Şirketin yönetim kurulu toplantısı sona ermişti. İrfan Bey ile Behzat Bey büyük salonda cam kenarındaki koltuklara oturmuş, bin dönümlük alana yapılacak lüks villa inşaatının vakıflara ait kısmı nedeniyle problemli olacağını tartışıyorlardı. Plazanın en üst katından Boğaz dâhil İstanbul’a hâkim bir görüntü vardı.

“Şimdi yönetim kurulundan çıktınız, burada tartışacağınıza konuşsaydınız ya!’ diye içimden söylensem de tebessüm ederek yan masaya oturdum. Bilgisayardan günlük haber sayfalarına bakıyordum. Ölüm ilanı gözüme ilişti. Bir an durdum. ‘Bekleniyordu,’ dedim. Şirkete geldiğim günden itibaren geçen zaman hızla gözlerimin önünden geçti. Hep yanında olmamı isterdi. Görmediğinde “Kâşif Bey nerdesin?” demesini anımsadım. Şirketin yönetim kuruluna seçilişimde desteğini görmüştüm. Şimdi de büyük olasılıkla yerine ben geçecektim. Kendisine vefa borcum vardı. Sayesinde kariyer sahibi olmuştum fakat ‘çok çalıştım, hakkımı yedi, gelirim on bin lira daha fazla olmalıydı’ diye düşündüm. Ama hemen toparladım kendimi. Eşi Güleç Hanım’ın verdiği, şirketin en yetkili ikinci üyesi Meriç Bey’in ölüm ilanıydı bu. İstemim dışında yüksek sesle ‘Meriç Bey ölmüş’ dedim. Bir an Boğaz’ı gören salonda sessizlik oldu. İrfan Bey, Behzat Bey’e bakarak bana, ‘Kâşif Bey ya! Dün eşi Güleç Hanım’ı gördüm, arkadaş toplantısından geliyormuş. Meriç Bey’in her geçen gün kötüleştiğinden bahsetti,’ dedi. Güleç Hanım’la her konuştuğunda ‘ölse de kurtulsak’ imalı yüz ifadelerini aleni olmasa da hatırlıyordum. Fakat bu şekilde düşünmesini İrfan Bey’in, ‘Meriç Bey’in yerine geçme hesapları’ diye yorumladım.

İrfan Bey, şirketin en eski emektarlarındandı. Meriç Bey’in yeni olmasına rağmen patrondan sonra yönetim kurulunda en yetkili olmasının gizini çözememişti. Hastalığı nedeniyle toplantılara katılamaması zaten kararların gecikmesine neden oluyordu. Zaman zaman tartışmalarına rağmen iyi anlaştığı Behzat Bey’le göz göze geldi ve oluşan hüznün içinde tebessümünü sezdi. Başını salonun camından uzaklara çevirdi sonra elini gözlerinde hafif siler gibi gezdirdi.

Behzat Bey, oğlunu düşündü. İrfan Bey’in şirkette yetkilerinin artması oğlunun iyi bir yere alınması demekti. Hanımı, ülkenin ve şirketlerin ekonomik kriz yaşadığı dönemde buna çok sevinecekti. Meriç Bey’in ölümü, şirkette birtakım değişiklikleri beraberinde getirecekti. Şimdi öncelikle akşam ölü evine gidip bazı ritüellere katılmak, cenaze hazırlıkları yapmak gerekirdi.

“Meriç Bey’in yerine geçtiğimde şirkette olacak değişiklikleri düşünerek evine gittim. Taziye ziyaretine gelenler vardı. Çocukların en büyüğü ve eşi Güleç Hanım’ın üzgün yüzlerini gördüm. Bana bakarak ‘Kâşif Bey geldi’ dediklerini duydum ve başımı öne eğdim. Henüz okulu bitirmemiş olan oğlu ve kızı ise birbirlerine sarılmış ağlaşıyorlardı. Biraz sonra İrfan ve Behzat Bey de geldiler. İrfan Bey’le çekişmemiz olsa da ilişkilerimizi sıcak tutmalıydım. Güleç Hanım yanında Meriç Bey’in şoförü Azmi ile birlikte iken benimle görüşmek istediğini belirtti. Salonun tenha bir köşesine geçmişlerdi.”

