Yer karolarının yıkanması sırasında suya düşen pencere biçimli ışığı gördük, ardından ışığı ve pencereyi yok eden kirli suyu. Yakındaki giderden boşalan suyun sesiyle birlikte ışıklı pencere yeniden belirdi, köpüklü suyun ikinci kez karolara dolmasıyla kayboldu. Kirli suyun hareketiyle bir görünüp bir kaybolan gün ışığı, büyük bir hayranlıkla işte sinema dili budur dedirterek başladı Roma.

1980 öncesi İstanbul Sinematek salonunda izlediğim siyah beyaz İtalyan filmleri aklıma geldi. Bugün yeniden yönetmen Bunuel’in gerçeküstücülüğüne doğru bir yolculuğa çıkıyor gibiydim. Roma’nın yönetmeni Alfonso Cuaron’un, kendi çocukluğundan yola çıkarak filmi çektiğini biliyordum, inceden inceye zihnime doluşan görüntüler Cuaron’un dilinde yeniden canlanıyor,  ellerimi ovuşturup gözümü önümdeki oynayan şeye kilitlemekten başka yapacak şey yok.    

Filme Mexico şehrinin Roma mahallesinde bir evin yıkanan avlusundan girmiştik yerleri yıkayan hizmetçi Cleo’yle beraber ve epeyce bir süre bu evde kaldık. Evin içinde dolaşan kameraları oldum olası çok severim. Birbirine geçen odalar, mutfağın derinliği, açık havayla buluşan sofalar, merdivenin ulaştığı genişlikler içinde dolaşırım, peşinden mimari becerilerin aktarılma ustalığına not veririm. Mekândaki ikinci unsur eşyalardır, Tanpınar’ın izinden gidersek geçmişle ve gelecekle ilişkimizi kuran eşyalar.  Masalarla, koltuklarla, kitaplarla, biblolarla ve karakterleri tanıtan sayısız türde eşyanın detayında canlanan hayatın içindeki hareketi görmenin verdiği zevk. Roma’da, Cleo’yla beraber bir mutfakta yemek hazırlığındaydık, bir taraçada çamaşır yıkayıp tepemize gerilmiş iplere asıyorduk. Akşam vakti odaları dolaşıp ışıkları söndürdük ve çocukları yataklarına yatırıp uyuttuk. 

Filmin hikâyesi oldukça basitti: 1970 yılının sonuna doğru, şehirde yaşayan beyaz üst-orta sınıftan dört çocuklu ailede baba evi terk eder. Cleo ve evin öteki hizmetçi kadını, toprakla uğraşan yerli sınıfa mensuptur. Cleo,  kendi sınıfından, arkadaşının tanıştırdığı bir gençten hamile kalır. Özel milis güç olarak eğitim aldığı anlaşılan genç adam, gebeliği duyunca Cleo’yi terk eder. Toplu katliamların yapıldığı gün Cleo’nin çocuğu ölü doğar. Cleo, çalıştığı evin annesi ve çocuklarla gittiği tatil sırasında iki çocuğu boğulmaktan kurtarır. Çocukların annesi evin geçimi için yeniden işe başlayacaktır.

Çoğumuzun bildiği sıradan hikâyeyi anlatırken araya giren detay sahnelerdir Roma’yı üstün kılan. Mesela, yavaş yavaş köpek pislikleriyle dolan avludan dışarı çıkan aile fertlerinden hiçbiri pisliğe basmaz, sadece evi terk edecek olan baba basar ve çocuk bağırarak bunu söyler. Evde pisliğin bulaştığı tek kişi babadır. Filmin sonunda kitaplarını evden taşıdığı için geniş salonda kitaplığın boş kalması,  titiz ve okuryazar babaya bir başka değinmedir. Büyük Amerikan arabasının çizilmemesi için defalarca ileri geri hareketler yapan baba, aylarca çocukların yüzünü görmemiş ve onların olmadığı bir zaman gelip kitaplarını almıştır. Entelektüel bireyin evinde olup bitene yabancı duruşunu başından pisliğe bastırarak gösterir yönetmen. Zamanın modası olan araba ise anne tarafından önce paralanacak sonra da elden çıkarılacaktır.

Yeni yıl kutlaması için bütün akrabaların bir araya geldiği kırsaldaki büyük eve gidilir. Cleo’nun kaldığı odanın duvarı ölü köpek kafalarıyla doludur. Avcı ailenin köpekleri öldükten sonra kafalarını sergilemesi üst sınıfın gösteriş düşkünlüğünün başka bir işareti gibidir. Gündüz silahlı atışların yapıldığı alanda gece balo sırasında çıkan yangın ve tutuşan ağaçları söndürmeye gayret eden çocuklar görünür. Dans kıyafetiyle içki yudumlayarak ateşi izleyenler ise Roma’nın yeni Neron’larını hatırlatır.

