- Monolog, yürüyüş
Uzun yürüyüşlere çıkıyorum; minik adımlar atıyorum; doktorum salık verdi; sol dizimdeki kireçlenmeye iyi gelirmiş. Arada sırada sızlardı fakat kireçlendiğini bilmiyordum. Sağlık kontrollerimi ihmal ettiğim iddiasıyla dünyanın diğer ucundan taciz telefonları açan kızımdan bezip doktora gittiğimde öğrendim.
Uzun sıkıcı yürüyüşler üstelik minik adımlarla önceleri pek hoşuma gitmese de dün gece fark ettim ki bu bana kızım ya da doktorum vasıtasıyla tanrının bir lütfu. Her üçüne de minnettarım.
- Monolog, sabah
Bu sabah kahvaltıdan sonra büyük bir hevesle deniz kenarına indim. Sessiz Sakin Sahilde Sabah Serinliğinde Seninle Sohbete başladım. Meğer ne çok lafım varmış, ortaya dökülmek için yolunu gözleyen. Uzun sahil şeridi boyunca minik adımlarla yürüyorum, sol elim bakıcımın kolunda diğer elimde baston var. Ben konuşuyorum sen dinliyorsun. Bu yüzden sohbetimize ‘MONOLOGLAR’ başlığını uygun gördüm. Bu ana başlık altında hemencecik 1. Monolog, 2. Monolog, 3.Monolog, 4. Monolog, 5. Monolog alt başlıklarını oluşturdum. 5 alt başlıkta topladığım bu sohbetleri tamamlamadan eve dönmeyi düşünmüyorum.
- Monolog, tereddüt
Monologlar iç konuşmalardan farklıdır. Konuşmalarınızın sesini, sağınızda, solunuzda, önünüzde, arkanızda kim varsa duyar. Kendi kendinize konuştuğunuz için deli zannedilirsiniz. Fakat ben şanslıyım: yanımdan geçerken göz ucu ile süzenler, bakıcısının konuşmasına fırsat vermeyen çenesi düşük yaşlı biri olduğumu düşünüyorlar. Tabii kendisi ile konuşmadığımı bilen bakıcım benim deli olduğum kanaatinde. Hah, o aptalın ne düşündüğü zerrece önemli değil, pek akılsız bir şey ve onun hakkında konuşmak lüzumsuz. Esasen şu anda daha çok ardında yürüdüğüm kişinin sen olup olmadığı ile ilgileniyorum. Sol eli bakıcısının kolunda diğer elindeki bastondan güç alarak birkaç adım önümde giden sen olabilir misin? Merak içinde minik adımlar atıyorum.
Aynısı çıktı işte! Dün gece rüyamda görmüştüm önüm sıra yürüdüğünü, sabah kalbim pır pır ederek geldim ve bir de ne göreyim: rüyam gerçek olmuş. Ya da… Bilemedim… Pek emin değilim… Birkaç haftadır aynı sahilde yürümüş ve karşılaşmışızdır ancak bunu dün gece rüyamda fark etmişimdir. Arada kafa karışıklıkları oluyor, ufak tereddütler, büyütülecek şeyler değil, şu aptal bakıcı ilaçlarımı vermeyi aksattığında ortaya çıkıyor.
Lakin seninle sohbetimiz iyi gidiyor; aklıma gelenleri telaşsız, kesintisiz, kurallara uygun anlatıyorum. Seni konuşturmayı henüz beceremedim. 85 yaşında sesinin nasıl olabileceğine bir türlü karar veremiyorum. Belleğimde 25 yaşındaki heyecanlı, neşeli, çocuksu sesin kalmış. Görüntünde o civarlarda. İnsan sevdiklerini hayalinde yaşlandıramazmış. Kendimi de aynada defalarca görmeme rağmen gözlerimi kapadığımda hep yirmili yaşlarda tasavvur ediyorum. İnsan en çok kendisini severmiş. Öyle mi? Bilemem ki? Ben sana âşık olmakla bu şansı kaçırdım.
