Evet başlıyoruz. Piknik yapmak için geldiğimiz Çilingoz’da doğanın kucağındayız. Cep telefonları çekmiyor. Kendimizle baş başayız.
Eve döndükten sonra çekilen videoları bilgisayardan izliyorum. Ortaklaşa kurduğumuz sofra, top oynayıp çocukluğumuzla buluşmamız, denizdeki neşemiz ve daha nice görüntü. Birinden atlayıp diğerine soluksuz geçiyorum. Bir videoda duraksayıp birkaç kez izliyorum.
Arkadaşlarım dans etmeye başlıyor. Müziğe bırakıyorum kendimi. Duyduğum ezgi, ağır bir ritmle ilerlerken dipten gelen adlandıramadığım bir dalga benliğimi sarıyor. Az sonra sözleri duymaz oluyorum. Melodi çevreye sakin akan bir nehir gibi yayılıyor. İçimde bir yerlere dokunan bir şey var burada. Arkadaşlarıma bakıyorum. Bedenleri, elleri, kollarıyla yaptıkları hareketlerin müzikle uyumu mükemmel. Notalarla iç içe geçmiş gibiler; birini diğerinden ayıramıyor, bu akışı izlemeye doyamıyorum. Kötücül duyguların kapı dışarı edildiği; geçmiş, bugün ve geleceğin donduğu bir andan söz etmek istiyorum. Donmuş bir zaman, neredeyse elimi uzatsam tutacakmışım kadar somut. Afallıyorum.
Havada başka bir şey var: Su gibi akışkan, duru, vazgeçilmez bir şey. Geçmişteki tüm gürültü, patırtının içinden sıyrılıyorum. Endişelerim, korkularım, bir yerlere koşturup durmalarım nasıl da kayboluyor. Geçmiş zaman izleri – kısa süreliğine de olsa- gelecek kaygıları yavaş yavaş siliniyor. Ağlamak istiyorum. Ben artık onları tanımayan bir yabancı oluyorum. Uzak diyarların henüz keşfedilmeyen yerinde yaşayan bir toplulukla tanışıyor gibiyim. Gönül rahatlığıyla bırakıyorum kendimi; ağaca, kuşa, denize, bu tuhaf havaya bırakıyorum.
Yüzlerindeki harika gülümseme danslarıyla birleşip, topluluğu törensel bir şenlik havasına bürüyor. Yıllar önce bir çocuk tanımıştım. On yaşındaydı, lunaparka ilk kez gidiyordu. Dönme dolabı gördüğü anda duyduğu coşkudan hiçbir şey söyleyememiş, ona doğru koşmak yerine olduğu yerde iç çekip durmuştu. Şimdi o çocuk gibi hissediyorum.
Yataktayken yastığın sağından soluna dönene dek göz kapaklarımızın içindeki izi hızlıca solan rüyalarımız gibi olmaması için yazıyorum bu ânı.
Bir yaz günü gökyüzünde dinlenen bulutların dinginliğinde, çocuksu masumiyetin eşsizliğini yeniden hatırlıyorum. Videoyu başa alıyorum. Bu tuhaf âna yeniden karışıyorum.
Gülayşen Erayda
GE/Nİ
Yüreğine sağlık, çok güzel anlatmışsın içtenlikle😊😊👏
BeğenBeğen