“Arnavutlar” derlerdi onlara. İki erkek kardeşin, iki kız kardeşle evlenip aynı evde yaşamaları sonucu her boydan mavi gözlü çocuk kaynıyordu ailede. Evlerinin içini çok merak ettiğim kadar yazın bahçelerinin önünden geçerken gözlerim top gibi kıpkırmızı domateslerde kalırdı. Mahalledeki tüm komşulara gidebilirdik ama orası kardeşimle benim için yasak bölgeydi. Evin kızlarından Razıya ile bazen sokağın başındaki bakkalın önünde elindeki un paketleriyle karşılaşırdık. Öyle pek sokağa çıkan bir kız değildi. Yüzü hep asık, mavi gözleri bulutlu, kaşları çatık, ağlamaklı gezerdi. Beline kadar uzanan saçları, iki yandan sıkı sıkı örgülüydü. Hemen hemen hiç konuşmaz sadece okula gönderilmediği için bana özendiğini birkaç sözcükle ifade ederdi her karşılaşmamızda.
Pazardan evimize gelen gazeteden yapılmış kese kâğıtlarını inceleyip durmamın sebebi, o büyük ailenin geçimini bu yolla sağlamasıydı. Bir türlü katlamaya aklım ermediği için ustalık isteyen bir iş gibi gelirdi bana. Kardeşim, bir gün annemden gizli o eve gitmiş. Evin bir büyük sofası ile ona açılan üç odası varmış. Gördüğü kadarıyla odaların yerleri uzun minderlerle doluymuş. Sırt yastıklarındaki işlemeli beyaz örtülerle üst üste konmuş birçok yorgan dikkatini çekmiş. Bizim hep kapalı gördüğümüz pencerelerin bembeyaz perdelerinin ucunda bir karış dantel varmış. Ağzında emzik olan birkaç çocuk etrafta dolaşadursun ailenin diğer üyeleri sofada yere oturmuş, elleri, yüzleri hem aka hem karaya bulanmış ama bir köşede dizlerini karnına çekmiş büyüklerden biri, elindeki minik topu sıkıp sıkıp bırakıyormuş. Herkes ortadaki beyaz sıvıdan gazetelere sürüp adeta makineleşmiş gibi katlıyormuş. Meğer ortadaki beyaz şey, un katılmış suymuş. Kardeşim koşarak geldiğinde heyecanla o beyaz sudan bahsederken, bir yandan yediği pırasalı böreği anlata anlata bitiremiyordu. Büyük ağabeyin elindeki topun renklerini çok beğendiğini, “Gel, gel,” diye topu kendisine vermek için çağırsa da annemin yabancılardan bir şey almayacaksın sözünü hatırlayınca yanına gitmediğini ama bizim de aynı toptan almamız gerektiğini söylerken “Hadi unlu su yapalım, ben nasıl yapıldığını öğrendim, artık kendi kese kâğıdımız olacak,” diye beni ardı sıra mutfağa sürüklemesini engelledim. “Annem anlar sonra, bir de gittiğini duyarsa yandın,” dediğimde çilli burnunu tatlı cadı gibi oynatıp omzunu silkti.
– Ben bir daha gideceğim ki.
Beni aldı mı bir merak. Bir gün sokakta Razıya’ya rastladım. O her zaman bulutlu gözleri yağmura dönüştü. Şaşırdım kaldım. Ne desem, omzumdaki gözyaşlarını nasıl durdursam bilemedim. Sorularıma hiç yanıt vermeden ağlamaya devam etse de ayrılırken “Kardeşin geliyor, sen de gelsene,” diye beni evlerine davet edince cesaretim biraz arttı. En kısa zamanda gitmeye karar verdim. Annem, niye o evdekilerin akrabalarıyla görüşmemize izin veriyordu da onlara izin vermiyordu sorusunun kafamda yıllardır gezen adımları sıklaşmıştı zaten. On dakikalık uzaklıkta oturan akrabaları, bizim komşular gibi kalabalık ama varlıklı bir aileydi. Kadınları çok şık giyinir, eşarplar, güneş gözlükleri takardı. İçlerinden birinin kızı benim sınıf arkadaşımdı. Onun da saçları beline kadar iki örgülüydü. Top şeklindeki altın küpelerine bayılırdım. Bize gelirlerdi, biz de onlara giderdik. İşin ilginç yanı fakir akrabalarına hiç gitmezlerdi. Annemi anlamıştım; zenginliği tercih ediyordu. Ya o akrabalar? Demek ki annemle aynı düşüncede olduklarından yakınlık falan umursamıyorlardı.
Bir gün neden görüşmediklerini sordum arkadaşıma.
– Bilmiyorum, annem kesinlikle onların evlerine gitmeyeceksin dedi.
İyice kafam karıştı. Bu anneler niye böyleydi?
Hiçbir zaman o eve gitmeye cesaret edemedim. Tabii bunda annemin kardeşimi yakalayıp babama bir güzel dövdürmesinin etkisi oldu. Bir ara babaannemin, “Gelin, sen de takip etsene çocuğunu! Allah korusun, ya o sübyancı bizim kızın başına da bir şey getirseydi. Hastaymış diye hapse de atmıyorlar zaten uğursuzu!” fısıltılarını duydum.
Birkaç ay sonra pazardan aldığımız kirazın gazeteden yapılmış kese kâğıdının üstündeki Razıya, o bulutlu mavi gözleriyle bana bakıyordu. Ağzı katlanan kısmın altında kalmıştı.
Sevgi Ünal