakan, okul yapılacağı söylenen geniş bir alanda Almanya’dan gelen Haşmet Bey’in binası vardır. Haşmet Bey burada eşi ve rahatsızlığı bulunan en küçük çocuğu Halis ile yaşamaktadır. Sabah akşam bir koşturmacadır gider. Gençler -çoğunluğu işsizdir- akşam olunca çardaklı kahvede ya da yanındaki bakkalın önünde toplanır. Geç saatlere dek çene çalarlar.
Sokak, yaz aylarında eve girmek istemeyen Şefika için adeta bir sığınak olur. Sık sık akranı olan Sevgi’lerin evine gider. Mesut ve Sevgi’nin öğretmen olan anne babasının ilgisi onu mutlu eder. Aile toplantılarına katılır. Mesut’la yaptığı sohbetlerde toplumsal sorunlara karşı duyarlılığı artar. Gün geçtikçe annesinin içinde bulunduğu durumunu daha iyi anlayıp ne yapması gerektiğini düşünür. Sokaktaki kadın ve çocukların durumu da farklı değildir. “Bir şeyler değişmeli” der. Bu arada Mesut’un verdiği kitapları okurken Mesut’a olan ilgisinin de arttığını fark eder. Birlikte Avrupa’ya gidip İngilizce dilini geliştirme kararı alırlar. Şefika’nın babası bu fikri duyduğunda Şefika’yı sokakta döver.
Haşmet bey, 1965 yılında Almanya’ya işçi olarak gitmiş, bir kömür madeninde yıllarca çalışmış, emekli olduğunda ufak bir lokanta açmıştır. Kısa zamanda işleri büyütmüştür… Rahatsızlığı olan Halis hariç, okulu tamamlayan çocuklar işin başına geçer. İşler Türkiye’ye uzanır ve bir aile şirketi haline gelirler. Fakat Haşmet Bey Türkiye’deki işlerinden memnun kalmaz. “Türkiye ne olursa olsun sanayileşmeye mecburdur. Teşvik yasası çıkarılmalı… Şarkın aksak yürüyüşü, ilkel makine gürültüsü ile olmaz” diye düşünür. Sonrasında yıllarca çektiği memleket özlemini, ülkesinde yapacağı kültürel-sosyal hizmetlerle dindirmek ister. Almanya’da karşılaştığı “Doğulu” yaftasını unutamaz. İlk önce havasını teneffüs etmek için gittiği köyünün göç nedeniyle boşaltıldığını görünce İstanbul’da kalmaya karar verir. Köyüne dönmesini engelleyen nedenler karşısında bir kez daha hayal kırıklığı yaşasa da İstanbul onu heyecanlandırır, nefeslenir. Samimi bir mahalleye taşınır. Elinde tespihiyle başından geçenleri mahalle sakinlerine defalarca anlatmasıyla insanlar onu kısa zamanda benimser. Onu her görüşünde hatırını sorup, anlattıklarını ilgiyle dinleyen Şefika’yı ise çok sevip ona “kızım” diye hitap eder.
Fakat Haşmet Bey, rahatsızlığı olan oğlu Halis konusunda çok çaresizdir. Avrupa’da başvurmadığı doktor kalmamıştır. Hatta hocaların üfürüklerinden medet umar. Kadıköy’de tarot falı bile baktırır. Şefika ve Mesut’un, Halis’e gösterdikleri ilgi ve sevgiden memnundur. Bu arada hiç beklenmeyen bir durum ortaya çıkar. Halis annesine, Şefika’ya olan aşkını açar. Oğlunun geleceğinden endişe duyan Haşmet bey için bu bir fırsattır. Her şeyden habersiz olan sokağın gözdesi Şefika’nın gelini olması için çözüm yolu arar.
Şefika ve Mesut, sokak sakinlerinin Haşmet Bey için söylediği “Adam Avrupa görmüş” sözleri arasında olanları ilgi ile izlerler…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın toplumsal konularla ilgili Sahnenin Dışındakiler romanını okuyan Şefika, roman karakterlerinden Sabiha için, “Kahramanım Sabiha. Ne dersin?” diye sorunca Mesut, “Sabiha ve Şefika… İsminiz dahi kafiyeli!” diye yanıtlayarak onu destekler.
Muhsin Başaldı