Öldürülen kadınların adları tek tek okunurken, meydandaki kadınlar hep bir ağızdan “burada” diye haykırıyordu.
Emine Bulut
Burada
Ayşe Karaman
Burada
Tuğba Erkol
Burada
Münevver Karabulut
Burada
…
Burada
…
Burada
…

Yaşam hakları elinden alınan, kadınlar yaşasın diye meydanlarda haykıranlar arasında bir kadın daha o meydanda “oradaydı.” Anneydi, anneanneydi. Öldürüleceğinden endişe ettiği, korktuğu kızı için oradaydı.
Haykırıyordu:
“Buradayım”
“Buradayım”
Sustu, yaklaştı, kulağıma doğru fısıldarcasına “benim kızım da ölecek, öldürecek, kızım da boşandı” dedi. Bir an meydandaki çığlıklar, haykırışlar sustu. Tek bir ses oldu, daha güçlü, çırılçıplak…
Başörtüsü çenesinin altından bağlı, 50 yaşlarındaki kadının al, al olan bembeyaz, yuvarlak yüzündeki renkli, kocaman gözleri, gözbebeğimdeydi. Taşmaya yüz tutmuş bir nehri andırıyordu, tutamadı. Taştı, sel oldu aktı gözyaşları. Yüzündeki korku dehşetinin etkisi, başımı döndürdü, midem bulandı. O bir çift göz, bu ülkede kadınların sadece yaşamak için ne denli büyük korkular yaşadığını anlatıyordu bana. Sımsıkı kapattığı, ısırmaktan kıpkırmızı kesilmiş incecik dudakları arasından sadece iki sözcük çıktı
“Yardım edin” diyordu. Oradaki, yanı başımdaki ‘o kadın’. Çaresizdim, meydandaki bütün sesler susmuştu sanki. Tek bir kadının sesiyle, yakarışıyla erkek cinayetine kurban giden kadınların çığlıkları yankılandı kafamın içinde, sersemledim. Oradaki ‘o kadın’ oradaki ‘ben’den; ilk kez gördüğü bir diğer kadından yardım bekliyordu.
Çaresizdim…
Utancımdan başımı yere eğdim, ayak uçlarına kadar inen pardösüsünü fark ettiğimde gözlerinden akan yaşların kaldırımı ıslattığını gördüm.

Sesler çoğalıyordu gitgide. İç sesimi duydum bu kez. Dünyanın yarısı olan kadınların maruz bırakıldığı eril, cins ayrımcı erkek egemen kapitalist sistem flulaştı, silindi aniden. Kadınların erkek cinayetlerine kurban gitmediği özgür, eşit, adil bir dünya kurdum. Dünyanın yarısı olan tüm kadınları, o gün meydanda veya dünyanın bütün meydanlarında “buradayım” diyen kadınları oraya taşıdım. Oradaydık, birlikte güçlüydük…
“İstanbul Sözleşmesi nedir” diye soran ‘o kadının’ sesiyle birlikte meydanda yankılanan ses de yeniden kulaklarıma doldu.

Bu kez;
Kadınlar hep bir ağızdan İstanbul Sözleşmesi diyordu.
“İstanbul Sözleşmesi kadınların yaşamasını sağlayan bir sözleşme” dedim.
“Ama nasıl?”
Zihnimi, beni ortadan ikiye yaran ‘o kadın’ ve tüm kadınlar için İstanbul Sözleşmesini anlatırken buldum kendimi.
Kadına yönelik şiddet konusundaki diğer uluslararası sözleşmelere nazaran yeni bir sözleşme. 2011 yılı Mayıs ayında imzalandı.
Sözleşme ilk olarak imzaya, Avrupa Konseyi’nin dönem başkanı olan Türkiye’nin de çabalarıyla İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açıldı. Sözleşme ilk olarak İstanbul’da imzaya açıldığı için, uluslararası teamüllere uygun olarak, kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak da adlandırıldı. Türkiye, Sözleşme’nin ilk imzacısı ve 24 Kasım 2011 tarihinde sözleşmeyi ilk onaylayan ülke oldu.

