“Açılın tüm taşıtlar, yol verin. Şair Sennur Sezer’e geç kalmak olmaz,” diye bağırmak istiyorum. Kadıköy’de minibüsten iner inmez koşmaya başlıyorum. Aceleci adımlarımı kaldırımdaki insan kalabalığı yavaşlatsa da trafik ışıkları yeşil yeşil bakarak işimi kolaylaştırıyor. Çarşıdan yukarı doğru çıkarken saatimi kontrol ediyor, oyuna yetiştiğimi anlayarak gevşiyorum. Telaşsız yürürken bir sigara yakıyorum. Barış Manço Kültür Merkezi’ne girer girmez Nükhet hocamı ve atölye arkadaşlarımı görüyorum. Onlarla bir süre oturup açık ve limonlu çayımı bile içiyorum.
Türkiye Yazarlar Sendikası Dayanışma Derneği’nin ilk buluşmasında “Bir Şiirdir Sennur Sezer” oyununu, Tiyatro Simurg sahneye taşıyor. Oturduğum yerden sahneyi iyi görebiliyorum. Sahnedeki iki kişilik yatak ilk dikkatimi çeken. Seyirci koltuklarının yarısının boş olmasına canım sıkılıyor. Oyunun başlamasını beklerken Sennur Sezer’le ilk karşılaşmamız geliyor aklıma. 2013 Ocak’ta atölyece yoğun bir araştırma döneminden geçerek hazırladığımız Mahmut Yesari Sempozyumu’nun bir oturumunun başkanlığını yapmak üzere Caddebostan Kültür Merkezi’ne geliyor. Diğer oturumların başkanlıklarını da Adnan Özyalçıner ve Eray Canberk yapıyor. Etkinliğimiz sona erdiğinde Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner’le beraber bir kafede oturup, söyleşiyor, yorgunluk atıyoruz. O sıralar atölyemiz içinde kendi çapında bir anket yapıyorum. Arkadaşlarıma sorduğum soruyu onlara da yöneltiyorum: İnsan neyle yaşar? Yanıtlarını servis için bırakılan kâğıt peçeteye yazıp, uzatıyorlar. Kimseye göstermeden kâğıtları masanın altında açıp, bakıyorum. Adnan Özyalçıner “umutla”, Sennur Sezer “inatla”. O kâğıtlar şimdi bizim yanıtlarımızın da olduğu İnsan Ne ile Yaşar? tablomuzun baş köşesini süslüyor.
Evet, inatla diyor Sennur Sezer…
Oyundan önce Türkiye Yazarlar Sendikası başkanı Mustafa Köz bir konuşma yapıyor. Bertolt Brecht’in Bay Keuner’in Öyküleri adlı eserinden bir öyküyü paylaşıyor. Bağırmak, duyurana dek bağırmak, daha çok bağırmak gerek, daha çok! Ardından Sennur Sezer’in hayat arkadaşı, usta öykücü Adnan Özyalçıner söz alıyor. Beraberlikleri, evlilikleri o kadar yalın, o kadar duru ki, içim dalgalanıyor. “Sennur her zaman benimle, şu anda da öyle,” diyor. Yanında oturduğunu, kırk dokuz yıllık hayat arkadaşına gülümseyerek baktığını hayal ediyorum.
Oyun başlıyor. Hale Üstün, Mehmet Esatoğlu, Fahri Bozbaş oyunculuklarıyla büyülüyor. Sennur Sezer’in şiirlerine doyamıyorum. İçimdeki dalgalar iyice köpürüyor. Akşam Türküsü şiirinin son dizesi yüreğime kazınıyor: Hadi kendini yen, hadi kendini
Sennur Sezer’i ikinci kez Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki söyleşisinde görüyorum. Bir ara Yelken dergisinden söz açıp, dinleyenler arasında olan şair Eray Canberk’i yanına davet ediyor. Bu hoş sohbet aracılığıyla Yelken Dergisi’ni merak edip, ön çalışmaya başlıyorum. Atölye arkadaşlarımızla beraber yaptığımız söyleşiler ve çok yönlü araştırmalarla Papirüs dergisinin Yelken özel sayısını hazırlıyoruz. Sennur Sezer, bu çalışmamızda esin kaynağı oluyor.
Tabutunun başında Nükhet hocam ve arkadaşlarımlayım. Sennur Sezer’i yağmur altında sonsuzluğa uğurluyoruz.
Oyun Sennur Sezer’in yaşamının son bulduğu anla başlıyor. Ancak işçi hakları, eşi Adnan Özyalçıner’le sevgileri, çocukları, ezilen kadına-anaya destek için her defasında yeniden yeniden canlanıyor. Sennur Sezer’in şiiriyle, direnciyle, umuduyla, anneliğiyle, kadınlığıyla hiçbir zaman ölmeyeceğini söylüyor oyun. Selam veren oyuncuları alkışlıyoruz. Şair Sennur Sezer’i alkışlıyoruz. Oyundan sonra sahneye çıkan Ekrem Ataer sazıyla, türküleriyle dalgalanan içime yoldaş oluyor.
Arkadaşlarımla aceleyle vedalaşıp, koşar adım Kadıköy’e iniyorum. Son minibüse yetişmeliyim. Zihnim oyunun izlerini sürüyor. Sennur Sezer içimde bir yerlerde yaşıyor, konuşuyor. Dalgalar artık taşıyor, korkularımı yerle bir ediyor.
Heyhey de hey
Bir sabahın üç kapısı var göğe
Biri korku çal yere,
Emek senin umut senin
Korku ne
Yeter ki elin ellere kavuşsun
Sennur Sezer söylemeye devam ediyor. İnatla.
Hadi yen kendini, hadi kendini
Gülayşen Erayda