Nükhet Eren

NEYYA’da geçen hafta incelediğimiz İsaac Babel’in Odessa Öyküleri’ndeki Yahudi toplumu, aklıma Macaristan’da yaşayan yazar Peter Nadas’ı getirdi. Bir kaç yıl önce onun bir romanını Lacivert dergisi için yazmıştım. Hatırladığımı paylaşmak amacıyla “Bir Aile Romanının Sonu”nu buraya taşımak istedim.

Suareye gitmek isteyen genç kadın ve oğlunu avutmak için bir ağaç masalı anlatan kocasıyla başlar “Bir Aile Romanının Sonu”.

Anlatıcı karakter, yani adının Peter Simon olduğunu ancak romanın sonunda öğreneceğimiz çocuk, arkadaşları Eva ve Gabor ile evcilik oynamaktadır. İlk satırlardaki anne, baba, çocuk anlatımı kurgunun içindeki oyundur. Ardından, romanın bilge karakteri büyükbabanın birinci dünya savaşıyla ilgili gençlik anıları gelir.  Anlatıcı, bilinç akışı diyebileceğimiz yolla oyundan yaşama, yaşamdan efsanelere, efsanelerden anekdotlara gider gelir roman boyunca. Paragrafın olmadığı, başka bir ifadeyle tüm paragrafların bir bölüm uzunluğunda olduğu örgü, 10 bölüm/paragraftan-Türkçe çevirisi 175 sayfa- oluşmuştur.  Anlatıcı karakter Peter Simon’un çocukluk dönemi, büyükbabanın hikayeleriyle ve sözleriyle bezenmiştir. Konuşma tırnağıyla başlayıp tırnakla sonlanarak bölümlerden birinin bütününü oluşturan “büyükbaba sözü” dikkat çekicidir. Kısa, tek ya da iki kelimelik basit cümlelerin varlığı dahi romanı okurun her an tetikte hazır olarak beklediği bir metin olmaktan çıkarmaz. Anlatım zamanının ileri ve geri gidişlerini yakalamak, içinde bulunulan zamanı kestirmek, birden karşısına çıkıveren karakterin kim olabileceğini sezmek, olay ve durumların iç içe geçen anlatımını izlemek zorundadır okur.   

Peter Nadas

    

Bugün Avrupa’nın en seçkin yazarlarından biri kabul edilen, günümüzün Thomas Mann’ı da denilen Peter Nadas’ın’ın romanı, Imre Kertesz’in “Kadersizlik” romanıyla-her ikisinin de Macarca yazılması dışında-bazı benzerlikler gösteriyor. Kadersizlik, on dört yaşındaki Yahudi gencin İkinci Dünya Savaşı sırasında gönderildiği toplama kampında yaşadıklarını kara mizah denilecek bir yöntemle anlatan, on yıl gibi uzun bir sürede yazılmasından sonra bir süre yayınlanmasına izin verilmeyen bir roman. Yazarının Nobel ödülü kazanmasında rolü büyüktür. Bir Aile Romanının Sonu, Sovyet baskısı altında sessizleştirilmiş, kapanmış insanların hikayesinin,  bir çocukluk anısı şeklindeki aktarımıdır ve basımı aynı şekilde birkaç yıl boyunca engellenmiştir.  