Yoksul kesimden gelen evin iki hizmetçi kadını birbirleriyle kendi dillerinde konuşur. Çalıştıkları evde kimsenin bilmediği ailelerin taktığı isimlerle birbirlerine seslenirler. Yüz renkleri, yüz biçimleri evdekilerden farklıdır.  Doğum için acilen hastaneye gidildiğinde evin anneannesi Cleo hakkında sorulan sorulara cevap veremez. Cleo’nun adı dışında genç kadına ait hiçbir şeyi bilmemektedir. Soyadını, yaşını, ailesinin oturduğu yeri.   

Cleo ve anneannenin yakında doğacak bebeğe karyola almak için girdikleri mağazanın üst katından, meydana bakan camekândan çatışan kalabalığı görürüz. Biz seyirciler, meydandaki ölümlere geniş camdan bakar, her şeyi Cleo’nun bulunduğu konumdan izleriz. Çok geçmeden dışarıdaki katliam dükkanın içine kadar girer, sonra Cleo’nun çocuğunun babası dükkana girince katliamın faillerini anlarız. Özel olarak yetiştirilen kenar mahalle çocukları iktidarın tetikçileri olmuştur. Türkiye ve Meksika’nın siyasal tarihindeki benzerlikler, perde arkasında ipleri elinde tutan malum ülkeyi  işaret eder.  Sokakta ölenler ve kargaşanın hâkimiyeti sırasında Cleo’nun başlayan doğumu ve geç yetişilen hastanede doğum sahnesidir akıldan çıkmayan.

İki kadın vardır, erkekler tarafından terkedilmiş, yalnız bırakılmış iki kadın.  Erkeklerden biri dört çocuğun sorumluluğunu kadının sırtına yükleyip çekip gitmiştir. Diğer erkek, kendini silahın ve katliamın emrine vermiş, hamileliği duyar duymaz kadını terk etmiştir. Cleo, hamile haliyle varoştaki ailesinin yanına gidemez. Roma’nın dönüp dolaşıp söylediği kadının yalnızlığıdır aslında. Yeniden filmin başına dönüp yer karolarındaki sulara kadın gözüyle bakmak isterim. Köpek pisliğiyle kirlenmiş su kanalizasyona atılınca pencereden yansıyan ışık ortaya çıkıyorsa, bunun kadınların hayatına benzeyen yanı var. İçine pislik karışmış her şey, kadınlar için bütün ışığı ve bütün biçimleri kapatıyor, yaşamı güneşle sürdürmek için onları süpürmek gerekir.   

Roma’nın etkileyici doğum sahnesine gelirsek,  öndeki ve arkadaki iki hareket aynı anda izlenir. Önde yüzü ve bedeni sağ taraftan görünen Cleo vardır. Arkada ölü doğmuş bebeğin kalbini yeniden çalıştırmaya çalışan doktorlar. Adeta bir Caravaggio tablosunun karşısındayızdır. Cleo, bebeğin hayata dönüşünü bekler. Bebek hala ölüdür, bebeğe can vermiş olan plesanta bedenden ayrılır, bebek hala ölüdür, Cleo bebeğin nefesini bekler, doktorlar bebekle yanına gelir, ona veda etmesi istenir.

Yönetmen Cuaron, Proustvari bir biçimde çocukluğuna dönmek isterken, bir yıl boyunca Cleo’yu oynayacak kişiyi aramış. Aslında öğretmenlik okuyup iş arayan Meksika yerlisi Yalitza Aparicio’yu bulmuş. Kamerayla ilk kez tanışan kadın, oyunculuğuyla onun ve herkesin yüzünü güldürmüş. Yönetmen isterse herkes iyi oyuncudur tezini haklı çıkarır filmdir Roma.

Suyu konu edersek, su değişik biçimlerde karşımızdaydı. Sonlara doğru, Cleo’nun yüzme bilmediği halde dalgalara kapılan iki çocuğu kurtarması akılda kalıyor. Cleo’yu yine sağdan çekimle suyun içinde çocukları bulmaya çalışırken izliyoruz. Hep aynı uzaklıktan ona bakarken suda olanları onunla birlikte yaşıyoruz. Çamaşır yıkama sahnesinde,  asılan giysilerden şıp şıp damlayan sular vardır. Bütün ailenin toplandığı kırsal alanda atış talimi yapılan yer suyun kenarıdır. Gece çıkan yangını söndürmek için elden ele kovalarla su atılır. Gençlerin silahlı güç olarak eğitildiği kenar mahalle çamur ve su içindedir. Beşik almak için gidilen mağazada katliam sonrası hamile Cleo’nun aniden suyu boşalır.

Sonunda evin avlusundan gökyüzüne doğru bakarız. Geçmiş zamanın kalan izleri usta bir mütevazılıkla bize anlatılmıştır. Çocukluk destanı sona ermiştir artık. Dışarı çıkıp başımızı yukarı kaldırınca kendi çocukluğumuz zihnimize dolar, kendi hikâyemizi nasıl destanlaştırırız diye düşünürken Roma üzerine bir yazı yazarız.

Nükhet Eren