- Monolog, tehlikeli aşk
Tehlikeyi 20 yaşında âşık olarak uyandığım ilk sabah fark etmiştim. Artık bir başına değildim hayatta. İki başlı canavara dönüşmüştüm. Yaşamıma sahip çıkmak, aşktan yakamı kurtarmak ve seni terk etmek zor oldu. Fakat başardım, tabii ki hayalet olup beni takip edeceğini tahmin etmemiştim. Dünyanın öbür ucuna senden kaçarken yanımdaydın.
60 yıldır her sabah seni hatırlayarak uyanıyorum ve her gece uykuya seni düşleyerek dalıyorum. Bir aksilik olur da aklıma gelmezsen öğle yemeğinden önce içtiğim kahvenin fincanını her zamanki gibi sana niyet kapatırken telaşla şöyle derim : “Bu sabah hiç aklıma düşmedin? Yoksa beni unutuyor musun?” O andan sonra merak ve suçluluk içinde seni düşünürüm. Sen ne durumdasın bilmiyorum ama ben iki kişilik yaşıyorum hayatı.
Aşk böyle bir şey ya da benim başıma aşkın bu hali geldi. Şizofreniye benzer bir kişilik bölünmesi aşk; rahatsız ediyor, hayatını ele geçiriyor, burnunu her yere sokuyor. Dönüşüme uğruyorsun eski tekil sen olmaktan çıkıyorsun ve yeni çoğul sen oluyorsun.
Ha bir de şu ‘üzülme unutursun’ teranesi var; gençken inanıyorsun ve yeniden aşık olabilirim sanıyorsun; işin aslı insan bir kez aşık oluyormuş. Oysa beceriksiz âşık bunun bir prova olduğunu ve aşkın kapısını pek çok kereler çalacağını düşünüyor. Bu yüzden hoyrat, kıymet bilmez ve belki de ürkekçe davranıyor. Minik adımlarla aşktan kaçacağını sanıyor. Bunun anlamsız ve uzun sürecek bir kaçış olduğunu bilmiyor.
Aşk hakkında ne kadar çok konuştum. Yaşlandıkça aklıma gelen herhangi bir konuya takılıp kalıyorum. Tekrarlar, tekrarlar, bazen ise birbirini hiçleştiren bir öncekini bozan sonrakini boşa çıkaran dizilimler. Yıllar geçtikçe pek çok konuda düşüncelerim değişti (mi?) belki de eskiden hakkında hiçbir fikrim olmayan ve saçma sapan bulduğum konulara yaşlandıkça saplanıp kalıyorum. Tıpkı yeni kazılmış kara balçık mezara minik adımlarla sürüklenmek gibi.
Durmaksızın konuştuğuma bakma zihnim top çeviriyor, şu uzun sıkıcı yürüyüş boyunca düşündüğüm yegâne şey: Sol eli bakıcısının kolunda diğer elinde baston önüm sıra yürüyen sen misin? Bunun cevabını almak çok kolay.
Hey diye seslensem sana, dönüp baksan
Ya 60 sene önceki senin yerine geçeni tanıyamazsam
Ya da bir yabancı gibi bakıp beni tanımazsan
Ya da tanımamış gibi davranırsan
Ya da ben öyle davranırsam
Saçlarımız beyaz
Ya da başımız kelleşmiş
Yumuk gözlerimiz, kapalı ince sert bir çizgiye dönmüş dudaklarımız
Ürkünç, acı, sefil, buz gibi, soğuk: Gerçek
Karşısında aşk
Saklansa
Ya da çekip gitse
Söyle, ne yaparım ben o zaman?
Seslenmiyorum, monologları tamamlamıyorum, aşk takılı aklıma ve düşlerime, her şeyden vazgeçip bakıcıma “eve dönelim” diyorum.
Belki yarın cesaretimi toplayacağım, ardın sıra yürüyeceğim, “hey” diye sesleneceğim.
Ayşenur Baran Turan