Mahallemizdeki evlerin ışıkları yanmaya başladı. Kardeşim Hayriye ile elektrik direğinin dibinde lambanın etrafında dolaşan irili ufaklı renkli böcek ve pervaneleri seyre dalmıştık. Bazılarının daire-elips gibi şekiller çizmesi, bazılarının ise o şekilleri bozarcasına aralarına girip çıkması bazen bahçedeki meyve ağaçlarından gelen esintiyle kaçışmaları dikkatimizi çekmişti. Bakıp bakıp gülüşüyorduk. Yoldan gelip geçen insanların görünümleri direğe yaklaştıkça netleşiyor, onlar da bize bakıp gülümsüyordu. Çocuk parkı olmadığı için sokakta oynardık. Sınıf arkadaşım Ayşe’yi yakınlaşınca tanıdım, sevinçliydi, “Hasan, babam televizyon aldı, anten kurulunca sizi de seyretmeye bekliyorum,” dedi. Ayşe gidince kardeşim, “Televizyon ne ağabey, anten ne?” diye beni cevabını bilmediğim soru yağmuruna tuttu.
Annemin “Çocuklar yemek hazır,” demesiyle koşarak eve girdik. Babam çalıştığı beyaz eşya mağazasından yeni gelmişti. “Kurt gibi acıktım,” deyince hemen sofraya oturduk. Kardeşim yemek arasında dayanamayıp sordu;
– Baba televizyon ne, anten ne?
– Nereden geldi aklına kızım?
Ben hemen atıldım.
– Ayşeler televizyon almış baba.
Annem yer sofrasındaki örtüyü düzeltti ve hepimizin önüne çektirdi.
– Eve yeni taşındık eksiklerimiz var, baban ilk önce çalıştığı mağazadan buzdolabı alacak. Ben de yaptığım örgü işleriyle pazar ihtiyaçlarını, okul masraflarını karşılarım.
Babamın yüzü aydınlandı birden.
– Tabii hanım, zaten bugünlere senin sayende geldik. Ben çalıştım kazandım ama senin desteğin, tutumluluğun olmasa…
Annem takdir edilmek duygusuyla heyecanlanarak sordu.
– İleride de gecekondu bölgesinde bir barakalık yer çevirir ev kirasından de kurtuluruz, değil mi bey?
– Tabii hanım niye olmasın? Dedim ya sen yanımda olduktan sonra her şey olur.
Babamın neşesi iyice yerine gelmişti.
– Sizi izinli olduğum gün Taksim’e parka götüreyim, oradan Eminönü’ne geçer ekmek arası balık yeriz sonra da bir beyaz eşya mağazasının önünde televizyon seyrederiz.
Bu sözlerle bizim de içimiz içimize sığmaz oldu. Yemekten sonra boğuşmak için sevincimden babamın üzerine atladım. Babam, “Yorgunum, bırakın beni,” dese de kardeşim de peşimden geldi.
Ayşe okuldan geldiğinde olanları heyecanla gözlemeye başladı.
Usta çatıya çıkıp alıcıları görecek şekilde anteni sabitledi, babama “Yönünü ayarlıyorum, görüntü çıkınca seslen,” dedi. Ben ise ekrandaki görüntüyü merak ediyor, salonda bir iş yapıyor gibi dolanıyordum. Babamın bağırarak “Kızım Ayşe çekil ayak altından,” demesiyle pencere kenarına çekildim. Görüntü netleşmiyordu. Evin önüne toplanan birkaç kişi çatıdaki ustaya, “Sağa çevir, sola çevir,” diye önerilerde bulunurken babamın “Görüntü net,” demesiyle televizyonun başına toplanıldı. Ustanın görüntüyü gözümüzün hizasına getirmesiyle seyretmeye başladık. Babam bilen tavrıyla “Zeki Müren oynuyor, filmin ismi Hitit Güneşi ama dükkânı bırakıp geldim,” diyerek televizyonu kapadı. Neşe içinde evden çıkan babamların ardından bakarken ne oluyor diye merak edip evin önüne gelen Hasan’la elini tuttuğu kardeşini görünce yanlarına gidip, “Görüntü netleşti, akşam seyredeceğiz,” dedim. Annem kapıdan, “İçeri geç, sana kaç kez izinsiz dışarı çıkma dedim,” diye beni azarladı. Hasan’la kardeşi arkalarına bakmadan evlerine doğru yürüdüler.
Babam eve geldiğinde yanında esnaf bir arkadaşı ile mahallenin muhtarı vardı. Hemen televizyonu açtı. Kahvelerini içerken saat başında olan haberleri dikkatle izlediler. Spikerin anlattıklarından bir şey anlamasam da ardından gelecek programı seyretmek yine söylediklerini dinlemek, çıkacak kişileri, eşyaları, objeleri görebilmek için tüm dikkatimle ekrana bakıyordum. Babam arkadaşlarıyla konuşurken annemin iyi anlaştığı komşu ailelerden gelenler vardı. Erkan Yolaç’ın evet hayır yarışması başladığında salonda oturulacak yer kalmamıştı. Her yarışmacı evet veya hayır dediğinde salonda gülüşmeler başlıyor, kahkahalar atılıyordu. Gelenler arasında lisede okuyan Murat Ağabey’imin arkadaşları da vardı. Ben de oturduğum tabureden kalkıp dışarıda televizyona bakmak için bekleyen çocukların arasında sınıf arkadaşım Hasan’la kardeşine bakındım. Gelmemişlerdi. Sonraki günler babam işten gelir gelmez televizyonu açıyor haber, yarışma, film ne program çıkarsa salondaki misafirler ve kapıdaki çocuklar seyrediyordu. Bir süre sonra televizyon tüm gün açılır oldu. Bir gün annem komşuya gittiğinde, evlerinin önündeki elektrik direğinin dibinde bekleşen arkadaşım Hasan ve kardeşini görüp, Hasan’ın gelmek istememesine karşın ısrar ederek eve çağırdım. Çekinerek televizyonun yanındaki taburelere oturdular. Çocuk şenliği programını seyretmeye başladık. Birbirimize bakıp bakıp gülüşüyorduk.
Bu gülüşmeler arasında annemin geldiğini hiç fark etmemişiz. Hasan girdiği bahçeden sahiplerinden habersiz meyve alırken yakalanmış gibi acele yerinden fırlayıp kardeşini oturduğu tabureden kaldırmak için çekiştirdi. Tüm utangaçlığı üzerindeydi. Annem, “Çağıracağın arkadaşlarını söyleyeceksin demedim mi?” diye yüksek sesle söylendi. Ben de, “Ağabeyimin arkadaşları geliyor, Hasan’da benim arkadaşım,” dedim. Hasan ağlayarak kardeşini elinden tutup götürürken, kardeşinin bakışları vitrinin üzerindeki oyuncak bebeğimle askıdaki fötr şapkamda takılı kaldı. Gözlerimden damlayan yaşlara aldırmayan annem, “Geç içeri, onlar gider evlerine,” dedi.
Muhsin Başaldı