19 Mart Pazartesi

Bugün size bu mektubu yazmadan önce bir şeyden emin oldum. Belki çoğu insanın basit bulacağı düşüncemin size öyle gelmeyeceğinden eminim. Ne de olsa bir Yengeç burcusunuz. Şu ana dek okuduğum öyküleriniz, romanlarınız, yazılarınıza dayanarak, doğduğunuz günü öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Tahmin ediyorum ki yükselen burcunuz da Yengeç… O yüzden size bir Yengeç burcu insanı olarak, bazı öykü ve romanlarınızın konularına, karakterlerine atfettiğiniz özelliklerle seslenmek istiyorum.

Artık sizin hakkınızda daha önce yaptığım gibi neden böyle yazmış, neden şöyle demiş, niye bu konuyu kendine dert edinmiş, diye düşünmeme gerek kalmadı. Öyle ya, geçmişe düşkün olmamanız mümkün müydü? Geçmiş, sizin için bu ânı şerbetleyen bir pınardı. Tabii bazen o pınarın suyu bulandı, tadı azaldı, buruldu. Hatta yeri geldi bir sis perdesi kapladı üzerini. Ama siz ne yapıp ne edip perdeyi araladınız. Size acı vereceğini bildiklerinize bile bir çeşit mazoşist içgüdüyle yaklaşmaktan kendinizi alıkoyamadınız.

Geçmiş deyince, içinde ne çok şey barındırır, öyle değil mi? Önce zaman, sonra mekân, sonra eşya… Hangi birinden vazgeçebildiniz öykülerinizde, romanlarınızda? Tabii ki çoğu yazar için geçerli bu olgular. Ama siz onlara bir başka yaklaştınız. Onların kapalı sandıklarını karıştırıp yine burcunuzun dürtüsü olan engin hayâl gücünüzle gündüze taşıdığınız gibi geceye de taşıdınız. Kaleminizden dökülen en duyulmamış rüyaları Abdullah Efendi’nin Rüyaları başlıklı öykünüzde ağzımız açık hâlde okuduk.

Biraz da kabuğuna çekilme eğilimi vardır ya Yengeçlerde; kırılmaya, unutulmaya gelemezler bu yüzden. Umursanmadıkları zaman kendi dünyaları onlara yeter. Siz yazıya sığındınız sevgili Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste romanınızın başkarakteri Behçet Bey de tavan arasında kitaplarını ciltlemeye… Belki de bu sâyede kimse sizi ve onu üzemez diye düşündünüz. Ama zaman denen akarsuya ayağımız her değdiğinde oluşan “an”lar insanı sürükleyip girdabına çekiverince hüzün kaçınılmaz oluyor. Size ömrü zehir eden kişiler, olaylar karşınıza tek tek çıkıyor. Önce ürküyorsunuz tekrar üzülürsünüz diye, sonra yazmaya devam edince rahatladığınızı hissediyorsunuz ve insan kendini tıpkı sizin yaptığınız gibi eskiyle yeniyi, doğuyla batıyı, iyiyle kötüyü karşılaştırırken buluveriyor.

Muhafazakârlık da bu burcun diğer bir özelliği olunca tabii geçmişten kopmak çok zor. Alışkanlıklar, insana beyaz bir gül bahçesi kadar cezbedici geliyor. Aslında bana göre rüyaları da bu alışkanlıklara karşı çıkmak, normalden sapmak adına yazıyordunuz. Bu durumda asiliği, daha doğrusu düzene, düzendeki haksızlıklara karşı koymak için vatanseverliği en üst düzeyde yaşayan sizin gibi bir Yengeç burcu insanının, ülkenin dertlerini Sabri Hoca gibi tuhaf bir devrimcinin ağzından roman oluşturacak kadar büyük bir derinlikle ele alması yadırganamaz. Mesleği kadı olan babanızın eğitimiyle büyüdüğünüzü de düşününce haksızlıklara karşı en önde müdahale etmek için milletvekili olmanızı takdir etmemek elde değil.

Ah ama o eskiler! Eskiler öyle mi? Kopmak isteseniz de eskinin, eski eşyanın enerjisi öyle bir enerji ki; sizi sarıp sarmalamış, bırakmamış. Mahur Beste romanınızdaki gelin telinin bir gerdek gecesini, pırıltısının aksine siyah bir tül gibi anımsatmasını başka nasıl açıklayabiliriz?