“Yanımda eşim rahatsızlanınca her işimize koşan şoför Azmi vardı. Cenazenin Karacaahmet Mezarlığı’na götürülüp morga konulması ve akşam taziye ziyaretine gelenlerin karşılanmasını konuşuyorduk. Yanımıza çağırdığım Kâşif Bey de geldi. Bir an, ‘Şirkette eşimin yerine siz geçeceksiniz’ diyecek gibi baktığımı fark ettim. ‘Eşim sizden sıkça söz ederdi, bizlerin sorunlarını bilirsiniz,’ dedim. Bana ‘Güleç Hanım biz de ölebiliriz, aynı koşullarda yaşıyoruz,’ gibi teselli içeren tümceler kuruyordu. Eşimin şirkette Kâşif Bey için yaptığı fedakârlıklardan haberim vardı. Yönetim kurulunda yetkiler, eşimin rahatsızlığında kendisine verilmişti. Şirkette hiç mi hakkımız yoktu? Çocuklar olduğunda işimden ayrılmamalıydım. Emeklilik hakkım kayboldu, sadece eşimden gelecek üç beş liraya bakmak zorunda kaldım. Kâşif Bey toplu para alabileceğime ilişkin hiç belirti vermiyordu. Kâşif Bey, yardımı olmayacaksa neden gelmişti bu eve? Kırıldığımı anladı ve şoföründen kendisini götürmesini istedi. Sonra taziye ziyaretine gelenlerin arasından bahçeye çıkma fırsatı buldum. Zaman zaman görüştüğümüz, hoşça zaman geçirten, şirketin muhasebecisi Kerim Bey’in gelecekte benim için sıraladığı vaatleri anımsadım.”

Meriç Bey’in babası Maliye Bakanlığı’nda iyi bir bürokrattı. Geliri iyiydi. Çocukluk ve okul dönemlerinde hiç sıkıntı çekmemişti. İki kardeşi de devlet dairesine girmiş, bürokrat olma yarışındaydılar. Tahsilli olmaları onları ekonomik sıkıntıdan kurtaramıyordu. Küçük olan henüz evlenmemişti bile. Fakat Meriç Bey farklı düşünüyordu. Sıradan, basit hayatı olmasına rağmen ülke ekonomisinin devlet merkezli olmaktan çıkıp büyük şirketlerin belirleyici olduğu, siyaseti etkilediği, o yüzden de iş hayatında tercihin özel şirketlerden yana olması düşüncesindeydi. İş yaşamında yükselme, kariyer sahibi olma, gelirinin artması, arzuladığı sosyal yaşam bu şekilde sağlanabilirdi. Bir villası olmalı, gösterişli kulüplerde oyunlara ve eğlencelere katılmalıydı. Okurken özgürlük yönünde düşünceleri gelişmişti ama bunların sırası değildi, ötelenebilirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirip mastır yapmasına rağmen küçük bir şirkette iş yaşamına başlamıştı. Çok çalışıyor, işçilerin boş geçirdikleri her dakikanın şirket sermayesine verdiği zararı hesaplıyordu. Kısa zamanda patronun güvenini kazandı. Patronlarının çağırdığı bir toplantıda patronun kızı ile tanıştı. Evlenme aşamasına girilmişken daha büyük bir şirketten iş teklifinin gelmesi kararını değiştirdi. Altı yıl çalıştığı şirketi ve evlenmeyi düşündüğü kızı bırakıp yeni şirkete geçti.

