26.06.2018
SALI
Merhaba Ahmet Abi,
Öncelikle tıpkı senin gibi bir yazar olduğumu belirterek mektubuma başlayayım. Henüz şahsen tanışmasak da sana neden abi diye hitap ettiğimi açıklamam yerinde olur diye düşünüyorum. Romanlarını ve hikayelerini ilgiyle okudum. Yapıtlarında okuduğum hayatların yaşamdaki karşılığını görmek beni sana daha da yakınlaştırıyor. Güçlü karakterler çiziyorsun ve bu karakterleri görselliğini de öne çıkararak bütün canlılığıyla okuruna taşımayı iyi biliyorsun. Yazdıklarını okurken anlattığın karakterleri sanki tanıyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum. Bu da seni kendime yakın hissetmeme etki eden bir başka neden.
Sana bu mektubu ölümünden elli altı yıl sonra romanlarında çokça konu edindiğin İstanbul’dan yazıyorum. Sen bizi bırakıp, gideli İstanbul çok değişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Burada insan ilişkileri giderek yapaylaşıp, sıradanlaştı. Nüfus hızla artarken, karmaşa ve kaos hayatımızın bir parçası oldu artık. Biz de ölümünden onlarca yıl sonra, edebi değerlerimizin bize taşıdığı mirası sahiplenerek yazın yolculuğumuzda kararlı adımlarla yürüyoruz. Bunu ne kadar yapabildiğimiz tartışılır. Biraz da zaman gösterecek bu emeğimizin karşılığını nasıl alabileceğimizi. Eğer sen de burada yanımızda olsaydın, eminim bizim gibi yazmayı kendine iş edinmiş, yazma disiplinini kavramaya çalışan yazarlara ön ayak olurdun. O zaman soluk alabileceğimiz bir kanal yaratmanın sevincini hep birlikte yaşardık. Yazarak umudu ayakta tutmanın hazzını başka ne verebilirdi ki bize? Yoksa nasıl dayanabiliriz bu karmaşa ve kaosa?
Eminim sen de Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Hayri İrdal’ın yaşamından Huzur romanındaki olaylara ve hikayelerinde anlattığın karakterlere kadar birçok kitabında bu umudu sözcüklerinle ilmek ilmek işlemişsindir. Evet haklısın döneminde değerin pek bilinmedi ama bizler yine de günümüzde hak ettiğin değeri vermeye, üretimlerini yakından inceleyerek edebiyatını ve hayata bakışını yorumlamaya ve anlamaya çalışıyoruz. Hikayelerindeki metaforları ve göndermeleri anlamak ayrı bir meziyet istiyor. Hikayelerin üzerine saatlerce konuştuğumuzu söylersem şaşırmazsın değil mi? “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”nda ne anlatmak istedin, anlamaya çalışıyorum hala. Okurunu zorlayan bir yazarsın. Bizden senin anlattıklarını sezmemizi bekliyorsun belki de. Seni anlamak için Bergson’un felsefesini incelemeyi de unutmadık. Kitaplarınla bu felsefe arasındaki ilişkiyi çözümlemeye çalıştık. Şaşırdın mı? Eminim romanlarını, hikayelerini ve hayatını didiklememiz hoşuna gidiyordur. Kitaplarını okuyup inceledikçe seni daha yakından tanımaya başlıyoruz. Yazdıklarını anlamak ciddi bir emek ve çaba istiyor. Bizim gibi yazmayı ve edebiyat incelemelerini kendisine meşgale edinmiş yazarlar için, seni anlama çabası bile önemlidir diye düşünüyorum. Bu düşüncelerimi ilk başta sana yazmakta tereddüt etmedim desem yalan söylemiş olurum. Yalnız içimden gelen bir his, beni çok iyi anlayabileceğini fısıldıyordu. Ben de bu sese kulak verip, içimden nasıl geliyorsa öyle yazdım. ‘Evet haklısın’ diyeceğini duyar gibiyim. Kitaplarınla bize bu duyarlılığı taşıdığını hissettiriyorsun ya derinliğine, bu bana yeter.
Yazarken ne kadar mutlu olduğunu Taksim’de bulunan Narmanlı Han’da yaşadığın günleri anlatan arkadaşımızın sunumundan öğrendim. Papirüs dergisini Taksim’deki kitabevlerine dağıttıktan sonra etrafımdaki kalabalığa aldırmadan Narmanlı Han’a doğru yürümek istedim. Ancak böylelikle İstiklal Caddesi’nden Tünel’e doğru yürümenin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlamış oldum. Nasıl mı böyle bir fikir gelişti bende? Onu da hemen anlatayım Ahmet Abi. Caddenin iki tarafında sıralanmış mağazaların önünde yürüyen birçok insanın yanı sıra, alışverişten çıkarak ellerinde poşetleriyle yürüyen kalabalık her tarafımı sarmıştı bir kere. Bu kalabalıkta etrafıma rahatlıkla bakamıyor ve nefes almakta zorlanıyordum. Temiz havayı ciğerlerimde hissetmek istedim ancak ne mümkün. Seyyar satıcıların haykırışları da etrafımda yankılanıyordu. Ayrıca tarihi tramvayın korna sesiyle bir an dengemi kaybedip, düşmekten son anda kurtuldum. Kendimi zor da olsa toparlayıp, hana doğru yürümeye devam ettim.