Bir Aile Romanının Sonu, 1950’li yıllarda Demir Perde ülkelerinden birinde, Macaristan’da yaşıyor olmayı, soğukkanlı ve okurla yakınlaşmadan, bir çocuğun aile ve arkadaş ilişkileri üzerinden anlatır. Birlikte yaşadığı büyükbaba ve babaanne ile ara sıra eve uğrayan kaçak bir babanın ve komşu evdeki kız arkadaşların kendi hikayeleriyle, bu karakterlerin anlattığı masallar, anılar, efsaneler iç içe geçer. Büyükbabanın anlattığı “Yahudi Atalar” zamanı- Harran diyarı, Kenan diyarı ve Mısır diyarı ile daha sonra gelinen Kurtuba ve Budin (Budapeşte’nin güneyinde kalan kısım)- hikayelerinin arkasında tarihi sahneler vardır.  Yedi kuşak geriye kadar gidip Kudüs’ e uzanan ve Yahudilik’le yan yana yürüyen geçmişin sunumunu yapan karakter, büyükbabadır. Yahudi dininin, göçlerinin, egemen devletlerle ilişkilerin yer aldığı metinlerin sonuna doğru; “Huzurdan sonra belki de nihayet mutluluk gelir. Belki seninkisi bu olur. Bunca ıstıraptan sonra Rab’bin büyük hediyesi olurdu. Arada savaşkanlığımızla birlikte zenginliğimiz de kayboldu. Ama aç kalmamaya ve hala yaşamaya yetiyor, yaşıyoruz.” diyen büyükbabanın yanında, ailenin aç kalmaması için kuyruklarda bekleyen, yemekleri hazırlayan, çabuk kurusun diye oğlunun elbisesini benzinle yıkayan, matem için elbisesini siyaha boyayan babaanne vardır. Günlük yaşamın güçlüklerine karşılık ailenin yaşamını sürdürmesini sağlayan odur.  Baba ise, arada sırada, gece vakti kaçak olarak eve uğrayan biridir.  Ailenin diğer fertleri- babaanne, büyükbaba ve çocuk – sanık olarak yargılandığı mahkemedeki ayrıntılı konuşmaları radyodan dinler. Babanın tam olarak ne yaptığını okur olarak hiç öğrenemeyiz. Evcilik oynanan arkadaşlar Eva, Gabor ve Csider’le olan yakın ilişkiler, ev halinin cinsel içerikli taklidini, aile içi rollere göre cinsel kimliğin kurulması ve oynanmasını işaret eder: “Birden iki bedenin temasını, ağırlığını hissettim.” “Suareye gideceğimize sevişelim!”” Sarıldım ona. Kokusunu ağzımda hissettim…” Yer yer erotizmin sınırlarını zorlayan ifadelerde bile okurla aradaki mesafeyi koruyan bir anlatımın devam etmesi yanı sıra, evcilikteki karakterler arasında duygusal yakınlaşmaya izin vermeyen anlatım romanın dikkat çeken başka bir yanıdır diyebilirim.  

Romanda, olay akışının devamı, karakterlerin tanınması, zamanın belirlenmesi gibi çoğu noktaların okur tarafından tamamlanması istenir.  Cervantes’in Don Quijote’nin önsözünde bahsettiği gibi yetenekli, hür iradeli okura seslenen kitap, edilgen değil etken okuru arar.  Kendi ideal okuruyla ya da yaratıcı okuruyla buluşur. Roman boyunca sıkıcılığa düşmeden, kendine özgü üslubuyla bunu başarabilen bir yazar olduğunu düşünüyorum Nadas’ın.  

Post modern romanın özellikleri üzerine okuduğum bir yazıda; “Yazarın kendi sözlerine yer veren metinler olduğundan…” gibi bir ibare geçtiğini görünce, Nadas’ın roman içinde, büyükbabanın konuşmaları üzerinden okura aktardığı sözlerinden bazılarını, işaretlendikleri sayfalardan açığa bırakmak istedim ben de:

“Tanrı’yı aramanın iki aşırı ucu var! Her aşırılık yalandır! Yaşamak istiyorsan aşırılıkların peşinden koşmayacaksın”,  s. 41;  

“Her şey, her şey yok olur, sadece bu söz kalır, Söz mevcut, o halde sözün belirttiği o da mevcut. Düşünmekten vazgeçebilseydim söz yok olurdu, o da yok olurdu”, s.42;   

“Tanrı masumiyette aranmalıdır, kibirde değil, tevazuda da değil”, s.43;

“Düşünce ancak bir amaca hedefe yönelebilir… Düşüncelerini seviyorsan o zaman kuşkun da olmalı”, s.102;  

“Sen kendini seçtin. Kendini kendi zihninle. Bense bana başka zihinler tarafından verilene uydurdum kendimi. Ben senin soyunduğunu giydim”,  s.104;

“ Yanıldım mı yoksa? Ölü efsaneler en uzun ömürlü olanlardır! Sen de inanıyor musun buna? Evet. Yanıldım mı yoksa?”, s.147

Yazı, 2015 yılında Lacivert dergisinde yayınlanmıştır.