Zifiri karanlık, uğultular, ne söylendiği anlaşılmayan sesler, sesler içindeyim. Kucak dolusu pamuk gibi beyaz yumuşak bir bulut kapalı penceremden yavaşça içeri süzülüyor. Bana doğru yaklaştıkça şekil değiştirerek hilal şeklini alıyor, beni içine alınca iki ucunu kapatarak, kucaklayıp kaldırıyor, uçmaya başlıyoruz. Gökyüzüne doğru yükseldikçe bedenimi saran çemberini daraltıyor, gittikçe daraltıyor. Nefes alamıyorum.
Etrafımdan kayıp giden az ve çok parlak gök cisimleri ışıklarını gözüme vurarak sonsuz karanlığa doğru giderek kayboluyor. Uzayda asılı duruyorum. Sıkışan kalbimin sesini duyuyorum. Kanat açmış kartal biçimli uzay gemileri başımın hemen üstünden hızla geçip gidiyor, ayaklarıma çok yakın mesafede dönüp geliyorlar. Ellerimi başımın üzerine koyarak, ayaklarımı karnıma çekerek korunmaya çalışıyorum, hızlı geliş, gidiş sesleri kulaklarımdan beynime geçip zonklatıyor.
Uzaktan gelen tırtıl şekilli üstü açık sarı renkli uzay tramvayının bölümlerinin her birinde çocukluğumdan beri tanıdığım çift kafalı insanlarla, kafaları geliş yönünün tersine dönük oturanları görüyorum. Koşup yetişmek istiyorum. Karton bebeklerin ipleri gevşemiş bacakları gibi bacaklarım eklemlerinden hava cereyanına uygun gayri muntazam sallanıyor, gidemiyorum. Sesleniyorum, sesleniyorum “hey! Beni de alın” beynim emir veriyor fakat sesim çıkmıyor. Kendimi göstermek için kollarımı sallıyorum. Başları arkaya dönük olanlar görmüyor, çift başlılardan bana yüzü dönük ama yüz çizgileri silinmiş olanlar da başlarını çevirip geçip gidiyorlar. Arkalarından bakıyorum. Başı arkaya dönük olanlar vefasızlar ve menfaatperestler, onların beni göremeyeceğini bilmiyor muyum? Diğerleri, ikiyüzlüler, onlara çift başlılar diyorum. İşte onların birde yüz çizgileri silinmişse yüzsüzlerse onlardan beni kurtarmaları beklenir mi? Yardım istediğim için kendime kızıyorum. Dostlarım nerede? Sonsuza kadar uzayda yapayalnız mı kalacağım? Çaresizlikle çırpınıyorum.
Görmediğim güneşin sıcaklığı yakıp kavuruyor. Sıcak, çok sıcak bunalıyorum.
Düşeceğim korkuyorum, çok korkuyorum.
-İmdaaat!
İşte şimdi, uçarak değil, birden ayağım buz üzerinde kayıyor gibi, soğuk suların içine düşüyorum. Yardımıma koşacak hiç kimse yok. Dalgaların içinde boğuşurken sulara gömülüyorum. Saçlarım, ellerim yukarıda dümdüz kurşun hızıyla dibe iniyorum. Islağım, rahatsız edici bir ıslaklık. Üşüyorum, çok üşüyorum. Titreyen dişlerimin birbirine çarpma sesini duyuyorum. Kırmızı renkli agresif yüzlerce arı ordular halinde her yönden gelerek, vücuduma konuyor, tamamen kapatarak iğnelerini bırakıp gidiyorlar.
Yanımdan kayıp giden upuzun boylu, cüsseli, açık dev ağızlarında suları süzerek buldukları planktonları yiyen camgöz köpekbalığı sürüsünün içinde kalıyorum. Bana bakmıyorlar, kocaman kuyruklarını yüzüme çarpıyor, sersemletiyorlar. Düşe kalka ilerlemeye çalışıyorum. Denizin dibinde başını sallayan, ayaklarıma dolanan yosunların arasında çıkış yolu bulmak için dolaşırken, kum renkli ahtapotlara basıyorum bilmeden, uyanıyorlar vantuzlu kollarıyla ayaklarıma yapışıyorlar. Kocaman yuvarlak siyah gözlerini gözlerime dikerek rahatsız edilmelerinin cezasını beni orada esir tutarak ödetiyorlar. Uzayıp giden bitkilerin arasında kalıyorum. İpimsi siyah bitkiler bedenimi sarıyor, sıkıyorlar. Adım atamıyor, kurtulamıyorum.
-Kurtaracak kimse yok mu?
-…..
Bütün gücümle kurtularak son anda gördüğüm kapıya koşuyor, giriyorum. Kapı daralıyor, daralıyor. Sıkışıp kaldım çıkamıyorum. Boğuluyorum. Vücudumu toparlayıp bir hamle yaparak kendimi diğer tarafa atıyorum. Bir mağaranın içindeyim karanlık, kapkaranlık yavaş yavaş yürümeye çalışıyorum. İleride beyaz leke gibi duran aydınlığı buluyorum. Attığım tekme ile duvarlar yıkılıyor, dışarıdayım. Aniden gözlerim açılıyor.
Başucumda toplanan ev halkı bir taraftan ıslak havluyu alnımdan kaldırıyor, diğer taraftan da terden ıslanmış üstümü değiştiriyorlar.
-Ne oldu bana?
-Bugün denizde çok kaldın, sonra da ıslak mayoyla dolaştın herhalde üşütmüşsün, ateşin epey yükseldi, düşürdük.
Gökyüzünden denizin dibine düştüğüm kâbusum aklıma geliyor. Anlatacak gücüm yok.
Yatağın içinde kıvranmaktan yorgun düşen vücudum rahatlıyor, gözlerim kapanıyor.
Beni kenara çekerek altımdaki ıslanan çarşafımı toparlarken, gülüştüklerini duyuyorum.
Nebahat Alptekin
Yine çok etkileyici bir öykü… Tırtıl l tren ,hayal gücü de olsa muhteşem .. beni ayni zamanda icindeki yuzler etkiledi … hayaller icin guclu bir hayal gücü gerekli .. O da yazarimuzda fazlasıyla mevcut.. Okuyucunun da hayal dunyasina katkilariniz icin sonsuz teşekkürler ve başarılar diliyorum..
BeğenLiked by 1 kişi