Her şey düşündüğü gibi gelişiyordu Meriç Bey’in. Yeni şirketinin kararlarında etkili olmaya başlamıştı. İşçilerle yapılan sözleşmelerde çıkan anlaşmazlıkları kısa zamanda prim sistemi getirerek çözdü. Yaşamında, davranışlarında değişiklikler görülüyordu. Çevre sorunlarına daha duyarlıydı ve toplantılara çağrılıyordu. Mevcut birikimi üzerine bir miktar da borçlanarak Bağdat Caddesi’nden ev aldı. Döşediği mobilya ve aldığı üç beş pahalı aksesuarla kendini bir burjuva gibi düşünmeye başladı. Evinde idari amir ve şirket temsilcilerine yemekler verdi, gezilere katıldı. Müze gezilerini özellikle tercih ediyordu. Aylık gelirinin eve katkısı olacağını düşündüğü, bürokrat adayı Güleç isimli hanımla sık sık görüşür oldu. Belki de ismine âşık olmuştu. Bir süre sonra evlendiler ve çocukları oldu. Fakat gelecekte daha iyi yaşam isteğinin olması, işlere düşkünlüğünü artırdı. Eşi Güleç Hanım çocuklara kendi bakma isteğiyle işinden ayrıldı ve huzursuzluklar başladı. Çocuklar büyüdükçe kavgalar da büyüdü. Çocukların akıllı telefonlara, bilgisayar oyunlarına düşkünlükleri, okullarını aksatmalarına neden oldu.

Meriç Bey de ‘neden böyle olduk?’ düşüncesi yer etmeğe başladı. Evdeki huzursuzluğun yanında işyerine dair endişeleri daha ağırlıktaydı. Şirketinde patronu tarafından hep haksızlığa uğratıldığının farkına vardı. Gelirleri düşmeğe başlamıştı. Başka bir şirketle daha kötü şartlarda anlaşıp iş değiştirdi. “Şirketlerde teknolojik gelişmelere daha çok yer verilmeli,” dedi ve ‘yapay zekânın’ önemine değinerek, ‘gelecekte veri tespit çalışmalarının iş yaşamında belirleyiciliği’ konulu çalışma başlattı.

Her şey daha güzel olacak diye daha çok çalıştı. Evdeki huzursuzluklar haricinde geliri yükselince moral buldu. Eşi Güleç’le güzel günler geçirdiğini düşündü. “Sen benim güleç yüzlü sevgilimsin,” diyordu. Fakat eşi Güleç Hanım gezmeğe gittiğinde ‘neler yapıyor’ diye işkilleniyor sonra da kendine ‘haksızlık ediyorum,’ diye kızıyordu.

Bir gün şirketten çıkınca şoförüne “Boğaz’da gezmek istiyorum,” dedi ve hızlı gitmesini istedi. Geçirdikleri kazadan yara almadan kurtulmuştu fakat karın ağrısıyla baş edemiyordu. Gerilen göğsü, karın kasları taş kesiyordu. Her gün artmaya başlayan karın ağrılarının yanına baş ağrıları da eklendi. Bu ağrılar o kadar arttı ki ölümü düşünmeye başladı. ‘Neden yaşıyoruz? Geçmişte boşuna yaşadık, yaşamımız heder oldu,’ diyordu. Konuşmalarında sık sık ‘ölümlü dünya’ dese de ölümü yanı başında hissetmeye başlayınca bu düşünceden uzak durmaya çalışıyordu. Eşi Güleç Hanım’a olan düşkünlüğü arttı.

“Hastalığının ciddi oluşunu anladığımda,  eşim Meriç Bey’e ‘Hastasın, doktora gitmelisin, bak şirkete de gidemiyorsun,’ dedim. Doktora görünmeğe ikna olduktan sonra isim yapmış Feyyaz Bey’i aradım. Doktor, “Söylediğin gibi ise psikolojik sorunları da olabilir, yalnız görüşmeliyim,’ deyince onları yalnız bıraktım.”

