18.3.2018

Sayın Tanpınar

Yazarlık atölyemizde, size mektup yazılacağını duyduğumdaki hislerimi tarif edemem. Mektup konusu beni çocukluğuma götürdü. O yıllarda dedem ve annem arasında mektuplaşmalar çok olurdu, teknoloji bu kadar gelişmiş değildi. Dedemin, mektup kâğıdını dikey olarak katlayıp yeşil kalemle inci gibi yazdığı buram buram hasret kokulu satırlarını okumak zevk verirdi bana. Ah çocukluğum, o günler..

Sizinle tanışmam, atölyemizde sizin hikâyelerinizi okumakla oldu. Mahur Beste’deki Behçet Bey’e yazdığınız mektupta öncelikle kendinizle konuştuğunuzu düşündüm. İnsanın psikolojisini anlatan bu kitapta, hayatın kendine odaklanmanız, felsefi görüşleriniz beni etkiledi.“Olduğumuz gibi ile olmak istediğimiz gibi terazinin iki kefesi” derken günümüze uygun olması ufkunuzun genişliğinin göstergesidir. Okuduğum hikâyelerinizin çoğunda bilinçaltı, rüyalar, zamanın sınırsızlığı ve anın önemli olduğunun yanı sıra aynaları sembol olarak kullanmış olmanızdan da ayrıca etkilendim.“Olmak istediğimiz gibi olmak” bana göre günümüzde farkındalık ayrıcalığını doğurmakta. Kimileri düz yaşamayı tercih edebilir. Yani günlük hayatlarını; kendilerinden istenilenleri sorgusuz yaparak yaşayan, sosyal sorumlulukları icabı kendinden beklenilenleri yerine getirirken iç dünyalarını dinlemeye vakitleri dahi olamaz.

“Olmak istediğimiz gibi” yaşamak ise farkındalığın ta kendisi bence. Yaşadığımız anın kıymetini bilerek, iç dünyamızı mutlu edebilmeyi başarabilme kararı ve isteğidir. Yıllar önce bir tanıdığım bana “farkında olarak yaşa” dediğinde, o yıllarda bilinçli yaşamanın farkındalık olduğu düşüncesiyle evet demiştim.

Farkındalık, “Neden bu dünyadayız?” sorusu ile başlayan her yaşanan olayın, kişilerin bir görevinin olduğunu, hatta bir sebebinin olduğunu bilerek, birbirleriyle bağlantı kurarak, hoş görerek kabullenmekmiş aslında. Doğadaki mevsimsel değişikliklerde çiçeklerin açmasından, küçücük böceklerin dahi çeşitli görevleri olduğunu görebilmek, yaşama daha farklı bir gözle bakıp görebilmekmiş. Sosyolojik anlamda, bireyler olarak hayatta hepimizin kendimize düşen görevleri olduğu kaçınılmaz bir gerçek elbette. Ancak, ruhsal huzurun insanı daha mutlu etmesinin yanı sıra günlük hayata ayak uydurabilmek farkındalıktır. “İnsanın yaşamdaki ana görevi kendini doğurmak” diye okumuştum bir kitapta. Acaba kaçımız bu dünyada olmak istediğimiz gibi olabiliyoruz? Kendimizi doğurmayı başarabiliyor muyuz? İnsanın kendi için ne istediğini bilmesi farkındalıktır. İç dünyadaki kıpırdanışları yok saymadan kendini mutlu edecek meşgalelere yönelmektir belki de. Kitabınızın son sayfalarındaki bu sözünüz beni nerelere götürdü bakın… Şu sıralar elimde romanınız Huzur var. Sırasıyla diğer kitaplarınızı da okuyacağım. Şimdiden merak içindeyim, anlatımlarınızla nerelere yolculuk edeceğim acaba? Huzurdan sonra da size yazmak isterim.

Mektubuma son verirken, sizin dediğiniz gibi “Her şeyin bir çaresi vardır, insan bozulunca çaresi olmaz”. İnsanlığın bozulmadığı, farkındalıkların arttığı, insanların birbirini anladığı, güzel refah günlere erebilmek dileğiyle.

Özlem Gemici