1 Ağustos 2014 yılında da 10. üyenin sözleşmeyi onaylamasından yaklaşık 3 ay sonra yürürlüğe girdi.
Sözleşmenin giriş bölümü; kadına yönelik şiddeti; “kadın ve erkek” arasındaki tarihsel ilişkinin cins ayrımcı erkek egemen politikaların kadını ikincilleştirilmesinin bir sonucu olduğunu söylüyor. Kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem sonucu hem de kaynağı olduğunun altını çizen sözleşme, kadın- erkek eşitliğine ulaşmayı hedeflerken, aynı perspektiften hem kadına yönelik şiddetle hem de toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadeleyi öngörüyor.
İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyetin tanımını yapan ilk uluslararası anlaşma olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin önemine vurgu yapıyor. Sözleşmede, kadını ve erkeği yalnızca biyolojik olarak dişi ve erkek olarak kabul eden anlayışın yanısıra kadına ve erkeğe belirli roller atfeden toplum kategorilerinin devlet tarafından değiştirilmesi gerektiğini söylüyor.
Sözleşme, taraf devletlere, ev içi şiddeti, taciz amaçlı takibi, tecavüzü, cinsel şiddeti zorla evlendirmeyi, kadınların sünnet edilmesini kürtaja zorlamayı veya kısırlaştırmaya yönelik davranışları cezalandırıyor veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kılıyor. Sözleşmeyi imzalayan taraflar töre, din, gelenek veya “namus” gibi kavramların sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını sağlıyor. Yargıda da “namus” gerekçe gösterilerek yapılan indirimlerin önüne geçiyor.
Sözleşme ayrıca yine, ülke vatandaşı olmayan göçmen ve sığınmacı kadınların da haklarını düzenliyor.
İstanbul Sözleşmesi, eşcinselliği teşvik etmemesine rağmen, taraf ülke Türkiye, bizzat teşvik ettiğini ve İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısını tehdit ettiğini, ortadan kaldırdığını iddia ediyor. Sözleşme dikkatle incelendiğinde böyle bir durumdan bahsedilmediği görülüyor. Sözleşmede, koruma durumunun toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği dahil hiçbir ayrım yapılmadan uygulanmasından söz ediliyor.
İstanbul Sözleşmesi gereği Türkiye’nin de taraf olduğu devletler, kadınların güçlendirilmesi yönünde vakit geçirmeksizin politikalar üretmek ve de hayata geçirmek zorunda. Zira sözleşme, kadın- erkek arasındaki eşitsizliği yasaklıyor.
Hal böyle iken, Türkiye’de kadın cinayetine kurban gidenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Adını İstanbul’dan alan sözleşmenin imzalanmasının ardından sekiz yıl geçti. Sözleşmenin uygulamaya girmesi bir yana kadınlara dönük ayrımcı politikalar katmerleşerek devam etti ve bizzat teşvik edici uygulamaların önü açıldı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2019 Ağustos ayı raporuna göre, 49 kadın erkekler tarafından öldürüldü, cinsel şiddet ve çocuk istismarı devam ediyor. Ağustos ayında öldürülen 49 kadının kim tarafından öldürüldüğü tespit edilemedi.
Daha geçen ay, Emine Bulut’un cinayet anındaki çığlıklarını duyan birlerce kadının toplandığı o meydanda ‘O kadın’ kızı ölmesin diye oradaydı. Devlette çalmadık kapı bırakmadığını söyleyen ‘o kadın’, o meydanda hiç tanımadığı bir kadından yardım istiyordu çaresizlikten.
Platform sözcüleriyle görüşmeyi önerdiğimde reddetmişti. “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diye haykırınca kadınlar, görüşme önerisini kabul etti. Birlikte el ele kalabalığı yararak platforma doğru ilerledikçe kocaman ela gözlerindeki ıslaklığın yerini umutlu bir bakış, hüznün yerini sevinç aldı.
Kadınları öldüren, aileyi yıkan İstanbul Sözleşmesi değil, erkek egemen sistem ve eril toplumsal uzantılarıdır. Sözleşme öldürmeyi değil, yaşatmayı öngörüyor.
Yaşamak kadınların en temel hakkı, yaşatmak ise devletin görevidir
‘O kadın’ın kızı da yaşamayı hak ediyor, yaşatın.
Fatoş Öcal Kara
Eline sağlık. İstanbul Sözleşmesi yaşatır!
BeğenBeğen
Çok çok öncelikli bit konu. Teşekkürler.
BeğenBeğen
Evet, kesinlikle. Sevgiler.
BeğenBeğen