“Eve girdiğimde koltuğunda oturan Meriç Bey başını kaldırıp baktı. İç hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Feyyaz olduğumu belirttim. Bana ‘Eşimin bahsettiği sosyete doktoru musun? Ben iyiyim, kısa zamanda işe de döneceğim,’ dedi. Onu çalıştığım hastaneye davet ettim. Yapılan incelemelerde gördüklerimle kaza sonucunda ciğerlerinin hasar aldığını, su toplamasından dolayı ağrılarının arttığını, acilen tedaviye başlanmanın iyi olacağını anlattım. Ayrıca bu durumlarda psikolojik tedavi görmesi gerektiğini belirttim. ‘Bana deli mi diyorsun? Sensin ruh hastası,’ diye bağırıp çıktı gitti. Sonraki günlerde Meriç Bey’le Güleç Hanım’ın isteği doğrultusunda ilgilendim.”

Meriç Bey ağrıların artması sonucu salondaki koltuğundan hiç kalkmadı. ‘Çocuklar benim yüzümden telefon ve bilgisayarda oyun bağımlısı oldular, ben neden yaşadım ki? Eşim Güleç’e haksızlık ettim, ölüm benim için hak’ gibi düşünceler fırtınasında yaşıyordu. Düşüncelerin yoğunluğundan bazen ağrıları hissetmiyor ‘Göğsüm, karnım, başım ağrımıyor,’ diye sesi çok az çıksa bile sevinçten nara atmaya çalışıyordu. O zaman eşi Güleç’e methiyeler düzüyor, ‘Psikiyatri uzmanlarının, doktorların gelmesine hiç gerek yok,’ diyordu.

“Kızıma şirketten bir mühendisin evlilik teklif ettiğini öğrendim. Kâşif Bey’in ‘şirkette geleceği parlak bir arkadaşımız’ diye bahsettiğini duymuştum. İleride harcamalarıma katkısı olur diye düşündüm. Eşim Meriç Bey’e damat adayı mühendis için, ‘Elini öpmek istiyor,’ dedim. Fakat görmek istemedi, daha küçük olan kızını ona vermek gibi hakkı olmadığını belirtti, bağırdı, hakaret etti. Sonra aniden bedeni yana kaydı ve düştü. Ruhen çöküntünün yanında fiziken de yürüyemeyecek haldeydi. Ne yapacağımı şaşırmıştım.”

Şoförü Azmi, vefalı çıkmış Güleç Hanım’dan izin aldıkça bakımını yapıyor, yanından ayrılmıyordu. ‘Ağrılarım arttı,’ deyince yatırıyor, sırt üstü çeviriyor, sabahlara kadar bekliyordu. Uykusuzluk onun için sorun değildi. Konuşamaz hale gelen Meriç Bey’in ne istediğini el hareketlerinden, mimiklerinden anlıyordu. Bir gün Doktor Feyyaz Bey’in geldiğini gördü ve kenara çekildi.

“Odada boğucu bir hava vardı. ‘Doktor gelmiş,’ diye sesler duydum. Akrabalardan birkaçı ölümü bekler halde başında idiler. Pencereleri açıp hastanın etrafını boşaltmalarını istedim. Güleç Hanım, ‘Feyyaz Bey, eşimin durumu nasıl?’ diye sordu. Umut kalmadığını, son görevlerin yapılmasını istedim.

Bir an Meriç Bey hareketlendi, şoförü Azmi olmadan sağa sola döndü. Gülmeğe başladı, sevinç içindeydi. Kalkmaya çalıştı ‘Ağrım yok, iyileştim,’ dedi ve yatağın kenarına yığıldı. Etrafında toplaşanlar başlarını eğdi, yüzlerini ekşitti ve mahzun bir hale büründüler. Meriç Bey hafif aralık gözleriyle, başındakilerin hareketinden durumunu sezdi. ‘İşte sonum!’ dercesine başını eğer gibi aşağı bıraktı.

Muhsin Başaldı