Kanlıdere’nin Kurtları’ydı beni Dursun Akçam’la ilk tanıştıran. Kitaba başladıktan kısa bir süre sonra atın üzerinde Dedem Korkut ellerine yolculuk yaparken bulmuştum kendimi. “Geçmişi gitsin gelmesin, gömülsün, dirilmesin olanlar bitenler. Yeni yaşam, yeni dünya başlasın, benim ömrüm onların olsun…” diyen Telli Bacı’nın sesine “Yom vereyim hanım, yerli kara dağların yıkılmasın! Gölgelice kaba ağacın kesilmesin! Kamın akan görklü suyun kurumasın! Kanatlarının uçları kırılmasın!” diyen Dedem Korkut’un sesi karışmıştı. Kanlıdere’nin Kurtları’nda pek çok şeyi sevmiştim ama beni en çok çarpandı anlatımdaki insanı çocukluğuna, fantastik ülkelere sürükleyen o masalsı hava.
Sonra Maral adlı öykü kitabını, Dağların Sultanı adlı romanını da okudum. Tam köy enstitüleri ile ilgili ufak bir çalışmanın arifesindeyken geldi elime ‘Kafdağı’nın Ardı’. Tamamen tesadüftü, konusunu bilmiyordum, başlayınca anladım ki Akçam’ın ilk anılarından başlayarak Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girişine kadar olan kendi yaşam öyküsüdür bu.
Kuzey Doğu Anadolu’nun ucunda bir köyde doğar Dursun Akçam. Doğum tarihi 1930 yazsa da ne kendisi ne anne babası biliyordur tam doğum tarihini. Azrail’in çocuk ve yaşlılar arasında kol gezdiği köyde her bir çocuk için nüfus kâğıdı çıkarma zahmetine kimse katlanmaz. Babası Ahıska göçmeni bir Türk, annesi ise Gelturan boyundan Kürt Naze’nin kızıdır. Yalınayak, başıkabak, ‘rasgele doğan, ezbere büyüyen, yanlışlıkla ölecek olan’ köy çocuklarının kaderi, ırgatlık, hayvan gütme, tarlada çalışmaktır.
Yazları gene iyidir de kış geceleri hiç çekilmez. Ev dediğiniz şey derince bir çukuru kazmaktır. Buna ‘him açmak’ denir. İki üç metre aşağıya inildikten sonra yalınkat duvar örülür aşağıdan yukarıya. Duvar toprak hizasına gelince üstü kapatılıp, içerdeki toprak üzerine atılır. İklimin dehşet soğuğundan korunma çaresi yeraltında yaşamakta bulunmuştur. Soba yanmasa bile hayvanların soluğu ile ayazdan, fırtınadan korunmak mümkün olur. İşte herkesin bir arada oturduğu bu uzun kış gecelerinde büyükler uzun namazlar kılarak, bol bol Kuran okuyarak vakitlerini doldurmaya çalışırlar. Bu sırada sessiz durmaları beklenen çocuklar için durum daha da vahimleşir. Ancak bu sıkıntı her şeye karşın küçük Dursun’a bir şeyler getirmektedir. Dünyayı takmaz, bir iş tutmaz, oruca namaza aldırmaz, hiçbir işe dört elle sarılmayan baba, keyfi yerindeyse türkü söyler. Her işe koşan, babanın yapması gereken işleri de yapan, ‘direnerek yaşamı sürükleyen’ anne de keyfi yerindeyse çok güzel Türkçe ve Kürtçe masallar anlatır. Geleceğin yazarını şekillendirmeye başlayan etmenleri yavaş yavaş görmeye başlarız. Köyün yapısı karışıktır. Türk, Kürt, Alevi, Azeri, Gürcü hep bir arada kaynaşmış yaşarlar. Köye ara sıra âşıklar gelir, Dursun bunları büyük bir keyifle dinler. Derken köye, okuma yazmayı jandarma zoruyla köylülere öğretmek için Resul Efendi gönderilir. Dursun okumayı burada hızla öğrenir ve yumurta karşılığı Bakkal Ali İskender’den aldığı âşık kitaplarını deli gibi okur.
İşte o sıralar duyar Cılavuz Köy Enstitüsü diye bir yer olduğunu, orada karnının doyacağını, daha çok şeyler okuyabileceğini, ‘mamır’ olabileceğini. İşte bundan sonra başlar, kitaplarındaki anlatıma benzer, Cılavuz’a gidebilmenin destansı direniş öyküsü. İşte bundan sonra gelir destek, köyde çocuklardan üstün yeri olan öküzünü satarak oğlunun iki yıl kasabada eğitim görmesine olanak tanıyan boş vermiş babadan. Okuldakilerin alayları, soğuk, barınacak yer bulma gibi bir yığın şeyle baş etmek zorundadır Dursun. Azmin önünde hiçbir şey duramayacak, en umutsuz anlarda karşısına bazen bir Müzehher Hoca, bazen de bir Bozo çıkacaktır. Her şeyin sonuna geldiği gün gene de Cılavuz’a giremeyeceğini öğrenince can havliyle ve büyük bir cesaretle Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e bir mektup yazacaktır ve bu mektup hiç ummadığı şekilde genç cumhuriyetin Milli Eğitim Müdürü İsmail Hakkı Tonguç tarafından yanıtlanacaktır. Cılavuz’dan içeri adımını atınca öğrenecektir adının çoktan oraya ulaştığını.
Akçam, çok zor hayal edebileceğimiz bir zamana ve mekâna, Kafdağı’nın ardında bir yerlere bir Anka kuşunun sırtındaymışız gibi götürüyor bizi. Unutmamak ve unutturmamak adına bu destansı direnişin önünde saygıyla eğiliyorum. Rasgele doğan ama ezbere büyüyüp yanlışlıkla ölmeyi reddedenlerin direnişinin…
Asil Şenol Topçu