Herkesin oda kiralayabildiği bu handa küçük bir odada kaleme almışsın birçok eserini. Yaklaşık dokuz yıl yaşadığın ve birçok kitabını yazdığın bu hana ulaştığımda karşıma kilitli demir bir kapı çıktı. İçeriye girmeme izin vermediler. Kapıdaki görevliye roman ve öykülerini yazdığın odanın müze yapılıp yapılmayacağını sordum. Adam kendinden emin bir şekilde ‘Burası özel mülk. Müze yapılmayacak’ diyerek hanın içinde gözden kayboldu. Bir banka tarafından alınıp restore edileceği söylenen Narmanlı Han’da bulunan odandaki yazı masandan eser yok artık. Harabeler içerisindeki handa tadilat yapılmayı bekleyen odana dair görselleri paylaşmıştı bir arkadaşım. Yüreğim titremişti bu görüntüleri izlerken. Romanlarını yazı masanda nasıl kurguladığını hayal etmeye çalışmıştım o zaman. Ancak Narmanlı Han’da ne yazı masan var artık, ne de şimdi seni okuyan binlerce kişinin ziyaret edebileceği bir müzen. Ülke olarak edebi değerlerimize ne kadar haksızlık ettiğimizi ve onların bizlere bıraktığı birikimi bir çırpıda nasıl harcadığımızı düşünüp, üzülüyorum. Eminim sen de böyle bir kadirbilmezlikle karşılaşacağını bilseydin üzülürdün.
Sana hep kötü haberler vermeyeyim, iyi haberleri de hak ediyorsun. Öncelikle bu yılki edebiyat atölyemizde senin hikayelerini, romanlarını ve hayatını inceliyoruz. Seni, üretimlerin üzerine konuşarak, tartışarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Yaklaşık bir yıla yayılacak çalışmalarımız verimini Papirüs dergisinin gelecek sayılarında, kitapların ve senin hakkında yazacağımız yazılarda bulacak. İkinci iyi haberim de sırada. Gülhane Parkı’ndaki tarihi bir binaya, Tanpınar Müzesi kuruldu. Her hafta bir yazarın sunumuyla seni ve kitaplarını anlatan söyleşiler gerçekleştiriliyor. Uzaktan bu mütevazı çabaları görüp, gülümsediğini görür gibi oluyorum. Dur daha bitmedi. Hakkında yazılan onlarca kitabı da atlamayayım. İki gün önce seni anlatan bir kitap aldık arkadaşımla. Bu arkadaşım atölyemizde Huzur romanına ilişkin sunum gerçekleştirecek. Hakkında yazılan yüzlerce yazıyı da es geçersem sana haksızlık etmiş olurum.
Acıbadem sokaklarında dolaştım bugün. “Acıbadem’deki Köşk” adlı hikayendeki köşkü düşündüm yolda yürürken. Anlatmak istediğin köşkü hayal etmeye çalıştım. Köşkün içindeki her bir kata çıkışın ayrı olduğu merdivenlerini, Sani Bey’in inşa ettiği gusülhaneyi, büyük bir atın kolaylıkla saklanabildiği odalarını…Bir yandan da anlattığın köşke benzeyen bir köşk var mı diye aranıp duruyordum etrafımda. Bir adam yanıma yaklaşıp, merakla ‘Hayrola oğlum bir şey mi arıyorsun?’ diye sordu. Adamın sorusu üzerine düşüncelerimden sıyrılıp, kendime geldim. Adama sana yazacağım mektup için fikir geliştirmeye çalıştığımı, “Acıbadem’deki Köşk” adlı hikayenden yola çıkarak o köşke benzeyen bir yer aradığımı söyledim. Bu açıklamalarım üzerine adam eliyle, yaklaşık üçyüz metre ilerideki yolu işaret ederek ‘Orada yol üstünde iki taraflı sıralanmış birçok köşk var. İstersen oralara da bir bak’ dedi. Kendisine teşekkür edip, gösterdiği yöne doğru yürümeye başladım. Köşkleri yakından görünce hikayendeki köşklerle benzerliklerini ve farklılıklarını düşündüm. Çoğu harabeye dönmüş ve tadilat yapılmayı ya da yıkılmayı bekleyen köşklerdeki hayatların senin hikayendeki köşkle ve sıra dışı hayatlarla bir ilgisinin olamayacağına karar verip, hüzünlendim. Böylesine karmaşık inşa edilmiş, içinde birçok farklı giriş ve çıkışlarının olduğu bu köşkü, Sani Bey gibi ideallerinin peşinde koşan insanları anlatmak için kurguladığını, aslında böyle bir köşkün hiçbir zaman var olmadığını düşündüm. Seninle birlikte bu köşkü gezmeyi hayal ettim. Sonra bir arabanın korna sesiyle kendime gelip, hızla yolun kenarına çekildim. Artık Acıbadem’de bir işimin kalmadığını düşünüp, oradan uzaklaştım.
Hikayelerindeki ve romanlarındaki görsellik hep etkiledi beni. Paris seyahatin sırasında ünlü yazarların yaşadığı ortamlarda dolaştığın günleri hayal etmeye çalıştım. Romanlarındaki ve hikayelerindeki görselliğin bu kadar canlı olmasını, seyahatlerin sırasında gezmeyi çok sevmene, bu ortamları çok iyi gözlemlemene bağlıyorum. Sanki bir sinema filmini izler gibi oluyorum senin satırlarını okurken. Yanlış anlamamışım seni değil mi Ahmet Abi?
Mektubuma son verirken birazdan “Beş Şehir” adlı gezi kitabını okumaya başlayacağımı belirteyim. Eminim bu kitabında da senin dolaştığın şehirlerde seninle birlikte yürüyecek, yeni mekanları ve yeni hayatları yakından tanıma ve anlama olanağı bulacağım. Cevabını bekliyorum. Sevgiyle kal.
Hakan Kizir