Peki ya sanata sığınmasaydık? Müziğin, resmin kanatlarının altına sokulmasaydık? Yazamasaydık? Zamana bu şekilde kafa tutamasak yaşamış sayılır mıyız? Değil başkalarınınkini, kendi yükümüzü çekecek gücü dahi bulabilir miydik? Ölümsüzlük diye bir şey olduğunun sadece sanatçılar farkında. Gerçek sanatçılar, acılarından sanat suyunda yıkanarak arınırlar. Siz de onlardan birisiniz. Hem de en üst düzeyde olanlarından… Acıları yazarken kullandığınız dile verdiğiniz önemden bahsetmek bile yeterli bunun için.

Sanatla birlikte insan yaşamını anlamlı kılan diğer bir öge de “aşk” tabii ki. Yengeç burcu insanlarının, hassas, kırılgan yüreklerinin en çok değer verdiği olgudur aşk… Büyük olmasına gerek var mı aşkın, bilmiyorum. Ya da büyüklükten kasıt nedir? Yeter ki Huzur romanınızın karakterleri Nuran’la Mümtaz’ın aşkı gibi yarım kalmasın… Aşkın sonbaharını da yaşayacaklarını bile bile devam etsin. Her aşkın bir sonbaharı vardır zaten. Saatin zembereği, aşka inat yavaş yavaş boşalır.

“Yengeç burcu insanı ailesi için yaşar” desek yanlış olmaz. Behçet Bey’in annesiyle babasına olan düşkünlüğü, Nuran’ın kızı uğruna aşkından vazgeçmesi sizin hayatınızdan gelen alıntılar olabilir mi diye az düşünmedim.

Bakın, yaşam başlı başına bir müzik parçası değil mi? Öyle ki notaları insan olmadan icra edilemeyeceği gibi yaşamına girenleri her zaman belli bir düzeye getirir. Romanlarınızla müziksiz yaşamın olmayacağını nasıl da güzel hissettirdiniz. İç âlemimize seslenir müzik. Orada yoğrulup günlük yaşamımıza tekrar döner. Böylece ruhumuz iyileşirken bedenimiz de bundan yararlanır.

“Bu Yengeç burçlarının hiç mi kötü yanı yok” diye soracak olursanız, Mahur Beste romanınızın kadersiz karakteri Atiye Hanım’la bu yönü verdiğinizi anımsayın lütfen. İnsancıl yönü üstün olduğundan dolayı her şeyi kabullenir görünse de kine dönüşen kırılganlıklarını hayatı pahasına onaramayan Atiye Hanım… Unutmaz, unutamaz kendisine yapılanları Yengeçler.

Bu kötü yönlerden bir diğeri olan umutsuzluk, sizin gibi bir kalemi, tatlı ve tuzlu suyun karışmadığı bir okyanus katılığıyla “Garp ile Şark birleşemez” dedirtebilir.

Görmeyi çok istediğiniz Paris’e elli iki yaşınıza kadar gidememenizin, bulunduğunuz ortama mecbur kalmanızın etkisini, öykülerinizdeki, romanlarınızdaki bir yerlere kaçamayıp aynaların o derin boşluğunda kaybolmaktan başka çare bulamayan karakterlerinizle dışa vurduğunuz hissine kapılıyorum.

Şimdi bir başka âlemin, romanlarınızda incelikle üzerinde durduğunuz zamanın neresindesiniz bilemeyiz ama biz burada sizin pamuklara sardığınız zamanı paraya dönüştürmek için tüm gayretimizi gösteriyoruz. Ne yazık ki bu devirde zamanın iktisadî yönü önemli hâle geldi. Yasaları hiçe sayarak günde on-on iki saat süren mesaiye karşılık asgarî ücret dayatan kara yürekliler var; sizin “önce insan” olgunuzu yok sayan.

Yine de bu karmaşada ben “Bekle beni ömrüm, yetişemiyorum ardından” diyen, böylece yekpare zamanın bir ucundan naçizane tutunmaya çalışan bir okurunuz olarak ebedî âlemde de var olacağını umut ettiğim edebî söyleşilerinize bir gün katılmak dileğiyle, sonsuz saygı ve sevgilerimi sunuyorum size efendim.

Sevgi Ünal