Alarm çalmadan uyandım. İnstagrama bakarken elimde telefonla uyuyakaldığım bilmem kaçıncı sabaha gözlerimi açtım. Günün en sevdiğim saatlerine kavuşmuştum. Başucumda duran kumandanın düğmesine basıp perdeleri açtığımda içeriye dolan güneş tüm odayı sıcacık yaptı.
Bir gece önceki davetin yorgunluğunu tüm vücudumda hissediyordum. Ilık bir duş, uzun süren diş fırçalama, makyaj, ünlü modacının iş kadınları için tasarladığı özel dikim elbisem, herkesin beğeniyle baktığına emin olduğum zarif ayaklarımı bir kat daha zarifleştiren ayakkabılarım… Bir gün önce bitkin uykuya dalan Ayça’dan, mutlu ve dinç Ayça’ya geçiş yaptım. Yenilendim.
Arabaya biner binmez, telefonu şarja taktım. Yüzüme yayılan tebessümün sahibi peş peşe gelen mesaj sesleriydi. Bir gün önce şirketimin bir kat daha büyümesini sağlayan toplantı, ardından gelen kutlama yemeğinin paylaşımlarına yapılan yorumlar, beğeniler… Telefonu titreşime aldım. O kadar çok mesaj vardı ki ardı arkası kesilmeyen tırmalama seslerine dayanamayıp telefonun internet erişimini kapattım.
Şirkete geldiğimde asistanım Berna’yı eşinin arabasından inerken gördüm. Önce oğlunu, sonra eşini öptü. Oğlu, son fotoğraftaki görüntüsünden farklıydı, büyümüştü; onu görünce uzun zamandır sosyal medyada paylaşım yapmadığını fark ettim. Onları görmezlikten gelip ilerledim. Beni görünce koşarak yetişti. Birlikte asansöre bindik. Günaydın, nasılsın, bugün yoğunluk nasıl, evraklar, dosyalar, toplantılar on beşinci kata gelene kadar günün küçük planını oluşturduk.
Kata geldiğimizde ilk olarak ben indim. Peşim sıra gelen Berna’nın yanından geçtiğim camlara yansıyan yüz ifadesini ara sıra kafamı yan çevirerek gözlüyor, bana olan hayranlığını görebiliyordum. Işıldayan gözleri, iç çeken dudakları, hafif gülümseme beliren yüzü… Berna ’nın ve diğer kızların konuşmalarına kulak misafiri olduğumda duyduğum -belki içinden cımbızla çektiğim- onlar için ulaşılmaz bir kadın olduğumdu.
Berna ile yedi senedir asistanım olmasına rağmen hiçbir yakınlaşmam olmadı. Yıllardır sahibi olduğum bu şirkette kimseyle yakın bir ilişkim yoktu. Buna rağmen tüm çalışanlarımın sorunlarından, ihtiyaçlarından haberdar olur ve onlara destek verirdim. Şirketin en yeni çalışanı, babamdan bana kalan asistanımızın emekliliği sebebi ile işe başlayan Berna’ydı.
Odama geçince gelen mesajları, beğenileri kontrol ettim. Yüzlerce tebrik, yüzlerce beğeni, ardı ardına gelen özledim, görüşelim mesajları, çalışanlarım ile yan yana verdiğim gülümseyen pozlar, şirket müdürlerinin beni etiketlediği fotoğrafların altındaki övgü dolu sözler. Mutluluğum bir kat daha arttı. Finans müdürüm Gülseren Hanım ile nerdeyse yanak yanağa verdiğim poz çok hoşuma gitti. Özellikle “Güzel patronum, böyle patron dostlar başına.” iletisinin altında yazan elliden fazla “Maşallah”.
Öğle arasında her zaman yaptığım gibi şirketten uzakta lüks bir restorana gittim. Yemeğin ardına iki ayrı kahve söyledim. Kahveleri yan yana koyup İnstagramda fotoğraflarını çekip paylaştım. Altına “Eski dostla… Özlemişim.” yazdım. Kimse yemeğimi tek yediğimi bilmemeliydi.
Tekrar şirkete döndüğümde Berna ve birkaç çalışan giriş kattaki kafede oturmuş, sohbet ediyorlardı. Küçük bir baş selamıyla içeri girip, onlara yakın bir masada oturdum. Tabletimden işleri takip eder gibi yapıp, konuşulanlara kulak kesildim.
Berna, diğer katlarda çalışan arkadaşlarına benimle yakınlığından bahsediyor, hayranlığını dile getiriyordu. “Ayça Hanım’ın ne çok seveni var, her öğlen bir arkadaşı ile buluşur, sohbet eder, çoğu hafta sonları şehir dışına gider.” Sosyal medyadan beni takip eden diğer çalışanlar Berna’nın eksik kalanlarına eklemeler yapıyor, imrendikleri hayatı her gün konuşmaktan bıkmıyorlardı
Akşam olup herkes evine dağıldığında her akşam farklı bir yerde yemek yer, çoğu akşam eğlendiğimi gösteren paylaşımlar yapar, ardından gece yarısı evine dönerdim. Hiç tanımadığım insanlarla anlık yakınlık kurar, samimi pozlar verir, küçük sohbetler yapar, yanlarından ayrılırdım. Yüzlerce insanla eğlenmediğim gerçeğini bir tek ben biliyordum.
O gün, kızların konuşmalarını duyduktan sonra içimden hiçbir şey yapmak gelmedi. Eve geldim. Buzluktan donmuş pizza çıkarıp fırına attım. Küçük şişe şarabımı açıp kadehime doldurdum. Tekli koltuğuma geçip önündeki pufa ayaklarımı uzattım. Bir sene önce aldığım poşetlerini dahi yırtmadığım üçlü koltuğa baktım. Kafede kahkahalara boğulan kızları ellerinde şarap kadehi, o koltukta hayal ettim. Hatta Berna’yı elindeki şarabı koltuğa dökerken düşündüm.
Üstünde oturduğum tekli koltuğuma takıldı gözlerim. Kolçakları ne kadar da yıpranmıştı. Pizza pişmeden şarabı bitirdim. Bir tane daha açtım. Pizzamla ikinci şişeyi bitirdim.
Yatak odasına geçtim. Çift kişilik yatağımın sol tarafına yattım. Bir süre kitap okudum. Yatağın sağ tarafına kitabı bırakıp elime telefonumu aldım. Beğenileri kontrol ettim, tüm yorumları beğendim. Berna’nın yorumunu görünce onun profiline girdim. Uzun zaman sonra kocası ve oğluyla birlikte çektiği videoyu paylaştığını gördüm. Onu izledim. Bir daha izledim, bir daha izledim. Gözyaşlarımın hafifçe ilerlediği yüzümün biraz daha solduğunu hissettim. Berna’nın videosunu izlerken uyuyakaldım.
Zeynep Pınarbaşı